12 Temmuz

Atatürk’ten sonra onun vizyonunun tam tersine mi hareket ettik, yoksa onu taklit ederken yanlışlar mı yaptık ya da başımıza uzun yıllar bela olacak hataları bile bile mi yaptık üstüne düşünmek gerekir… Bazı şeyler bazı zamanlarda doğruyken bazı zamanlarda acı verici, bazı zamanlarda yol açıcı, bazı zamanlarda uçuruma sürükleyicidir… Hangisinin böyle olduğunu bilemeyecek kadar karmaşık bir siyasi tarihimiz var.

İnsan gücü seviyor. İnsan güçten korkuyor, insan güce tapıyor. Gücünü kaybedenin bir lokma değeri olmadığı gezegende, gücün neye hizmet ettiğini sorgulamadan akıp gidiyor insan onun açtığı yolda… Güçlü kim? Sihirbaz mı yoksa onu izleyen mi?

Adnan Menderes’in hikayesi bir yerden başarılı, bir yerden başarısız, bir yerden Amerika, bir yerden de idam hikayesi…

Bir zamanlar İstanbul

Özelleştirmeyi ilk kez programına alan parti Adnan Menderes’in Demokrat Partisi… ABD’nin Türkiye’ye girişiyle birlikte kurulan ve CHP’yle ABD’ye yaranma yarışına girişen bu parti; KİT’lerin yokluklar içindeki halkın gereksinimlerini karşılamasına karşın, elden çıkarılması gerektiğini söylemiştir. Programının 48 ve 51. Maddeleri’nde şunlar söylenmektedir; “Devlet tarafından kurulmuş olan… Devlet işletmeleri, elverişli koşullarla özel teşebbüse devredilmelidir… Devlet tarafından işletilen, bu nedenle de ülkede iş hacmini daraltan, hayatı pahalılaştıran devlet tekeli fabrikaların, elverişli koşullarla özel teşebbüs ve özel sermayeye devredilmesinden yanayız”.

Bundan başka zaman bahsedeceğim ama yine de yazma ihtiyacı hissettim. Başa dönelim…

1945 yılındaki sayıma göre ülke nüfusu 19 milyona yakın. Halkın sadece 4 milyonu şehirlerde yaşıyor. Diğerleri kırsal kesimde. Nüfusun 1 milyonu İstanbul’da yaşıyor.Yıl 1946. DP ve CHP arasındaki gerilim tırmanıyor. DP yaygın bir destekle muhalefetini sertleştiriyor. CHP DP’yi halkı kışkırtmakla suçluyor. DP ise hükümeti zorbalıkla suçluyordu.CHP ve DP aslen temel rejim meselelerinde aynı görüşe sahiplerdi, ekonomik ve siyasal liberalleşme konularında ise ayrı düşmüşlerdi. DP bunun için süreki tansiyonu yükseltme ihtiyacı duyuyordu. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü idi. İktidar ve muhalefet arasında devam eden iddialardan kışkırtmayı dayanaksız, zorbalığı ise abartılı buldu… Hakemlik görevini ele aldı. Taraflarla sayısız defa görüştü. Celal Bayar hırçın, Recep Peker vurdumduymaz görünüyordu. DP kaynaklı görünen ihtilalle gelmek, suikast dedikoduları iktidarı endişelendiriyordu Celal Bayar ise kanun dışı bir hareket yapmalarının mümkün olmadığını söyledi.

Ve bizim artık bilmediğimiz Cumhurbaşkanı tavrı ile bir bildiri yayınladı. Tarafsız ve uzlaştırıcı bir tavrı takındı. : “Benim bu son dinlediğim karşılıklı şikâyetler içinde mübalağa payı ne olursa olsun, gerçek payı da vardır. İhtilalci bir kuruluş değil, bir yasal partinin yöntemleriyle çalışan muhalif partinin iktidar partisi koşulları içinde çalışmasını sağlamak gerekir. Bu alanda bir devlet başkanı olarak kendimi her iki partiye karşı eşit derecede görevli görürüm. Varmak istediğim sonuç, başlıca iki parti arasında temel koşulun, yani güvenliğin yerleşmesidir. Bu güvenlik bir bakımdan ülkenin güvenliği anlamını taşıdığı için benim gözümde çok önemlidir. Muhalefet güvence içinde yaşayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadığından müsterih [ruhen rahat] bulunacaktır. İktidar, muhalefetin kanun haklarından başka bir şey düşünmediğinden müsterih olacaktır. Büyük vatandaş kütlesiyse, iktidarın bu partinin ya da öteki partinin elinde bulunması ihtimalini vicdan rahatlığı içinde düşünecektir.”

Cumhurbaşkanı’nın halkı temsil eden sembol olmasıyla iktidara devlet aygıtından uzaklaşarak davran demiş bir bakıma.

Celal Bayar, Fuad Köprülü ve bir çok siyasetçi tarafından tam olarak tarafsı kalmaya azmetmiş bir devlet başkanı gördükleri için övgüler aldı İnönü…

İnönü bu övgüler sayesinde DP’ye kendi metnini tam olarak onaylatmış oldu. Bu bir yandan da DP’nin aleyhine bir durumdu, çünkü iktidar altında ezildiklerini haykırdıkları fırsatlar geride kaldı, en büyük iddiaları ellerinden alınmıştı. ayrıca belgede DP’nin uygunsuz propaganda yöntemleri kullandığına dair cümleler de vardı. Eh DP’de İnönü’yü alkışlarken bunları kabul etmiş oldu. Sonra uyandılar ama… İnönü daha sonra, beyannamenin ardından DP’nin yine aynı tavırlarına döndüğünü söyleyecekti.

Aslında bir buhran yaşıyordu ülke… 1947 demokrasiye geçmeye çalışan bir ülkenin buhran noktasıydı. 24 yaşında genç bir devletin, daha önce hiç tecrübe etmediği bir yoldan yürümeye başladığında tökezlemesi gibi belki de. Babalarının hiç tecrübe etmediği demokrasiyi yaratmaya çalışıyorlardı. Hepsi o günün şartlarında belli. becerilere sahip olsa da demokrasi becerileri yoktu. Ölçülerin kaçtığı, sabırların tükendiği bir noktaydı. Ergenliğe giriş gibi belki de…

12 Temmuz Beyannamesi bu şartlar altında İsmet İnönü tarafından ajanslara gönderilerek halka duyuruldu. Yukarıda metnin bir kısmını okudunuz sadece ama 12 Temmuz Beyannamesi bir yandan da “Demokrasiye geçtik arkadaşlar, buradan sonra dönüş yok!” bildirisiydi aslında…

Demokrasiye girişin en önemli sembollerinden biri İsmet İnönü’nün CHP başkanlığından ayrılmasıdır. “Milli Şef devri bitmiştir!” nidaları duyulur. CHPliler bundan haz etmezler. Ancak demokrasi de Devletin en üst mertebesini tarafsız bir noktada durması gerekmektedir. DPliler bu konuda İsmet İnönü’yü Celal Bayar’ın ikna ettiğini konuşurlar.

12 Temmuz’dan sonra İnönü, (özellikle 1947 Kurultayında) yetkilerini fiilen Genel Başkan Vekiline bırakarak daha partiler üstü bir konuma geçmeye çalıştı. Belki iktidarı kaybederse Cumhurbaşkanı olarak kalmanın hesaplarını yapıyordu… Kim bilir?

12 Temmuz Beyannamesi’ne giden süreç de, ardından gelen süreç de 2025 yılından seyredince kaç kez tökezlediğimizi ve kaç kez yanlış yere tutunup ayağa kalktığımızı gösteriyor. Ergenler uzun ve zorlu bir süreç yaşarlar ve biliyorsunuz ergenlikte yaptığınız tek bir hata, bazen bütün hayatınız boyunca peşinizden gelir… Kendisi olmasa da anısı, alışkanlığı, terbiyesi, travması…

Tarihi okuyunca, okuduklarının sadece geçmiş değil de aynı zaman da gelecek olduğunu görmek de o heyecanlı, deli, akıllı ama saf ve belki cahil ergeni azarlamak arzusu doğuruyor.

Read more

Tanrı Tarihi #24 Yanmakla Korkut, Biatla Kurtul: Mümin Üretim ve Dağıtım Kooperatifi

Tanrı Tarihi #24 Yanmakla Korkut, Biatla Kurtul: Mümin Üretim ve Dağıtım Kooperatifi

Dinin tarihsel serüveni, yalnızca metafizik bir arayış değil; aynı zamanda güç, tahakküm ve korku üzerine kurulu bir düzenin de hikâyesidir. Mücadele ve cehennem gibi kavramlar, sadece inanç sistemlerinin bileşeni değil, toplumsal düzenin kontrol mekanizmaları hâline gelmiştir. Din, iktidarı meşrulaştırmak ve itaati koşullamak için araçsallaştırıldığında, mücadele cihada, korku ise cehenneme dönüşür.

By Daphne Emiroğlu
Tanrı Tarihi #23 Tanrı’ya mı İnsana mı Boyun Eğmeli?

Tanrı Tarihi #23 Tanrı’ya mı İnsana mı Boyun Eğmeli?

Tektanrıcılığın Ontolojik Derinliği ve İslam’ın Kurumsal Sapmaları Üzerine Karen Armstrong’un Dinin Kısa Tarihi adlı eserinin “Tanrı’nın İradesine Boyun Eğmek” başlıklı bölümü, özellikle İslam’ın teslimiyet temelli yapısını anlamak için güçlü bir başlangıç noktası sunar. Ona göre “Müslüman” olmak, kelime anlamıyla Tanrı’ya teslim olandır. Bu teslimiyet, yalnızca

By Daphne Emiroğlu
Ella Fitzgerald: Notalara Dokunan Kadın

Ella Fitzgerald: Notalara Dokunan Kadın

İnsan kendi dertlerine, beceriksizliklerine, korkularına uydurduğu bahanelere bakınca bazen utanıyor. Minik dertleri göğüsleyemeyen, küçük sorunları çözemeyen, mutsuzluklarına ve problemlerine çözüm bulamayan insanlarla, bir çoğu için dünyanın sonu denecek yerlerden yıldız gibi parlayan insanlar çıkıyor. Hepsi aynı gezegende yaşıyor. Aynı havayı soluyor. Ella Fitzgerald'dan bahsedeyim biraz. Geceleri onun sesiyle

By Daphne Emiroğlu