8 Saniyelik Reels’e Sıkışmış 8000 Yıllık Tufan

8 Saniyelik Reels’e Sıkışmış 8000 Yıllık Tufan

Mezopotamya’dan günümüze “story” lerle geldik. Artık dikkat etmemize, aklımıza ve üretmemize gerek yok.

Instagram, görselliği merkeze alan yapısıyla modern iletişimi ve kimlik sunumunu baştan tanımlayan bir platform haline geldi. Eski günlerini ve zaman içindeki değişimini eminim herkes hatırlıyordur. Ancak, bu dijital mecra yalnızca fotoğraf paylaşımından ibaret değil; toplumsal algılar, bireysel benlik sunumu, psikolojik sağlık ve hatta siyasi eğilimler üzerinde derin etkiler yaratmaktadır. Öyle derin etkiler ki dipten kum ve yanındaki diğer berbat şeyleri de çıkarmak gerekebilir. Ve evet, story’e bakarak insan tanımaya çalışmak, Freud’u mezarından çığlıkla kaldırabilir. Jung ise toprakla karışmayı tercih ederdi çünkü bazı çözümler yerin dibinde kalmalı.

Instagram’ın bireysel psikoloji üzerindeki etkileri, en çok da “karşılaştırmalı benlik algısı” (social comparison theory) üzerinden tartışılmıştır. Festinger’in (1954) öne sürdüğü bu kurama göre, bireyler kendi yeteneklerini ve başarılarını, başkalarınınkiyle kıyaslayarak değerlendirir. Instagram ise bu kıyaslamaları sürekli ve kaçınılmaz hale getiren bir mecra olarak tahta oturdu. Nermin’in bikinisi, Ayşe’nin evi, Murat’ın arabası, Remzi’nin motoru… Peki ya benimkiler? Harvard Üniversitesi tarafından yapılan bir çalışmada (Huang, 2017), Instagram kullanıcılarının %67'sinin platformda geçirdikleri sürenin ardından kendilerini daha yetersiz hissettikleri ortaya konmuştur. Özellikle “mükemmel hayat” imgeleri sunan içeriklerin, bireyin kendine dair memnuniyetsizliğini artırdığı saptanmıştır. Senin gibi insanlar kraliyet ailesi gibi yaşam sürüyor, delirirsin. Herkes Bali’de smoothie içerken sen markette indirimdeki kıymayı kovalamaktan ibaretsin. Ve yıllardır süregelen kimin ayağı daha güzel yarışması… Tabii ki ayaklar hep kumsalda. Çünkü ülkede huzuru sadece kumda bulabiliyorsun sanırım bir de mezarda…

Bununla birlikte, bu görsel odaklılık estetik ve fiziksel görünüm konusundaki kaygıları da tetiklemektedir. American Psychological Association’ın 2021 tarihli raporuna göre, genç kadınların %78'i Instagram kullanımının ardından bedenlerinden daha az memnun olduklarını belirtmiştir. Bu durum, “self-objectification” yani kişinin kendini sürekli dışarıdan bir bakışla değerlendirmesi sonucunu doğurur. Fredrickson ve Roberts (1997) bu olguyu “objectification theory” ile açıklamış ve dijital görsellik kültürünün bu süreci daha da pekiştirdiğini belirtmiştir. Kısacası artık kimse gerçekten aynaya bakmıyor; herkes telefon kamerasıyla simetrik mutsuzluklar üretiyor. Şöyle düşünürseniz belki rahatlayabilirsiniz: öldüğümüzde hepimiz aynı sürede çürüyoruz. Fit vücutlar da, tombik kalçalar da… Ama mezar taşınızda kaç like aldığınız yazmayacak. Şimdilik! Umarım cenaze törenine tüm takipçilerin katılma zorunluluğu getirilir ya da takipçilerini birine miras bırakabilme yasalaştırılsın.

Instagram’ın bir diğer olumsuz etkisi de dikkat süresi ve konsantrasyon kapasitesi üzerindedir. Microsoft’un 2023 yılında yayımladığı Attention Span Report’a göre, ortalama dikkat süresi son on yılda 12 saniyeden 8 saniyeye düşmüştür. Bu değişimde Instagram’ın sürekli kayan içerikleri ve hızlı tüketim biçimi ciddi bir rol oynamaktadır. APA’nın (2022) “Cognitive Load and Media Consumption” raporunda da belirtildiği üzere, bu tür medya platformları bireyin derin düşünme kapasitesini azaltmakta ve zihinsel yorgunluğa neden olmaktadır. Düşünmeden yoruluyorsun. Dev hizmet aslında! Yani bir zamanlar kitap bitiren insanlar, şimdi 5 saniyelik reel’e “boş yapmış” yazıyor. Kendi boşluğumuzu görmekten aciz hale geldik. Ama davalarımız hep dolu. Düşünme yerine kaydırıyoruz; çünkü zihin açmak yerine, ekran kaydırmak daha kolay ve daha parlak.

Platformun “beğeni” ve “takipçi” sistemi, bireylerin onay alma ihtiyacını sömürür hale gelmiştir. Bu durum “intermittent reinforcement” yani düzensiz pekiştirme olarak tanımlanan bir psikolojik olgu ile açıklanabilir. Skinner’ın (1957) deneylerinden beri bilinen bu kavram, bireyin öngörülemez zamanlarda gelen ödüllere bağımlı hale gelmesini ifade eder. Instagram’da beğenilerin gelişigüzel zamanlarda gelmesi, kullanıcıların platforma tekrar tekrar dönmesine ve psikolojik olarak bağımlı hale gelmesine neden olur. Bu bağımlılık, beynin dopamin sistemini etkileyerek tıpkı kumar veya madde bağımlılığı gibi nöropsikolojik izler bırakabilir (Montag et al., 2019). Kısacası, tek farkınız şişesinden içmemeniz. Ama içerik bağımlılığında Pablo Escobar’dan hallicesiniz; “Şermin Abla sizde dopamin var mı?” Beğeni için kendi köpeğini bile influencer yaparsın. Story çekmezse mama yok.

Instagram’ın toplumsal etkileri de en az bireysel etkileri kadar çarpıcıdır. Öncelikle, platformun algoritmik yapısı, kullanıcıya benzer içerikleri tekrar tekrar göstererek “epistemic bubble” yani bilgi baloncuğu yaratır. Pariser (2011) tarafından ortaya konan bu kavram, bireylerin yalnızca kendi inançlarını pekiştiren içeriklerle karşılaşmasını ve dolayısıyla kutuplaşmayı derinleştirdiğini ifade eder. Bu yapı, toplumsal hoşgörüsüzlüğü artırmakta ve dijital yankı odaları üretmektedir. Oxford Internet Institute tarafından 2022'de yayımlanan bir çalışmada, Instagram kullanıcılarının %72'sinin siyasi içeriklerde yalnızca kendi görüşlerini destekleyen sayfaları takip ettiği belirlenmiştir. Yani herkes kendi kabilesinin influencer’ıyla kutsal savaşta. Dijital orta çağın hoş geldin mesajı: “Tarafını seç ya da yok sayıl!” Yorumlarda da haçlı seferi yaşanıyor. Birbirine story’den gönderme yapan insanlar, savaş baltalarını emojiyle kuşanıyor. Pasif agresif mutsuz kabileye hoş geldiniz. Bakalım kaynanam seyretmiş mi?

Bir başka önemli nokta, Instagram’ın popülerlik ve görünürlük üzerinden değer atfeden kültürünün, bireylerin anlamlı üretimden çok gösterişli sunumlara yönelmesine neden olmasıdır. Nitelik mi arıyorsunuz, zor bulursunuz hatta bulduğunuzda anlamayacak duruma gelmiş olabilirsiniz. Bir de şu karşılaştırma belası yüzünden o nitelikten tiksinebilirsiniz. Guy Debord’un (1967) “Gösteri Toplumu” kavramı, bu durumu son derece çarpıcı bir şekilde açıklar. Debord’a göre modern toplumda gerçeklik yerini temsillere bırakmıştır. Instagram bu süreci adeta otomatikleştiren bir yapı sunar. Yani birey, gerçekten ne yaptığıyla değil, ne kadar gösterişli sunduğuyla değerlendirilmeye başlanır. Bu da hem üretimin niteliğini düşürmekte, hem de kimlik sunumunu sığlaştırmaktadır. Yani artık diplomadan çok story highlight’ların var mı diye bakılıyor. Master yapma, içerik üret! İçerik nedir diye sor; kafana tencere geçir, dans et, doktora yapmış birinden daha çok izlenirsin. Bir şey bilmeye gerek yok, görün yeter.

Instagram kullanımının çocuklar ve ergenler üzerindeki etkileri, özellikle gelişimsel psikoloji açısından endişe verici. TÜİK’in 2024 Çocuk ve Bilişim Teknolojisi Kullanımı Araştırması’na göre, 9–14 yaş arası çocukların %83'ü Instagram’da aktif şekilde vakit geçirmekteler. Bu yaş grubunun öz kimlik gelişimi henüz tamamlanmadığından, dış onaya dayalı bir benlik inşası risklidir. Erikson’un psikososyal gelişim kuramında bu dönem, kimlik kazanımına karşı rol karmaşası olarak tanımlanır (Erikson, 1968). Dolayısıyla, Instagram’ın sunduğu sabit ve idealize edilmiş kimlik imgeleri, çocukların ve gençlerin gerçekçi benlik algısını zedeleyebilir. Çocuklar, influencer olmayı doktor olmaya tercih ediyor çünkü stetoskop değil, filtre lazım artık ve o da çok kolay. Elbette ebeveynlerin de çocuklarından sosyal medya yıldızı yaratma çabasını es geçmeyelim. Karnesi kötü ama takipçisi iyi diye rehber öğretmenler mentörlük bırakıyor.

Ayrıca, Instagram kullanımının akademik başarı üzerindeki etkileri de araştırılmıştır. Stanford Üniversitesi’nin 2021 yılında yaptığı bir araştırma, sosyal medya kullanım süresi ile akademik performans arasında negatif bir korelasyon olduğunu göstermiştir. Araştırmaya göre, günde 3 saatten fazla Instagram kullanan öğrencilerin, kullanmayanlara kıyasla %20 daha düşük not ortalamasına sahip olduğu tespit edilmiştir. Bu bulgu, dikkat dağınıklığı, zaman yönetiminde yetersizlik ve motivasyon düşüklüğü gibi faktörlerle açıklanmaktadır. Artık sınav sorularını değil, selfie açısını ezberleyen bir nesle geldik. Kimya formülü değil, hashtag ezberliyor çocuk. Ne yapsın bu çocuk? Organik bileşikler yerine organik takipçi peşinde.

Instagram’ın kültürel etkileri de göz ardı edilemez boyuttadır. UNESCO’nun 2022 yılında yayımladığı “Media Literacy Guidelines” raporunda, dijital platformların kültürel homojenleşmeye yol açtığı belirtilmektedir. Aynı estetik kodların, aynı davranış kalıplarının ve aynı yaşam tarzlarının tekrar edilmesi, yerel kültürlerin silikleşmesine neden olmaktadır. Bir bakarsın. Samsun’daki Necla, Miami’deki Laura gibi olmak üzere… Bu süreçte Instagram, küresel bir dijital hegemonya aracına dönüşmektedir. Appadurai’nin “kültürel akışlar” kuramı bağlamında değerlendirildiğinde, Instagram kültürel imgelerin hızla dolaşıma girmesini sağlarken, yerel özgünlüklerin ticarileştirilmesine ve içinin boşaltılmasına da neden olmaktadır. Yani artık halı dokuyan neneler değil, latte içen stajyerler kültürel figür. Modern folklor: Story’deki kahve köpüğü. Meme’ler yeni mani oldu. Artık köy düğününe bile drone’la giriliyor.

Son olarak, Instagram’ın duygusal emek (emotional labor) kavramı ile de kesiştiği görülmektedir. Hochschild (1983) tarafından geliştirilen bu kurama göre, bireyler iş yaşamında belirli duyguları ifade etmek zorundadır. Ancak günümüzde bu durum yalnızca iş hayatı ile sınırlı kalmamış, sosyal medya aracılığıyla gündelik hayatın da bir parçası olmuştur. Instagram kullanıcıları, çoğu zaman kendilerini mutlu, enerjik, üretken ve estetik bir şekilde sunmak zorunda hissederler. Bu ise gerçek duyguların bastırılmasına ve duygusal tükenmişliğe neden olur. Yale Üniversitesi’nin 2020 tarihli “Digital Emotional Regulation” araştırması, sosyal medya kullanıcılarının %61'inin çevrim içi sunumları ile gerçek duyguları arasında bir uyumsuzluk yaşadığını ortaya koymuştur. Çünkü depresyondayken bile filtreli ağlıyor artık. Anksiyete bile estetik sunum istiyor. Hayır ben böyle yapmayacağım mı diyorsun, kendin ol, ağzının payını al. Story’e “bugün çok düşündüm” yazarsan algoritma seni gömmekle tehdit ediyor.

Tüm bu veriler, Instagram’ın yalnızca eğlence ya da iletişim aracı değil, aynı zamanda bireyin psikolojisini, toplumun yapısını, kültürel özgünlükleri ve hatta siyasal kutuplaşmayı etkileyen çok katmanlı bir yapı olduğunu göstermektedir. Platformun doğası gereği teşvik ettiği sürekli görünürlük arzusu, algoritmik pekiştirme sistemleri, estetik normlar ve onay kültürü; bireyleri yalnızca kullanıcı değil, aynı zamanda sürekli performans sergileyen birer “içerik” haline getirmektedir. İçerik üretici değil, içerik oluyorsun. Günden geceye devrilen bir reels’sin artık. Sonsuza dek döneceksin, ortalama 8 saniye seyredilen bir görüntü. Yani varlık değil, kaydırılan bir izsin. Scroll’a yazılmış bir modern ağıt.

Bu bağlamda, Instagram’ın olumsuz etkilerini anlamak, yalnızca dijital alışkanlıklarımızı değil, modern toplumun temel patolojilerini de çözümlemek anlamına gelir. Çünkü Instagram bir semptomdur; fakat aynı zamanda bu semptomu besleyen sistemin de aynasıdır. Bir küçücük fıçıcık, içi oldu hep kılçık! Ve aynaya bakınca artık yüzünü değil, algoritmayı görüyorsun. Algoritmanın paşa keyfine kalmış birisin. Beğeni gelince mutlu olan, gelmeyince yok sayılan dijital bir yoksunluk hikâyesisin. Ve evet, bu da story’e atılmayacak kadar gerçek.

Read more

Tanrı Tarihi #23 Tanrı’ya mı İnsana mı Boyun Eğmeli?

Tanrı Tarihi #23 Tanrı’ya mı İnsana mı Boyun Eğmeli?

Tektanrıcılığın Ontolojik Derinliği ve İslam’ın Kurumsal Sapmaları Üzerine Karen Armstrong’un Dinin Kısa Tarihi adlı eserinin “Tanrı’nın İradesine Boyun Eğmek” başlıklı bölümü, özellikle İslam’ın teslimiyet temelli yapısını anlamak için güçlü bir başlangıç noktası sunar. Ona göre “Müslüman” olmak, kelime anlamıyla Tanrı’ya teslim olandır. Bu teslimiyet, yalnızca

By Daphne Emiroğlu
Ella Fitzgerald: Notalara Dokunan Kadın

Ella Fitzgerald: Notalara Dokunan Kadın

İnsan kendi dertlerine, beceriksizliklerine, korkularına uydurduğu bahanelere bakınca bazen utanıyor. Minik dertleri göğüsleyemeyen, küçük sorunları çözemeyen, mutsuzluklarına ve problemlerine çözüm bulamayan insanlarla, bir çoğu için dünyanın sonu denecek yerlerden yıldız gibi parlayan insanlar çıkıyor. Hepsi aynı gezegende yaşıyor. Aynı havayı soluyor. Ella Fitzgerald'dan bahsedeyim biraz. Geceleri onun sesiyle

By Daphne Emiroğlu
Satıh hâlâ müdafaaya muhtaçtır.

Satıh hâlâ müdafaaya muhtaçtır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Sakarya Meydan Muharebesi sırasında söylediği “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır; o satıh bütün vatandır” sözü, yalnızca bir savaş stratejisinin özeti değil, bir milletin varoluşsal mücadelesini ifade eden tarihî ve felsefî bir bildiridir. Yüzeyde bu cümle, belirli bir cephe hattının savunulmasından vazgeçilip, topyekûn direniş anlayışının benimsendiğini

By Daphne Emiroğlu