Anadolu Mutfağı Kadar Karışık: Türkiye’nin Genetik Gerçeği

Anadolu Mutfağı Kadar Karışık: Türkiye’nin Genetik Gerçeği

Türkiye’nin genetik yapısı hakkında konuşmaya başladığında ortalıkta hemen safkanlık sevdalıları türeyiveriyor. “Biz özbeöz Türk’üz, damarlarımızda atalarımızın kanı var!” diyenlerin DNA testine bir bakıyorsun, çıkan sonuç resmen bir Meze tabağı: biraz Orta Doğu humusu, biraz Balkan cacığı, üstüne Kafkas cevizi, yanına da Afrika tatlısı. Yani senin damarındaki kan dedenin Orta Asya çadırından ziyade Anadolu tenceresinde pişmiş çorba gibi. Bilim insanları da diyor zaten: Anadolu tarih boyunca genetik göçlerin, ticaretin ve işgallerin kavşağıydı (Cinnioğlu et al., 2004). Dolayısıyla “safkan Türk geni” arayanların bulacağı tek şey, saf ve katıksız bir cehalet olur. Aynı bugün televizyonlarda “bizim millet tertemiz” diye bağırıp kendi akrabasını ballı ihaleyle besleyen siyasetçiler gibi: Saf olan tek şey halkın soyulma biçimi.

Annem türkmen soyu, babam Kürt, eltim Laz diye uzun uzun yapılan açıklamaların hepsi boş. Çünkü ayrı ayrı saydığımız her şey aslında aynı... Yok aslında birbirimizden farkımız...

Babadan oğula geçen Y-DNA’ya baktığında, Türkiye’de erkeklerin yaklaşık %25-30’u J2 haplogrubuna ait. Yani Orta Doğu ve Anadolu’nun ilk tarımcılarının torunlarıyız (Semino et al., 2000). “Ben Orta Asya kökenliyim” diye övünen amcaya bakıyorsun, genetik olarak bildiğin saban süren çiftçi çıkıyor. Sonra R1a ve R1b var: Orta Asya göçebelerinin ve Kafkasya hattının izleri. Ama oranı %10-15. Yani “hepimiz Orta Asya’dan geldik” diye bağıranların gerçeği şu: Çoğunuz Orta Asya’dan değil, en fazla komşu köyden gelmişsiniz. G haplogrubu da özellikle Kafkas kökenlilerde yaygın (%10 civarı), E haplogrubu ise Balkan ve Akdeniz katkısını gösteriyor. Erkek soyu karmakarışık, tek ortak noktası: hiç kimsenin düşündüğü kadar “tek tip” değil. Ama yine de televizyon ekranında “tek millet, tek damar” diye bağıranlara bakınca, insanın aklına tek bir şey geliyor: Bu kadar karışık bir genetik havuza rağmen bu kadar tek sesli olmayı nasıl başarıyoruz? Her bir kafadan ayrı ses çıksın demiyorum, sizi bilmem ama çıkan sesleri bile benim kafam kaldırmıyor artık, ancak bu etnik gruplara pek düşkün siyasi ağızları da oturup bir düşünerek dinlemek lazım...

Anne hattına geçtiğinde (mtDNA), daha da renkli bir tablo var. Kadınların %20’sinde H haplogrubu çıkıyor. Bu, Avrupa ve Akdeniz’in en yaygın hattı. Yani annenin annesinin annesi belki de Roma döneminde zeytinyağı taşıyan bir tüccarın kızıydı. U haplogrubu (%15) daha da eski, Paleolitik çağın avcı-toplayıcılarının izi. “Benim damarlarımda savaşçı ruh var” diyenin atası, muhtemelen geyik kovalıyordu. T ve J haplogrupları ise Neolitik tarımcı kadınların torunları (Richards et al., 2000). Yani bugün marketten maydanoz alan teyzenin 10 bin yıl önceki versiyonu, tarlada çapa sallıyordu. Ve sonra çıkıp siyaset meydanında “bizim analarımız hep kahramandı” diye nutuk atıyorlar; halbuki anan da benim anam da DNA’ya göre aynı köyde soğan eken kadının torunları.

Şimdi işin daha ironik kısmına gelelim: Türkiye’deki Kürtler de aynı gen havuzunun içinde. Erkek hatlarında J2 onlarda da baskın (%25-30), ayrıca J1 (%10-15) daha fazla, bu da Mezopotamya kökünü gösteriyor. İran’daki Kürtlerde R1a daha yüksek, Hint-Avrupa göçlerinin izini taşıyor (Nasidze et al., 2005). Yani bir Kürt ile bir Türk’ün DNA’sını yan yana koyduğunda, farkın çoğu siyasi; genetikte ise aynı tencerenin farklı baharatları. Anne hattında da aynı gruplar: H, U, T, J… Türkiye, Ermeniler, İranlılar, Araplar hepsiyle büyük örtüşme var. Dolayısıyla “biz ayrı ırkız” diye ortalığı yıkanlara kötü haber: Genetikte öyle keskin sınırlar yok, tam tersine herkesin DNA’sı birbirine karışmış. Saflık hikâyeleri biyolojide değil, ideolojide uydurulmuş. Ama tabii ki siyasette “farklıyız” diye bağırmak, insanları cepheleştirmek, seçim kazanmak için daha kolay. Yani genetikte kardeş, politikada düşman!

Tarih boyunca Anadolu’nun genetik mozaiğini şekillendiren göçlere bakınca tablo netleşiyor: Hititler, Persler, İskender, Romalılar, Bizanslılar, Osmanlılar derken her gelen bir parça bıraktı. 20. yüzyılda Balkan göçleri, Kafkas sürgünleri, mübadele derken Anadolu tenceresi iyice fokur fokur kaynadı. Bugün sen DNA testinde %10 Balkan, %15 Orta Asya, %5 Kafkas çıkıyorsun diye şaşırıyorsun; halbuki bu topraklarda 40 nesildir karışım devam ediyor. Hatta Türkiye’de yapılan araştırmalarda population cluster yani kapalı genetik gruplar bile yok (Hodoglugil & Mahley, 2012). Çünkü herkes herkesle evlenmiş, gen havuzu yoğurt çorbası gibi olmuş. Saflık iddiası yapan siyasetçiler, aslında en çok bu çeşitlilikten nemalanıyor: genetikte heterojenliğe dayalı yaşama şansı var, siyasette homojenlik dayatmasıyla millet nefes alamıyor.

İşin komik yanı şu: Bu çeşitlilik biyolojik açıdan avantaj. Çünkü genetik çeşitlilik bağışıklığı güçlendiriyor, kalıtsal hastalık riskini azaltıyor. Yani hayatta kalmamızı sağlayan şey “saflık” değil, “karışıklık”. Ama biz ne yapıyoruz? Zihinsel olarak tek tipleşmeye çalışıyoruz. DNA’mız bizden daha demokratik; o çeşitlilikten korkmuyor, biz korkuyoruz. Anadolu genetikte heterojen ama kafada homojenlik manyağı olmuş durumda. Ofansif gerçek şu: Gen havuzumuz şenlik, ama beyin havuzumuz kısır. Ve maalesef siyaset de tam bu kısırlığın üstünde yükseliyor: genetikte mozaiğiz, sandıkta monokrom.

Kürt, Türk, Ermeni, Çerkes, Rum, Yahudi… Bu topraklarda yaşayan herkesin DNA’sı birbirine yapışmış durumda. Aradaki fark sadece politik ve kültürel anlatılar. Genetikte herkes kuzen. Senin Orta Asya diye övündüğün R1a, Kürt’ün damarında da var; Kürt’ün Mezopotamya J1’i senin komşunun soyunda da dolaşıyor. Yani “biz farklıyız” diye ortalığı yırtanların aslında aynı köyden olduğu gerçeği, DNA laboratuvarında suratlarına tokat gibi çarpıyor. Yine de “böl, yönet” siyaseti sağ olsun, bu bilimsel gerçekler yerine kavga körükleniyor. Siyasetçiler için genetikte kardeş çıkmamız değil, sandıkta düşman olmamız işlerine geliyor.

Sonuçta, Türkiye’nin genetik yapısını konuşurken şunu söylemek lazım: Hepimiz aynı yemeğin farklı tabaklarda servis edilmiş halleriyiz. Kimi yoğurtlu, kimi salçalı, kimi biraz acılı. Ama temel malzeme aynı. Genetik testte çıkan %10 Orta Asya’yı alıp “demek ki ben özbeöz Türk’üm” diye sevinmek, kısırın içine nar ekşisi koyup “bu İtalyan mutfağı” demek gibi. Senin DNA haritan Osmanlı mutfağından hallice: ne gelmişse atmışlar, üstüne bir de yoğurt dökmüşler. Yani “safkan Türk, safkan Kürt, safkan Ermeni” yok; safkan olan tek şey, bu masallara inananların saflığı. Ama işte politikada bu masalları satmak kolay: milletin DNA’sına değil, damarına basınca oy geliyor.

Kaynakça

Cinnioğlu, C., King, R., Kivisild, T., Kalfoğlu, E., Atasoy, S., Cavalleri, G. L., ... & Tyler-Smith, C. (2004). Excavating Y-chromosome haplotype strata in Anatolia. Human Genetics, 114(2), 127-148. https://doi.org/10.1007/s00439-003-1031-4

Hodoglugil, U., & Mahley, R. W. (2012). Turkish population structure and genetic ancestry. Annals of Human Genetics, 76(2), 128-141. https://doi.org/10.1111/j.1469-1809.2011.00700.x

Nasidze, I., Quinque, D., Ozturk, M., Bendukidze, N., & Stoneking, M. (2005). MtDNA and Y-chromosome variation in Kurdish groups. Annals of Human Genetics, 69(4), 401-412. https://doi.org/10.1046/j.1529-8817.2003.00190.x

Richards, M., Macaulay, V., Hickey, E., Vega, E., Sykes, B., Guida, V., ... & Torroni, A. (2000). Tracing European founder lineages in the Near Eastern mtDNA pool. American Journal of Human Genetics, 67(5), 1251-1276. https://doi.org/10.1086/303226

Semino, O., Passarino, G., Oefner, P. J., Lin, A. A., Arbuzova, S., Beckman, L. E., ... & Underhill, P. A. (2000). The genetic legacy of Paleolithic Homo sapiens sapiens in extant Europeans: A Y chromosome perspective. Science, 290(5494), 1155-1159. https://doi.org/10.1126/science.290.5494.1155

Read more

Kadınlığın Rengi: Marilyn Monroe ve Sarışınlık Dininin Doğuşu

Kadınlığın Rengi: Marilyn Monroe ve Sarışınlık Dininin Doğuşu

Norma Jeane Mortenson, 1946’da saçlarını platine boyadığında yalnızca kimliğini değil, kadınlığın endüstriyel standardını da yeniden icat etti. Hollywood o anda yeni bir tanrıça yarattı: Marilyn Monroe. O günden itibaren milyonlarca kadın saçlarını sarıya boyarken aslında boyadığı şey saçları değil; kendini toplumsal onay için boyadı. Monroe yalnızca bir aktris değil,

By Daphne Emiroğlu