Ayasofya: İmparatorlukların Gölgesinde Yükselen Efsane

Ayasofya: İmparatorlukların Gölgesinde Yükselen Efsane
Photo by Raimond Klavins on Unsplash

Ayasofya, yalnızca mimari bir yapı değil; tarih boyunca farklı inançların, iktidarların ve ideolojilerin yeniden biçimlendirdiği bir sembol olmuştur. Şehrin silüetinde binlerce yıldan gelen görkemini de İstanbul'a adım atan herkese yaşatır. Roma’dan Bizans’a, Osmanlı’dan modern Türkiye’ye kadar, her dönemin iktidarı Ayasofya’ya kendi anlamını yüklemiş, onun üzerinden kendi hikâyesini anlatmıştır. Hikaye anlatıcıları gitmiş, Ayasofya bundan sonraki hevesliler için hala ayaktadır.

1. İlk Ayasofya (360–404)

İlk Ayasofya, MS 360 yılında Bizans İmparatoru II. Konstantiyus tarafından inşa ettirildi. O dönemde yapı "Megale Ekklesia" yani "Büyük Kilise" olarak biliniyordu. Ahşap çatılı bu ilk yapı, 404 yılında bir halk ayaklanması sırasında çıkan yangında tamamen yıkıldı.

2. İkinci Ayasofya (415–532)

415 yılında İmparator II. Theodosius tarafından yeniden inşa ettirilen ikinci Ayasofya, bu kez taş temelli ve daha büyük bir yapıydı. Ancak 532 yılındaki Nika Ayaklanması sırasında halkın isyanı sonucunda bu yapı da yıkıldı.

3. İmparator Justinianus’un Ayasofya’sı (537)

Bugün gördüğümüz Ayasofya, 532 yılında İmparator I. Justinianus’un emriyle inşa edilmeye başlandı ve beş yılda tamamlandı. Mimarlar Anthemius (Trallesli) ve Isidorus (Miletli), dönemin mühendislik sınırlarını zorlayan bir kubbe sistemi geliştirdiler. Yapı, 27 Aralık 537'de büyük bir törenle açıldı. Justinianus’un, açılışta "Seni geçtim Süleyman!" dediği rivayet edilir.

Ayasofya'nın mimarisi, hem Roma bazilikası planını hem de merkezi plan şemasını birleştirerek benzersiz bir form yaratmıştır. Kubbesi, 56 metre yüksekliğiyle çağının çok ötesindeydi. Mozaiklerle süslenen iç mekân, hem Hristiyan ikonografisini hem de imparatorluk ihtişamını yansıtmaktadır.

4. 1453: Osmanlı’nın Fethi ve Camiiye Dönüşüm

29 Mayıs 1453’te İstanbul’un fethinden hemen sonra, Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye çevrilen Ayasofya, İslam dünyası için bir zafer simgesi hâline geldi. Kiliseye ait mozaikler sıvanarak örtüldü, mihrap, minber ve minareler eklendi. Yapı, cami olarak 1934’e kadar kullanıldı.

Osmanlı döneminde Ayasofya, birçok kez onarımdan geçti. Özellikle Mimar Sinan tarafından yapılan payandalar, yapının statik sorunlarını çözmek açısından kritik öneme sahiptir. Aynı zamanda Ayasofya, Osmanlı’nın merkezi camisi olarak birçok padişahın cülus namazına ev sahipliği yapmıştır.

5. Cumhuriyet ve Müzeleşme Süreci (1934–2020)

Mustafa Kemal Atatürk'ün liderliğinde yürütülen laikleşme politikaları kapsamında, 24 Kasım 1934’te Bakanlar Kurulu kararıyla Ayasofya camiden müzeye dönüştürüldü. Bu adım, Türkiye’nin Batı’ya açılımının ve sekülerleşme sürecinin sembollerinden biri olarak kabul edildi.

1931-1938 yılları arasında, Amerikalı Bizans Enstitüsü’nün girişimiyle mozaikler restore edildi ve Hristiyan dönemine ait sanat unsurları yeniden görünür kılındı. Ayasofya, bu dönemde hem İslam hem de Hristiyan mirasını barındıran bir kültürel bellek mekânına dönüştü. İki imparatorluğun tek müzede varlığını sürdürmesi muhteşemdi. Şimdi de yapılıyor mu bilmiyorum, eskiden ilkokul öğrencileri Ayasofya ziyaretini mutlaka gerçekleştirirdi. Elbette dini bir amaçla değil, tarihi dokuyu görmek için.

6. 2020 ve Sonrası: Tekrar Cami

10 Temmuz 2020 tarihinde Danıştay 10. Dairesi’nin 1934 tarihli kararı iptal etmesiyle, Ayasofya’nın tekrar cami olarak kullanılmasının önü açıldı. Aynı gün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ayasofya’nın cami olarak Diyanet’e devredildiğini açıkladı. 24 Temmuz 2020 tarihinde, uzun yıllardan sonra ilk cuma namazı kılındı.

Bu gelişme, iç politikada dindar seçmene yönelik bir hamle olarak değerlendirilmiş; uluslararası alanda ise UNESCO ve çeşitli Hristiyan toplulukların tepkisine yol açmıştır. Bugün Ayasofya, hem cami hem de ziyarete açık bir tarihî mekân olarak kullanılmaktadır.

7. Hurafeler, Hikayeler ve Şehir Efsaneleri

Ayasofya, sadece tarihsel olaylarla değil, aynı zamanda halk arasında dolaşan efsanelerle de zihinlerde yer etmiştir. Ancak bazı efsaneler zamanla bilimsel araştırmalarla da kesişmiştir. Özellikle yeraltı yapıları ve mahzenlere dair iddiaların bir kısmı, çeşitli araştırma ekipleri tarafından kısmen incelenmiştir..

  • Kıyamete Kadar Açılmayacak Kapı Efsanesi: Rivayete göre İstanbul’un fethi sırasında Ayasofya’da görevli bir rahip, kutsal emanetleri alarak yapının içindeki gizli bir kapıdan geçip kaybolmuştur. O kapının kıyamete kadar bir daha açılmayacağına inanılır.
  • Gözyaşı Sütunu (Terleyen Direk): Ziyaretçiler tarafından sıkça dokunulan bu sütunun, zaman zaman mucizevi biçimde nemlendiği söylenir. Hastalara şifa verdiğine inanılır. Aynı zamanda dilek dileme geleneği bu noktada yaygındır.
  • Ayasofya'nın Gizli Mahzenleri: Yapının altında Bizans döneminden kalma tüneller ve mahzenlerin bulunduğu, hatta bu tünellerin İstanbul’un farklı bölgelerine açıldığına dair söylenceler mevcuttur. 1990'lı yıllardan itibaren Ayasofya'nın altına dalışlar yapılmış, özellikle Bizans dönemine ait su kanalları ve yer altı galeri sistemleri araştırılmıştır. İstanbul Arkeoloji Müzesi ve bazı mağara dalgıçları tarafından gerçekleştirilen bu çalışmalarda, yapı altındaki sarnıçlar ve kanalizasyon sistemlerine inilmiştir. Bu alanların büyük kısmı hâlâ keşfedilmeyi beklemektedir. Bazı araştırmacılar, bu tünellerin Yerebatan Sarnıcı ve hatta Topkapı Sarayı'na uzandığını iddia etmektedir. ve mahzenlerin bulunduğu, hatta bu tünellerin İstanbul’un farklı bölgelerine açıldığına dair söylenceler mevcuttur. Ancak bu yapıların çoğu ya araştırılamamış ya da efsane seviyesinde kalmıştır.
  • Kubbede Gizli Melek: Sıvaların arkasında keşfedilen bazı mozaik figürlerin aslında saklı melekler olduğu, bu meleklerin yapıyı görünmez biçimde koruduğu gibi mistik yorumlar da yapılmıştır.

Bu tür efsaneler, Ayasofya’nın sadece mimari değil, aynı zamanda kültürel ve dini bir mitler deposu olduğunu da gösterir.

Kaynakça

  • Mango, Cyril. Ayasofya: Bizans Dünyasında Bir Başkent. İstanbul: Homer Kitabevi, 2002.
  • Krautheimer, Richard. Early Christian and Byzantine Architecture. Yale University Press, 1986.
  • Necipoğlu, Gülru. The Age of Sinan: Architectural Culture in the Ottoman Empire. Reaktion Books, 2005.
  • Mainstone, Rowland J. Hagia Sophia: Architecture, Structure and Liturgy of Justinian's Great Church. Thames & Hudson, 1988.
  • Şahin, Kaya. “Ottoman Interpretations of the Hagia Sophia: From Imperial Mosque to National Symbol.” Journal of Islamic Architecture, 2019.
  • Resmî Gazete Arşivi, T.C. Danıştay 10. Dairesi Kararları
  • T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları
  • Ayverdi, Ekrem Hakkı. Osmanlı Mi’mârîsi. İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, 1980.
  • Grierson, Philip. Byzantine Coinage and Its Influence, Dumbarton Oaks Studies, 1999.
  • Türk Mitolojisi Araştırmaları Dergisi, 2021. “Ayasofya Efsaneleri Üzerine Notlar.”

Read more

Tanrı Tarihi #23 Tanrı’ya mı İnsana mı Boyun Eğmeli?

Tanrı Tarihi #23 Tanrı’ya mı İnsana mı Boyun Eğmeli?

Tektanrıcılığın Ontolojik Derinliği ve İslam’ın Kurumsal Sapmaları Üzerine Karen Armstrong’un Dinin Kısa Tarihi adlı eserinin “Tanrı’nın İradesine Boyun Eğmek” başlıklı bölümü, özellikle İslam’ın teslimiyet temelli yapısını anlamak için güçlü bir başlangıç noktası sunar. Ona göre “Müslüman” olmak, kelime anlamıyla Tanrı’ya teslim olandır. Bu teslimiyet, yalnızca

By Daphne Emiroğlu
Ella Fitzgerald: Notalara Dokunan Kadın

Ella Fitzgerald: Notalara Dokunan Kadın

İnsan kendi dertlerine, beceriksizliklerine, korkularına uydurduğu bahanelere bakınca bazen utanıyor. Minik dertleri göğüsleyemeyen, küçük sorunları çözemeyen, mutsuzluklarına ve problemlerine çözüm bulamayan insanlarla, bir çoğu için dünyanın sonu denecek yerlerden yıldız gibi parlayan insanlar çıkıyor. Hepsi aynı gezegende yaşıyor. Aynı havayı soluyor. Ella Fitzgerald'dan bahsedeyim biraz. Geceleri onun sesiyle

By Daphne Emiroğlu
Satıh hâlâ müdafaaya muhtaçtır.

Satıh hâlâ müdafaaya muhtaçtır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Sakarya Meydan Muharebesi sırasında söylediği “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır; o satıh bütün vatandır” sözü, yalnızca bir savaş stratejisinin özeti değil, bir milletin varoluşsal mücadelesini ifade eden tarihî ve felsefî bir bildiridir. Yüzeyde bu cümle, belirli bir cephe hattının savunulmasından vazgeçilip, topyekûn direniş anlayışının benimsendiğini

By Daphne Emiroğlu