Bir Halından Az Yaşamak

İnanılmaz! Gerçekten inanılmaz!
Bu halı yirmi senelik mi? Ya da otuz? Üstünde bir tane bile leke yok! Bir tane bile! Püskülleri bu eve ilk geldiği gün de böyleydi herhalde. Bu kadar beyaz… Tertemiz… Hatırlıyorum püskülleri yıkardın…
Bu halı oturma odasında benim oyun alanımdı bir ara… Üstündeki desenleri oyuncak arabalarıma yol olurdu. Halının üstünde kavşaklar vardı hatırlıyor musun? Gülerdin bana. Kız halının deseninden neler uyduruyorsun derdin. Uydururdum… El halısıymış. Anlamazdım ben el halısına gösterilen bu büyük dikkati ve özeni… Halı işte… “Aaa çok kıymetli bir halı o!” derdin. Kıymeti kim belirliyor bu gezegende, bu halıyı dokuyan eller mi, onu alıp gözü gibi bakan mı yoksa ikisi arasındaki uyanık tüccar mı?
Tamam, tamam!
Sonra anladık, kıymetliymiş… Ama senden kıymetli miydi gerçekten? Püsküller senin hayatından kısaydı ama sen kendi hayatına gösterdiğinden daha fazla özen gösterdin onlara… Senin ömrün daha uzundu. Belki başka şeylere adanmasaydı daha da uzun olabilirdi. Tutumlu kadın! Söylesene ne gerek vardı? Arap sabunu diye tutturmanın ne alemi vardı büyükanne? Kendini eşyalar için yormanın ne alemi vardı? Halının püskülleri ak pak olsun diye saatleri harcamanın ne değeri vardı?
Her gün temizlediğin saç fırçan kaldı geride… Üstünde saçların vardı bu sefer. Fırsat bulamamışsın temizlemeye… Hepsi sensiz kaldılar. Hiç kimsenin umurunda değil. Açıkçası benim de umurumda değil. Sen olmadığın zaman geride kalanların hiçbir önemi yok. O şeyler sadece biz daha iyi yaşayalım diye, bize beğendiğimiz şeylere bakalım diye, biz keyfimizce sohbet edelim diye… Biz bakıp bakıp “Ah çk değerli bir el halısı!” diyelim diye! Yemek takımları, altın yaldızlı kadehler, likör takımları, biblolar… Neymiş Fransa’dan alınmış… Bana ne! Danteller, örtüler, havlular, yatak etekleri… Büyükanne yatağa etek giydirmek için ne kadar vaktini harcadın şu hayatında? Onları yıkamak için, kolalamak için, tekrar yatağa giydirmek için… Neden? Dayanamadım aldım sakladım. Sandıkta duruyor. Dedemin gözü gibi sakladığı manevra sandığında…
Neden kölesiyiz eşyaların?
Ya da eşyaların bizi köle eden hangi anlamları var?
Daha mı kaliteli bir uykuydu dedemle sizinki etek giymiş bir yatakta? Etekleriniz zil mi çaldı? Ne oldu? Çocuklarınız daha mı zeki oldu?
Bana da bir yatak örtüsü almıştın, gelinlik gibi… Yatağa örtmek için yarım saat ayırmak lazımdı… Kaldırmak için yarım saat… Tembellik edip üstüne de yatamazsın, çiçekler, tüller… Gece yatmadan evvel askeri tören yapmayı gerektirecek kadar havalı bir yatak örtüsü. Yatak öyle güzeldi ki içine yatmaya utanır insan biz o kadar güzel değildik çünkü. Bir gün dolaba kaldırmıştım, kızdın.
Perdelerin, halıların, koltukların için özeni, keşke ilk hastalandığında kendin için de gösterseydin… Ben söylemiştim herkese hatırlıyor musun, hasta olduğunu ve sakladığını… Kızdın bana. Ne yapacaktın küvetin temizliğini kontrol ederken ölmeyi mi bekleyecektin?
Zaman hızlı geçti, sen çok geç değiştin büyükanne…
Artık işimize yaramayan o kadar detayın tek sahibi ve sorumlusu olmaktan geç vazgeçtin… Porselen demlik seni bekliyor ama çok bekler daha… Ve halıların püskülleri hiç sararmayacak gibi duruyor. Hepsini kesmek isterdim. Küçükken gizlice aradan koparırdım azalsınlar diye… Halılar neden püsküllü diye düşündün mü hiç? Hayatımızın püsküllerini bu boş işlerle unutalım diye bence…
Şimdi yoksun…
Eşyaların hepsi duruyor…
Gözün gibi baktığın sandığı ben aldım. Annenin sandığı… Yeni menteşeler taktırdım. Temizlettim, cilalattım…Bu kadar… Bakınca seni hatırlıyorum…
Tek unutmadığım şey var senin yatak odandan…
Seni alıp götürdükleri gün başucunda kalan o saç fırçası ve üstündeki saçlar…
Dedem günlerce temizletmemişti o fırçayı…
Kalsın saçları dedi…
Keşke her yere dökülseydi saçların…