Demokrasi, tekrar ettikçe yok olan bir kelime midir?

Demokrasi, tekrar ettikçe yok olan bir kelime midir?

1899, Osmanlı İmparatorluğu… Yer Aydın, Çakırlı Köyü. İbrahim Etem Bey ve Tevhide Hanım’ın oğlu olarak dünyaya geldi. Bir çiftçinin oğlu. Menderes anne babasını küçük yaşta kaybeder. O yüzden onlara dair bir hatırası yoktur. Dedesinden miras kalan Aydın’daki Çakırbeyli Çiftliği ile genç bir toprak ağası olur. Henüz 9 yaşındadır ve anneannesi tarafından büyütülmüştür.

Okul hayatına, İzmir İttihat ve Terakki Mektebi’nde başlayan Menderes, eğitimine İzmir Amerikan Koleji’nde devam etti. 1931 yılında CHP Aydın milletvekili seçildikten sonra Ankara Hukuk Fakültesi’ne girerek, 1935 yılında mezun oldu. Yedek subay eğitimi almasına karşı, Birinci Dünya Savaşı’na sıtma hastalığına yakalandığı için katılamayan Menderes, Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği başarılardan dolayı İstiklal Madalyası almaya değer görüldü. İzmir’in ünlü ailelerinden, Evliyazade Fatma Berin Hanım ile 1929 yılında evlendi ve Yüksel, Mutlu, Aydın olmak üzere üç oğlu oldu.

Adnan Menderes (3 Şubat 1958 tarihli ‘Time’ dergisi kapağı)

Adnan Menderes’in tüm hayatını bir yazıda anlatmam mümkün değil. Başbakan seçildikten sonra yaptığı bazı şeyleri yazacağım. Size daha önce Dörtlü Takrir imzacısı olarak demokrasi tutkusunu gösterdiğini yazmıştım. Demokrasi istiyor, Milli Şef döneminin bittiğini ifade ediyordu.

Hıfzı Topuz 6 Eylül 2020 tarihli yazısında şöyle anlatıyor;

14 Mayıs 1950 seçimleri ile Demokrat Parti iktidara geldiği zaman bütün gazeteciler bayram etmişti. Ben de onların arasındaydım. Adnan Menderes gazetecilerin dileklerini yerine getireceğini söylüyordu. İlk olarak Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasında Münasebetleri Tanzim Eden Kanun 13 Haziran 1952’de yayımlandı. Bu kanun gazetecilere şu hakları sağlıyordu;

• Sendika kurabilmek,

• Sosyal sigortalardan yararlanmak,

• İşverenin gazeteciyle yazılı iş anlaşması yapması zorunluluğu,

• İş anlaşmasını bozmak isteyen gazete sahibinin gazeteciye kıdem tazminatını ödemesi,

• Gazetenin kapanması durumunda gazeteciye ücret,

• Haftalık tatil, yıllık ücretli izin,

Bu kanun o zaman için çok önemli bir aşamaydı.

Bu seçimlerde DP’nin afişleri de demokrasi çığlıkları atıyordu.

Bu slogan çok işe yaramıştı. 27 yıllık CHP iktidarı seçimde yenildi. DP oyların %55'ini alarak meclisin %85 sandalyesinin sahibi oldu. Çoğunluk artık DP’deydi. 22 Mayıs 1950'de Celal Bayar Türkiye’nin üçüncü cumhurbaşkanı seçildi. Aynı gün Adnan Menderes başkanlığındaki ilk DP hükûmeti de kuruldu. Celal Bayar’dan boşalan DP genel başkanlığına da 9 Haziran’da Adnan Menderes getirildi.

Toplam seçmen:8.905.743

Toplam kullanılan oy:7.953.085

Toplam geçerli oy:7.953.055

Katılım oranı (%)89,30

Milletvekili sayısı: 487

Demokrasi çağrısı, CHP döneminin yaşadığı sıkıntılar da üstüne eklenince halkta bir karşılık bulmuştu. Gazeteciler nasıl sevinmesin? Dekomrasi onların mesleği için önemli bir şart…

Hıfzı Topuz’a geri dönelim:

Söylediğinin tam tersini yaptı diyor Hıfzı Topuz.

“…ne yazık ki bu bayram havası çok sürmedi. Menderes en ufak bir eleştiriye tahammül edemiyordu. DP hükümeti 1956’da radyo ve yayın yoluyla işlenen suçlar kanununa yeni maddeler ekledi. Bu maddelerden biri “Kötü niyetle ya da özel maksada dayanan yayında bulunmak, hükümetin dışarıdaki itibarını mübalağalı ve özel maksada dayanan haberlerle sarsmak.”

Menderes yasal yollarla basına her gün yeni yeni kısıtlamalar getiriyordu. Biz 1953 yılında Gazeteciler Sendikası’nı kurmuştuk. 1955 yılında da Türkiye Gazeteciler Konferansı adıyla ulusal çapta bir toplantı düzenledik. Ben sendikanın genel sekreteriydim. Ankara ve İzmir gazeteci sendikaları da bu toplantıya katılmışlardı. Menderes, konferansta verilen kararları tepkiyle karşıladı. Bir süre sonra sendikamız kapatıldı.

Her gün gazetecilere karşı yeni yeni davalar açılıyordu. Zaman, Ulus, Yenigün, Milliyet, Cumhuriyet, Dünya, Vatan, Tercüman gazetelerinin sorumluları haftada birkaç gün mahkemelere taşınıyorlardı.

1954–1960 yılları Türk Basın Tarihi’nde sonu gelmeyen davalarla dolu karanlık bir dönemdir. Yalnız dört yıllık bir süre içinde (Mart 1954 — Mayıs 1958) 1161 gazeteci hakkında kovuşturma açılmış ve bunlardan 238’inin mahkûmiyetine karar verilmişti. O dönemde gazetelerde şu başlıklar görünüyordu;

• Basın gazileri selam size (2 Ağustos 1959)

• 35 gazeteci yargılandı (17 Eylül 1959). Dün 7 gazete mahkûm oldu (3 Aralık 1959)

• İstanbul ve İzmir’de 29 basın davasına bakıldı (24 Aralık 1959)

• 3 arkadaş daha gitti (1 Şubat 1960)

• Dün 27 gazeteci yargılandı (17 Mart 1960).”

Demokrasi koltuğa giderken mübah orada otururken belki de o kadar iyi bir şey değildi. Bilmiyorum, ben hiç o koltuklara oturmadım. Eleştirilere göğüs germek, anlamak, dinlemek, faydalanmak zor iştir. Ama siyaset bu olgunluk olmadan yapılacak iş değil. İnsan tek adama, tek partiye giderken içindeki tek adam olma hırsını törpüleyemiyordur belki. Kaybedecekleri ona oy veren insanların canından ve yaşamından daha kıymetli oluyordur.

Hıfzı Topuz başka şeyler de anlatıyor:

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi özel bir kanunla Meclis’te bir de Tahkikat Komisyonu kuruldu. Komisyon her gün yeni yasaklar getiriyordu. 27 Mayıs 1960’ta Meclis’teki görüşmelerin de yazılması yasaklandı.

Öte yandan İstanbul ve Ankara’da sıkıyönetim ilan edildi. Sıkıyönetim komutanları da her gün basına karşı yeni önlemler aldılar.

O dönemde basın özgürlüğü diye bir şey kalmamıştı memlekette. İşte bu yüzdendir ki 27 Mayıs’ı gazeteciler bir bayram havası içinde kutladılar.

Yani Menderes dönemi gazeteciler için bir özgürlük dönemi değil, bir baskı dönemiydi. Gazeteciler bunları unutmadılar. O günler basın tarihine kara bir dönem olarak geçti.

Menderes’in basın özgürlüğüne hiç sempatisi yoktu.

Ben birkaç kez kendisiyle karşılaştım. Celal Bayar, o ve başka gazetecilerle bir tren gezisi yaptık. Gezide Vala Nurettin Va-Nu ile birlikteydik. Yemeklerde bazen bir araya geliyorduk.

Başka bir anım da şu; Menderes bir dönemde Paris’e gelmişti. Orada da yine bizlerle uzun uzun görüştü. Hiç de kötü izlenimlerimiz olmadı. Ama kürsüye çıktığı zamanlarda bazen saldırgan bir insan oluyordu.

Devletin gücünü eline geçirdiğinde neler döndüğünü normal bir vatandaşın anlaması her zaman mümkün olmaz. Biz olan bitenin sonuçlarını yaşıyoruz zadece. Bazen yetkiyi elinde bulunduranın da bile, isteye,zayıf yönleri de kullanılarak yanlış yönlendirildiği mümkün olabilir. Adnan Menderes’e yapılan darbeye giden yolda bu konuda bir çok yazarın eserleri mevcut. Ancak yine de şu var ki insan bir koltuğa oturduğunda ve o kürsünün sahibi olduğunda belki geldiği yolu unutuyordur. İnsan unutkan, bu çok mümkün.

İlk demokrasi kahramanı dedikleri Adnan Menderes, milletin hakkı olan haber elde etme özgürlüğünü de engelleyen kişi… Anti demokratik yöntemlere başvurduğu alanlar oldu ve Türkiye tarihinde kara lekelerden biri olan anti demokratik bir yöntemle yaşamı eline alındı.

Read more

Tanrı Tarihi #24 Yanmakla Korkut, Biatla Kurtul: Mümin Üretim ve Dağıtım Kooperatifi

Tanrı Tarihi #24 Yanmakla Korkut, Biatla Kurtul: Mümin Üretim ve Dağıtım Kooperatifi

Dinin tarihsel serüveni, yalnızca metafizik bir arayış değil; aynı zamanda güç, tahakküm ve korku üzerine kurulu bir düzenin de hikâyesidir. Mücadele ve cehennem gibi kavramlar, sadece inanç sistemlerinin bileşeni değil, toplumsal düzenin kontrol mekanizmaları hâline gelmiştir. Din, iktidarı meşrulaştırmak ve itaati koşullamak için araçsallaştırıldığında, mücadele cihada, korku ise cehenneme dönüşür.

By Daphne Emiroğlu
Tanrı Tarihi #23 Tanrı’ya mı İnsana mı Boyun Eğmeli?

Tanrı Tarihi #23 Tanrı’ya mı İnsana mı Boyun Eğmeli?

Tektanrıcılığın Ontolojik Derinliği ve İslam’ın Kurumsal Sapmaları Üzerine Karen Armstrong’un Dinin Kısa Tarihi adlı eserinin “Tanrı’nın İradesine Boyun Eğmek” başlıklı bölümü, özellikle İslam’ın teslimiyet temelli yapısını anlamak için güçlü bir başlangıç noktası sunar. Ona göre “Müslüman” olmak, kelime anlamıyla Tanrı’ya teslim olandır. Bu teslimiyet, yalnızca

By Daphne Emiroğlu
Ella Fitzgerald: Notalara Dokunan Kadın

Ella Fitzgerald: Notalara Dokunan Kadın

İnsan kendi dertlerine, beceriksizliklerine, korkularına uydurduğu bahanelere bakınca bazen utanıyor. Minik dertleri göğüsleyemeyen, küçük sorunları çözemeyen, mutsuzluklarına ve problemlerine çözüm bulamayan insanlarla, bir çoğu için dünyanın sonu denecek yerlerden yıldız gibi parlayan insanlar çıkıyor. Hepsi aynı gezegende yaşıyor. Aynı havayı soluyor. Ella Fitzgerald'dan bahsedeyim biraz. Geceleri onun sesiyle

By Daphne Emiroğlu