Dik Memeler, Sarkmış Demokrasi: Türkiye’de Sosyal Medya

Selülitle savaşan ama otoriteyle barışık, acı dolu ve komik bir halk.
Türkiye’de sosyal medya kullanımı yalnızca dijitalleşmenin doğal bir sonucu değil, aynı zamanda bastırılmış arzuların, çarpık toplumsallaşmanın ve kolektif hafıza kaybının bir tezahürüdür. Herkesin görünmek istediği ama kimsenin gerçekten “olmak” istemediği bu dijital arenada, kullanıcılar estetik kaygı, sosyal onay ihtiyacı ve linç korkusu arasında akrobatik bir denge kurmaya çalışıyor. Ve ipten düşenler genellikle “fikri olanlar” oluyor. Çünkü düşünce, bu topraklarda hâlâ en pahalı aksesuar. Mesela bu yazıyı okunması için bir sosyal medya platformunda paylaşman gerek ama orada yazının linkini tıklayacak insan yok. Sadece linki paylaşmanı beğeniyorlar: Çok güzel paylaşmışsın kızım, aferin!
2024 We Are Social & Meltwater raporuna göre Türkiye’de internet kullanıcılarının %96’sı sosyal medya kullanıyor. Ortalama günlük kullanım süresi 2 saat 44 dakika. TikTok ve Instagram, 16-24 yaş grubunda neredeyse TV’nin yerini almış durumda. Gerçi “düşünmeyi” devreden çıkardığın her mecra, bizde zaten reyting rekoru kırıyor. Üstelik bu kullanıcıların büyük çoğunluğu içerik üretmiyor, yalnızca izliyor, beğeniyor ya da linç ediyor. TÜİK 2023 Dijital Medya Raporu’na göre gençlerin sadece %6.5’i düzenli içerik üretimiyle uğraşıyor. Diğerleri, büyük oranda algoritmanın önerdiği içerikleri tüketiyor. Yani ekran başında parmağını kaydırarak aktivist, mizahçı, ekonomist ve ilişki terapisti oluyorsun. Bedava diploma, bonus olarak da 3 beğeni geliyor.
Bu toplumun karakteristiği: kısa dikkat süresi, derinliksiz tartışmalar ve yüzeysel bağlılık. Microsoft’un 2023 Attention Span Raporu’na göre ortalama dikkat süresi 8.25 saniyeye düştü. Evet, bir Japon balığınınki kadar. Şaka değil. Bu veriyle birlikte UNESCO’nun 2022 tarihli “Media Literacy and Cognitive Erosion” çalışması birleştiğinde, tablo netleşiyor: Türk kullanıcıları sadece ekran bağımlısı değil, aynı zamanda içerik refleksiyle düşünme eşiğini kaybediyor. Artık fikir değil video tüketiyoruz. Tükettiklerimizi de hatırlamıyoruz. Hele ki içinde çığlık atan biri varsa, onu izlemek milli sporumuz gibi. Parmak kayıyor, beyin bayılıyor. Alzheimer’ın ön evresi: “bilgiye tıklamadım çünkü font küçüktü.”
Estetik temsillerin aşırı yüceltildiği Instagram, Türkiye’de hem kadının hem erkeğin dijital bir vitrin nesnesine dönüştüğü bir platform. Kadın kullanıcıların %72’si en az bir filtre kullanmadan paylaşım yapmadığını belirtiyor (TÜBİTAK, Sosyal Medya Estetik Anketi, 2023). Filtreyi çıkarırsan depresyon başlıyor çünkü. Erkeklerde ise “mekân + araba + puro + bileklik” estetiği revaçta. Yani Don Kişotluk değil, Don Perignonluk önemli. Gerçek hayatta olmayan lüks, sosyal medyada “sanki” estetiğiyle ikame ediliyor. Bourdieu sağ olsaydı Türkiye’ye gelip “kültürel sermaye değil, dijital emanet” diye makale yazardı. Çünkü bu topraklarda sınıf atlama zor, ama “lüksmüş gibi görünme” storysi kolay.
Siyasi içeriklerde ise işler daha da karanlık. Twitter (şimdiki X) gibi mecralar, bir tartışma alanından çok dijital cephe hattına dönüştü. Linç, ifşa ve hedef göstermeler olağanlaştı. Düşünce belirtmek, mayınlı tarlada sek sek oynamak gibi. Freedom House 2023 Raporu’na göre Türkiye, “sosyal medya üzerinden sansür ve devlet müdahalesi en yoğun ilk 10 ülke” arasında yer alıyor. Yani düşünürsen linç, düşünmezsen algoritma. Zeynep Tüfekçi “Tear Gas” derken bizde timeline gazlı zaten. Üstelik her politik görüşün kendi trol ve bot ordusu var. Gerçeklik artık RT sayısıyla ölçülüyor. Orwell mezarında TikTok açmış olabilir.
İşin ilginç tarafı, tüm bu yapaylığa rağmen mizah hâlâ hayatta. Çünkü bu coğrafyada insan ya güler ya çıldırır. Türkiye, sosyal medya temelli kara mizah ve parodi üretiminde oldukça yaratıcı. Ama bazen bu yaratıcı “kurtarılmış alanlar” da bir çeşit oto-sansüre dönüşüyor. Acı da komik olunca, kimse hesap sormuyor. Sonuç: Mizah, sistem eleştirisinin sesi olmaktan çıkıp, sistemin sesiyle dans ediyor. “Elektrikler gitti” tweeti bile şaka diye RT ediliyor, sonra gerçek olduğu anlaşılınca “biz zaten anlamıştık” deniliyor. Meme kültürü, travma terapisinin yeni adı. İzahı olmayan şeyleri mizahı olur diyerek izah edilemeyecek yeni mizah konuları yaratılıyor.
Mahremiyet ise artık yok. Aile içi kavgalar, çocukların doğumu, boşanmalar, cenazeler bile storylerde. “Story atılmayan cenazeye gitmem” diyen nesil türedi. Oxford Empathy Study 2023’e göre sosyal medyada yüksek mahremiyet ihlali yapan bireylerde empati skorları %37 daha düşük. Çünkü “acı” da artık içerik türü. İnsanlar ağlayarak video çekiyor, sonra o videoya “daha fazla ulaşması için” para veriyor. Dijital şizofreni mi, meta-empati mi, algoritmik travma mı? Bilemeyiz, çünkü psikologlar da Reels çekmeye başladı.
İnfluencer ekonomisi ve içerik üretim çılgınlığı ise kendi “boş yapma ekonomisini” yarattı. Akademik ya da bilgi odaklı içerikler düşük etkileşim alırken, makyaj videoları, lüks ürün tanıtımları ya da “sevgilimle evde challenge yaptık” gibi içerikler milyonlarca izleniyor. Journal of Digital Psychology’nin 2024 çalışmasına göre Türkiye’de dijital içeriklerde bilgi yoğunluğu son 5 yılda %41 azaldı. Bilgi değil, ses seviyesi önemli. Yeter ki çığlık at, yeter ki ağla, yeter ki “şok oldum!” de. Zekâ değil algı yönetimi, bilgi değil şov satıyor. Çağımızın yeni meşguliyet tanımı: “Bugün de bilgiye dokunmadım ama hayatımdan 2 saat çaldım.”
Son olarak, “dijital aktivizm” meselesi var. Hashtag kampanyaları, bir anda patlayan öfke seli ve sonra unutuluş… Twitter’da bir gece trend olan mesele, ertesi gün storyde kahve makinesi anketine dönüşüyor. “İnsanlık ölmedi” yazarken Black Friday’de indirim kovalayan bir halktan söz ediyoruz. Amnesty Türkiye’ye göre 2023 yılında sosyal medya üzerinden başlatılan 126 kampanyadan sadece 11’i fiziksel eyleme dönüşebildi. Geri kalanı, “dijital vicdan mastürbasyonu” olarak kayıtlara geçti. Aktivizm de “geçici bir öfke story’si”ne indirgenmiş durumda. #Adalet yaz, sonra diziye geç, son yıllarda en meşhurları da #bilmemkimyalnızdeğildir #muhittinabigazetecidir. Hashtagi patlar sonra keyfine bak... Sadece ekrana bakarak hayatını geçirsen zannedersin ki kahraman duyarlılar ülkesi, sokağa çıkınca hiç de öyle değil. Kendilerini ekranların içine kahraman olarak sıkıştırıp, evde çekirdek çitliyorlar.
Tüm bu veriler, Türklerin sosyal medyadaki davranışlarının yalnızca bireysel tercihler değil, aynı zamanda toplumsal kırılmaların ve kültürel çelişkilerin yansıması olduğunu gösteriyor. Sosyal medya burada yalnızca bir platform değil; yeni bir kimlik alanı, bastırılmış arzuların sahnesi ve gerçekliğin yerini alan kurgusal bir evren. Bu evrende herkes görünür, ama kimse gerçekten görülmüyor. Ya da şöyle diyelim: Herkes bir şey paylaşıyor ama kimse gerçekten paylaşmıyor.
Son 10 Yılda Türkiye’de Influencer İçeriklerinin Evrimi ve Kalitesi
2013-2015 arasında influencer kavramı daha çok “blogger” ve “YouTuber” ekseninde şekilleniyordu. Makyaj, moda ve seyahat temalı içerikler üreten bir avuç öncü içerik üreticisi, o dönemde izleyiciyi hem bilgilendirme hem de tavsiye sunma amacı güdüyordu. Fakat 2016 sonrası Instagram’ın yükselişiyle, influencer'lık bilgi üretiminden çok “gösteriş üretimi”ne dönüştü. Artık içerik değil, çerçeve önemli. Arka planda Boğaz varsa, ön planda ne dediğinin pek önemi yok.
2020 sonrası özellikle pandemiyle birlikte içerik üretimi patladı. Herkes influencer olmaya çalıştı, içerik kalitesi ise yerin dibine doğru yol almaya başladı. Boşanma hikâyeleri, mide ameliyatı süreçleri, 3 günde zayıflama sırları, "eşimle göz göze geldik ağladık", influencer yapılanların birbirleriyle kavgalar, ekrana tükürme videoları... Bunlar artık hayatın parçası değil, meslek dalı. “İçerik üreticisi” olmak, bazılarına göre Freud olmaktan daha havalı.
2021-2024 arasında TikTok’un hızla yaygınlaşmasıyla, influencer profili de dramatik biçimde değişti. Artık içerik değil “reaksiyon”, bilgi değil “beden”, düşünce değil “karın kası” önemli. 10 saniyelik bir dans videosu milyonlara ulaşıyor ama bir kitap önerisi 2 yorumla kalıyor. Yani kitap oku, beğeni gelmez; göbeğini salla, viral olursun. Eğitim değil kalça, zeka değil lüks... Karakter mi? Onu algoritma tanımıyor.
Ipsos & TÜİK 2024 Raporu’na göre, Türkiye’de aktif influencer’ların %82’si “bilgilendirici içerik üretmediğini” açıkça beyan etmiş. Çünkü bilgi üretmek, izlenmiyor; kurgular, sevgiliyle challenge yapmak, izleniyor. En çok içerik üretilen 3 alan şöyle :
- Güzellik ve bakım (estetik sponsorluklu içerikler)
- Gündelik yaşam (alışveriş vlogları ve “yeni ayakkabı aldım” anıları)
- Zayıflama ve mide ameliyatı süreci (hashtag: #değişimzorolmadı)
Bugünün influencer’ı, mahremiyetini paketleyip algoritmaya sunan, vicdanı ve bilgisi yerine erişim grafiğine göre hareket eden bir figür. Çünkü Türkiye’de artık “etki” bilgiyle değil, göğüs oranı – etkileşim oranı dengesiyle ölçülüyor.
Selülitle savaş, demokrasi için çabadan, dik memeler istikrarlı bir dirençten, pürüzsüz cilt insana yakışır yaşamdan daha önemli.
Kaynakça:
- We Are Social & Meltwater, “Digital 2024: Turkey”
- TÜİK, Dijital Medya Kullanım Raporu, 2023
- Microsoft, Attention Span Research Report, 2023
- TÜBİTAK, Sosyal Medya Estetik Tercihleri Anketi, 2023
- UNESCO, “Media Literacy and Cognitive Erosion”, 2022
- Oxford University, Empathy and Exposure Study, 2023
- Freedom House, “Freedom on the Net 2023 – Turkey”
- Journal of Digital Psychology, “Cognitive Load and Content Shift”, 2024
- Amnesty International Turkey, Sosyal Medya Aktivizm Raporu, 2023
- Ipsos Türkiye & TÜİK Influencer Ekosistem Raporu, 2024
- Zeynep Tüfekçi, “Twitter and Tear Gas: The Power and Fragility of Networked Protest”, Yale University Press, 2017
- Pierre Bourdieu, “Distinction: A Social Critique of the Judgement of Taste”, Harvard University Press