Ella Fitzgerald: Notalara Dokunan Kadın

İnsan kendi dertlerine, beceriksizliklerine, korkularına uydurduğu bahanelere bakınca bazen utanıyor. Minik dertleri göğüsleyemeyen, küçük sorunları çözemeyen, mutsuzluklarına ve problemlerine çözüm bulamayan insanlarla, bir çoğu için dünyanın sonu denecek yerlerden yıldız gibi parlayan insanlar çıkıyor. Hepsi aynı gezegende yaşıyor. Aynı havayı soluyor.
Ella Fitzgerald'dan bahsedeyim biraz. Geceleri onun sesiyle uyumayı alışkanlık haline getirdim. Sesine kulak verdiğinizde yani gerçekten odaklandığınızda hayran kalıyorsunuz. Bu gezegene nereden gelmiş olabilir diye düşünmeden edemiyor insan. Şimdiye dek bir kez bile dinlemediyseniz hemen açıp dinlemenizi öneririm. Bir sesle neler yapılabildiğini görmek her insanın hakkı.
Kayıp Çocukluk ve Ritimle Kurulan Hayat
Ella Fitzgerald’ın çocukluğu, caz müziğin temel dinamiklerini oluşturduğu Harlem’in gölgelerinde şekillendi. Annesinin erken ölümü ve istikrarsız aile yapısı, onu çok genç yaşta hayatta kalma mücadelesine zorladı. New York'taki yetimhanelerde, ıslah evlerinde geçirdiği yıllar, onun hem dışlandığı hem de kendini içsel olarak yeniden kurduğu bir dönemdi. Bu dönemde radyo, caz plakları ve mahalledeki swing dansları, Ella'nın dünyasını genişleten nadir pencerelerden biriydi.
İlk sahneye çıkışı, 1934’te Apollo Tiyatrosu’ndaki “Amatör Gece” yarışmasıyla oldu. Dans etmeyi planladığı bu gecede anlık bir değişiklikle şarkı söylemeye karar verdi. Dinleyicilerin büyülenmesi sadece onun sesinin güzelliğinden değil, o sesin içindeki hayatta kalma çığlığından da kaynaklanıyordu.
Swing’le Yükselmek: Chick Webb ve Büyük Buluşma
Chick Webb’in orkestrasına katılması, Fitzgerald için yalnızca bir kariyer sıçraması değil, aynı zamanda teknik olarak şekillenmeye başladığı dönemdi. Webb’in sert ama öğretici disiplini, onun yorumculuk becerisini keskinleştirdi. "A-Tisket, A-Tasket" gibi parodisi bol çocuk şarkılarından swing’in karmaşık yapısına geçiş yapması bu döneme denk gelir.
1939’da Webb’in ölümünün ardından orkestra liderliğini üstlenmesi, dönemin erkek egemen caz dünyasında neredeyse devrim niteliğindeydi. Aynı anda hem sahneye hâkim olup hem de orkestrayı yönetebilmesi, Fitzgerald’ın sadece şarkıcı değil, müzik işçisi olduğunun da göstergesiydi.
Scat’in Kraliçesi
Scat şarkıcılığı, doğaçlamanın zirvesi sayılır. Ella Fitzgerald bu teknikle sadece doğaçlamadı, aynı zamanda müzikle adeta konuştu. Dizelerinde anlam aramak gerekmedi; ritim, sesin kendi başına taşıdığı anlamsal güce dönüştü. Bu teknik, özellikle Dizzy Gillespie ve Charlie Parker gibi bebop devleriyle sahneyi paylaştığı yıllarda doruğa ulaştı.
Özellikle 1945 sonrası kaydettiği scat yorumları, vokalin bir enstrüman gibi kullanılabileceğini kanıtladı. Onun scat’le yaptığı doğaçlamalar, caz tarihçilerine göre saksafon doğaçlamalarıyla yarışacak denli güçlü ve teknikti.
Ella ve Irkçılık: Sesi Geçip Giden Kadın
1950’lerde caz sahnesi artık küreseldi. Ama Ella, sadece müzikle değil, varoluşuyla da mücadele ediyordu. O yıllarda beyaz olmayan sanatçılar birçok otele, sahneye ve restorana alınmıyordu. Hatta bir konser turunda Marilyn Monroe devreye girerek, Fitzgerald'ın Los Angeles’taki ünlü Mocambo Kulübü’nde sahne almasını sağladı. Monroe, “Her gece ön sırada oturacağım” demişti. Bu dayanışma, Ella’nın önünü açtı.
Ama Ella asla siyasi sloganlarla yürümeyi seçmedi. Onun politikası müzikti. Sesinin zarafeti, toplumsal ayrımcılığı alt eden bir yumuşak güçtü. “Beyazlar müziğimi seviyor” dediği anlarda, kimse onun çocuk yaşta ırkçılığa, yoksulluğa ve cinsiyetçiliğe maruz kaldığını bilmiyordu. O, bunların yerine müziği anlatıyordu.
Cazın Evriminde Bir Merkez: Ella Fitzgerald’ın Sanatsal Dönüşümü
Caz, 20. yüzyılın hem müzikal hem de sosyopolitik anlamda en sarsıcı hareketlerinden biridir. Bu türün doğuşu, siyah Amerikalıların hem baskıyla hem de ifade arzusuyla müziğe yükledikleri anlamla şekillendi. Ella Fitzgerald, bu kültürel ifadenin zarafetle ve teknikle buluştuğu isimdir.
Onun sesi, Billie Holiday’in hüznünden farklı olarak daha net, daha parlak ama daha az çatlaklıydı. Sarah Vaughan gibi dramatik değildi ama teknik olarak ondan daha kusursuzdu. Özellikle 1940 sonrası dönemde, cazın enstrümantal virtüözlükle doğaçlamaya dayalı yapısında Ella’nın scat’le kurduğu ilişki, caz vokaline enstrüman muamelesi yaptırdı.
Norman Granz’ın kurduğu Verve Records çatısı altında yayımlanan “Songbook” serisi, caz tarihinde benzersiz bir döneme işaret eder. Bu albümler yalnızca Ella'nın değil, Amerikan müzikal mirasının bir arşividir.
Kadınlık ve Irkçılık Ekseninde Bir Direniş
Ella Fitzgerald’ın hayatı yalnızca müzikle değil, siyah kadın olmanın anlamıyla da yazıldı. ABD’de 1930’lardan 60’lara uzanan süreçte, siyah kadın olmak, iki kere görünmez olmaktı: Hem kadın olduğun için hem de siyah olduğun için.
Fitzgerald, asla militan bir aktivist olmadı; ama varoluşunun kendisi bir direnişti. Beyazların uğrak yerlerinde sahne almak için Monroe gibi beyaz yıldızların “şahitliğine” ihtiyaç duymak, dönemin yapısal ırkçılığının acı bir göstergesiydi. Fakat Fitzgerald bu zeminde bağırarak değil, söyleyerek, ağlayarak değil, tizlere çıkarak mücadele etti.
Joan Morgan gibi siyah feminist akademisyenlerin sıkça vurguladığı gibi, Ella’nın tarzı “resistance through excellence” (mükemmellik yoluyla direniş) şeklindeydi.
Albüm Albüm Ella: Sesten Anlama Geçiş
Ella Fitzgerald’ın diskografisi, bir müzikal evrim atlası gibidir.
Ella Fitzgerald Sings the Cole Porter Songbook (1956) : Verve plak şirketi için çıkardığı ilk albümdür. Cole Porter’ın eserlerini yorumlayışı, Amerikan müzik tiyatrosuna zarif ama teknik bir saygı duruşudur.
Ella Fitzgerald Sings the Duke Ellington Songbook (1957): Bizzat Ellington’un orkestrasıyla kaydedilmiştir. Caz tarihinin belki de en büyük buluşmalarından biridir.
Ella in Berlin (1960) : “Mack the Knife”ın sözlerini unutarak doğaçlamaya geçtiği canlı performans, caz tarihinin en unutulmaz anlarından biridir.
Ella and Louis (1956) : Louis Armstrong ile yaptığı bu albüm, cazda romantizmin ve tensel armoninin nasıl yapılacağını gösterir.
Popüler Kültürde Ella: Gölge Gibi, Rehber Gibi
Ella Fitzgerald, popüler kültürün içinde saygıyla hatırlanan ama asla “tüketilen” bir ikon olmadı. Onun varlığı, günümüz müzik endüstrisinde hâlâ teknik bir referans noktasıdır. Michael Bublé gibi çağdaş caz-pop yorumcuları onun tonlamasını örnek alırken, Amy Winehouse gibi soul etkili sanatçılar onun duygusal derinliğini kendi kuşağına taşımıştır.
Amy Winehouse bir röportajında şöyle demişti:
“Ella gibi olmak istemedim, Ella olmak imkânsız çünkü.”
Bu ifade, hem hayranlığın boyutunu hem de Fitzgerald’ın ulaştığı seviyenin ne denli eşsiz olduğunu ortaya koyar.
1980’lerdeki Memorex reklam kampanyasında sesi o kadar güçlüydü ki camı kırabiliyordu—ve reklamın sloganı şuydu: “Can you tell if it’s live or if it’s Memorex?” (“Canlı performans mı, yoksa Memorex kaydı mı anlayabiliyor musunuz?”) Bu kampanya, onun ses gücünü teknolojik sınırlarla bile kıyaslanamaz hâle getirdi.
Sonuç: Bir Kadın Nasıl Efsaneye Dönüşür?
Ella Fitzgerald bir ikondan fazlasıdır. O bir teknik okuldur, bir zarafet ansiklopedisidir, bir hayatta kalma öyküsüdür. Hatalarını notalara dönüştürmüş, travmalarını tizle yumuşatmıştır. Ve belki de en önemlisi, sesinin içine insanlık dediğimiz bütün çelişkiyi sığdırabilmiştir. Mükemmeldir.
Kaynakça
- Nicholson, Stuart. Ella Fitzgerald: A Biography of the First Lady of Jazz.
- Gourse, Leslie. The Ella Fitzgerald Companion: Seven Decades of Commentary.
- Morgan, Joan. When Chickenheads Come Home to Roost: A Hip-Hop Feminist Breaks It Down.
- Gioia, Ted. The History of Jazz.
- Tucker, Sherrie. “Ella Fitzgerald and the Gender Politics of Vocal Jazz.” Journal of Jazz Studies, 2012.
- Verve Records Arşivleri