Facebook'taki Tabutlar

Bir gün birisi kulağınıza “Instagram” diye fısıldadı…
Türkiye’de insanların bir başkası hakkında ne dediği ya da ne düşüneceği genelde çok önemlidir. İnsana has bir huy olmasına rağmen Türkiye’nin bazı bölgelerinde kendi yaşamından, isteklerinden vazgeçmek zorunda bile kalabilirsin bu berbat alışkanlık yüzünden. Kendi aramızda “mahalle baskısı” diyoruz.Hangi okula gittiniz, çalıştığınız yerde ünvanınız nedir, hangi markaları giyersiniz, hangi restoranlara gidebilirsiniz, çocuğunuz hangi okula gidiyor ya da hangi okulu kazandı, şişman mısınız, çocuğunuz şişman mı, eşiniz sizi aldatıyor mu, arabanınız markası ne, tatilde nereye gittiniz, ne! yoksa taile gidemediniz mi? gibi elbette insanın hayatında önemi olan ama başkasının umrunda olmaması gereken bir çok şey ne yazık ki o bilindik ya da bilinmedik diğer insanlar tarafından merak edilir. Kendilerini hiç ilgilendirmeyen konulara burunlarını sokacak insan çok bulabilirsiniz.
Tekrar söylemek isterim, bunun sadece Türkiye’ye has olmadığını biliyorum ama bizimki biraz daha ateşli ve tutkuludur. Ve burada yaşayan herkes bu berbat huyu sahip olduğumuzu bilir.
Daha önceki yazıda bahsetmiştim artık sadece yakın çevreye gösterilen şeyler Facebook sayesinde dünyaya açılmıştı. Bu fırsat, gösteriş meraklıları için muazzamdı, tam da ülkenin refah seviyesi yükselirken hem de… O sıralarda daha çok alıyor ve daha çok tüketiyorduk. Büyük bir kısmımız paranın sağladığı imkanlarla yeni tanıştığı için etrafını kopyalayarak yolunu bulmaya çalışıyordu. Ve herkes zaman içinde bu duruma alıştı. Gör beni diyen milyarlarca insanın arasına katıldık. Halk refahı almış ama görgüyü yavaş yavaş bırakmaya başlamıştı.
Mesela ben çocukken evde ne yendiği kimseye söylenmezdi, lafı bile edilmezdi. Söylediğin kişi o yemeğe imrenebilirdi ya da o yediğin şeyi alacak parası olmayabilirdi. Ayıptı yediğini göstermek ya da söylemek… Aslında Anadolu kalenderlik, mütevazilik, yardımlaşma ahlakı üzerinde yükseldi diye biliyorduk, yanlış da bilmiyorduk. Ülkenin batısı ise sanat ve bilime ev sahipliği yapmış, ticaretin gözbebeği, eğitimli insanların görgüyle yaşadığı yerdi. Neyse… Yine de ne yediğini söylemek zorunda kalırsan, yemekten bahsetmeden önce mutlaka “Ayıptır söylemesi” demen gerekirdi. Facebook bize bazı ayıp saydıklarımızı ve bazı nezaketlerimizi unutturdu. Aslında bunu Facebook yapmadı bize… Bunu hepiniz biliyorsunuz. İçimizde varmış sadece yapabileceğimiz bir yer bulamamışız. Yıllar içinde hepsi yavaş yavaş, internetin gerçek hayattan farklı bir yer olduğunu zannedip bir çok nazik tavrımızı bıraktık… Bunu insanların maskesi düştü diye de yorumlayabilirsiniz. Kim bilir… Belki de işimize geldi. Belki de ikiyüzlü bir ahlaka sahiptik. Öyle ateşli bir ortam oldu ki cenaze törenlerinde video çekip paylaşmaya, gömülen cenazeleri çekmeye ve ne kadar acı çektiklerini herkese göstermeye başladılar.
Ve gelelim sayılara… Arkadaş sayıları… Ne kadar çok arkadaş, o kadar popülerlik! Popüler biriyle arkadaşsan sen de kendine pay çıkarabilirsin. Paylaştığın her şey ne kadar beğenildi? Kaç yorum aldı? Senin popüler saydıkların paylaşımlarınla ilgileniyor mu? Çok amaç vardı Facebook. Anlayacağınız dert büyüdü. Çok büyüdü. Kendi muhasebemizi yapar olduk ve hesap sürekli bakiye veriyordu. Biz değiştikçe, Facebook’ta değişti. Ya da Facebook bizi yakından tanıdıkça kendini değiştirdi, hep birlikte ona sıkı sıkı bağlanalım diye. Fotoğraflar büyüdü, zaman tünelinin olduğu tasarım geldi, fotoğraflar sayfanın üstüne çıktı. Değişiklikten hoşlanmadık, söylendik ama kullanmaya devam ettik.
Eski ve yeni dostlardan oluşan arkadaş listemizde, yüzünü görmediğimiz, sesini duymadığımız insanlar da vardı… Flörtler çoktan başlamış hatta evlenenler bile olmuştu. Beğendikleri birini gördüğünde herkes mesaj atabilir duruma gelmişti. Hatta mesajlarını gül yaprakları ve kadeh fotoğraflarıyla süsleyen amcalar bile vardı. Hayatında bir şarap kadehini eline almamış amcalar bu görsellerle flörte etmeye çıkmıştı araziye. Evlenenlerin hepsi evli kaldı mı bilmiyorum ama Türkiye’de boşanma oranı da enflasyon oranı kadar hızlı yükseldiğinden fire verilmiştir o evliliklerde… Önemli değil, boşanma da evliliğe dair… Ayrılık nasıl aşka dairse…
Dijital görgüsüzlüğün belki de ilk durağıydı bizler için Facebook… Halkın amansız değişimini ekonomik verilerle birebir gördük. Gösteriş tüketimini uzun uzun yazmak isterdim ama bu yazıyı okumanız çok daha faydalı olur.
Gösteriş tüketimi ile züppe etkisinin (Bu linkten Mahfi Eğilmez’in konuyu açıkladığı yazısını okuyabilirsiniz.) acı dolu çarpışmasına dijital bir alanda giriş yaptık. İçimizdeki her şeyi dijitale de bulaştırdık ama zaten o alanı yaratanlar bizim ne yapacağımızı biliyordu. Bu yaptıklarımızın bedelini daha sonra değerlerimizi, güzel geleneklerimizi, inançlarımızı ve belki de kendimizi kaybederek ödeyecektik. Yıl 2011 olmuştu… Henüz bilmiyorduk neler olacağını… Her şeyi bize Facebook mu yaptı, yoksa bize elimizdeki ile ne yapacağımızı bilmediğimizden aklımıza her geleni mi yaptık? Bir amacımız var mıydı yoksa şuursuzca pırıltılı bir dünyada kendimizi bir şey mi sandık? Bir gün birisi yanımıza yaklaşıp “Instagram diye bir şey indirdim telefona, çok güzel fotoğraflar var!”deyiverecekti ve dedi de. Biz de telefona Instagram indirdik.
Facebook en büyük arzularımıza çare olarak girmişti hayatımıza… Beğeni ve yorum. Takdir ve onay… Görülmek ve duyulmak… Hayatımızda bizi gören birileri yoksa bile orada birileri yazdıklarımızı, gösterdiklerimizi beğeniyor, hakkında iki üç cümle bir şeyler söylüyorlardı. Bu kadar ihtiyacımız var mıydı gerçekten?
Bilmiyorum…