Hikayeme Baktın mı?

2011 Haziran ayı… Plajda güneşleniyorum. Arkadaşım çok iyi bir uygulama bulduğunu söyledi. O zamanlar fotoğrafa çok meraklıyım. Canon kameram var ve stresli bir hayatım var. Kamerayla rahatlıyorum. Harika fotoğrafların olduğu, uygulamayı öve öve bitiremedi. Instagrama üye olduğumda, gördüğüm ilk fotoğrafı hatırlıyorum, sonbaharı karşılayan bir parktı, geniş açıdan çekilmiş. Turuncu ve sarı renkler içindeki bir an yakalanmıştı kameraya ve uzakta yürüyen bir adam vardı… Fotoğrafçının kim olduğunu unuttum ama o fotoğrafı unutmadım. Bir hevesle hemen başladım ama her şey Twitter’a ilk adım attığım zamanki gibiydi. Kimsecikler yoktu. Sonra bir kaç arkadaşım da üye oldu da çektiğim fotoğrafları beğendiler.
Aslında Türkiye’deki tüm bu sosyal medya macerasını daha matematikle anlatan yazılar yazmıştım. Sayılara takıntılıyım ben. % kaç kadın, %kaç erkek, % kaç gündüz kullanım gibi konuları merak ederim. Kimler video seyrediyor, ne kadar seyrediyor, kimler yazı yazıyor, hangi azınlık bu yazıları okuyor gibi sayılarla ispatlanmış durumları yazmıştım. Çok sıkıcıydı. Akademik bir araştırma gibi… Kime ne sayılardan…
Açıkçası sosyal medya ile ilişkim hiç bir zaman tutarlı olmadı benim. Bazen çok faydalı olduğunu düşündüm, bazen büyük bir saçmalık içinde olduğumuzu farkettim ve bazen üzülerek artık ona muhtaç olduğumuzu da. O yüzden sosyal medya hesaplarım bazen düzenli paylaşımlar içeriyor, bazen de derin bir sessizliğe gömülüyordu. Derin sessizlik zamanlarında başka bir şey farkettim. Sosyal medyada bir şey paylaşmadığında başına bir şey geldi zannediyorlardı… O zaman seni arıyorlardı… Telefonun diğer tarafında heyecanlı bir ses oluyordu “Hayırdır, profiline baktım sesin soluğun çıkmamış!” Sosyal medyadan önce birbirimizi 2–3 günde merak ediyor muyduk? Hiç hatırlamıyorum… Facebook’la olan bağım artık zayıflamıştı. Sıkılmıştım da… Aynı şeylerin hiç durmadan tekrar ettiği, artık bir dedikodu kazanına dönmüş ve aslında bazı şeyleri herkesin bilmesinden duyduğun rahatsızlığı anlamayan bir kalabalık vardı… Sadece Facebook için çekilen fotoğrafları hatırlıyorum ben. Onlarca belki yüzlerce ve yıllarca… Yeter ki gittiğimiz restoran görünsün, yeter ki herkes birbirini etiketlesin… Yeter ki herkes eteğimi görsün, saçımı görsün, evimi görsün, kedimi görsün… Yeter ki herkes ne kadar kusursuz olduğumu görsün.

Instagrama 4 yılda alıştım…Alışmamın sebebi de işle ilgili olmasıydı. Aramız o zaman ısındı instacığımla:) O zamanlar intagramda hikaye ekleme özelliği yoktu, hepimiz birer fotoğraf ve video hazinesine sahip profillerdik. Hatta öyle güzel alıştım ki başka arkadaşlarımı da alıştırdım, onlardan beni geçenler oldu bir süre sonra… Bu noktaya öyle kolay gelmedik değil mi?
Aslında 3 farklı platform kullanıyorduk. Facebook, Twitter ve Instagram… Hepsi birbirinden azıcık farklı ama aynıydı… Farklı mahalleler ama benzer insanlar… Her birininin değişik bir özelliği işimize yarıyordu ve o özelliğe alışmıştık. Kimse bir şey kaçırmak istemiyordu. Hepsi hızlandı, biz de hızlandık… Neyi tükettiğimizin farkına varamayacak kadar hızlandığımızı düşünüyorum…