Kırık Bir Aynanın Parçaları - 1
Amerika’nın en sessiz mahallelerinden birinde, bir adam yıllarca ölüleriyle konuştu. Bu adamın adı Jeffrey Dahmer’dı. Onu tanımlamak kolay değil; çünkü o, yalnızca bir katil değil, toplumun bastırdığı bütün karanlık arzuların bir toplamıydı. Cinayetlerini anlatırken bile soğukkanlıydı; duygusuz değil, sanki hissin ne olduğunu unutmuş gibiydi. Belki de o hislere hiç sahip olmamıştı.Her ifadesinde “yalnızlık” kelimesi yankılanıyordu — sanki öldürmek bir iletişim biçimiydi, dokunamamanın başka bir yolu... Ya da dokunmanın büyük acısı...
Dahmer’in hikâyesi, sadece bireysel bir sapkınlık öyküsü değildir. Bu, Amerika’nın banliyölerinde yetişen sessiz erkek çocuklarının hikâyesidir. Babası kimyagerdi, annesi ise depresyon ve nöbetlerle boğuşuyordu. Evde sevgi yoktu, sadece gürültü. Mutsuz ebeveynlerin haykırışları vardı çocukluk anılarında... O evde tek başına yaşıyor gibiydi aslında. Psikoloji literatürüne göre, erken dönem bağlanma eksiklikleri özellikle duygusal regülasyon bozuklukları ve antisosyal davranış kalıplarıyla ilişkilidir (Bowlby, 1980). Dahmer’in babasının laboratuvarında bulduğu kemiklere duyduğu merak, bir çocuk için ürkütücü değil, öğretici bir şeydi. Ama merak, ilgisizlikle birleştiğinde saplantıya dönüşür. Onun için ölüm, artık korkulacak değil, “keşfedilecek” bir alandı. Ve ölümü derilerle, kesik kafalarla, kemiklerle sanki birer anı gibi, kutsal bir hatıra gibi anıtlaştırdı.
Ergenlik döneminde yalnızlığı büyüdü, arzuları da onunla birlikte. Eşcinselliğini gizleyen Dahmer, toplumsal baskının içinde kendi cinselliğini bastırmaya çalıştı. Freud’un “ölüm dürtüsü” (Thanatos) kavramı burada yankılanır; bastırılmış dürtülerin, kontrol edilemeyen bir enerjiye dönüşmesi. Dahmer için cinsellik, ölüme doğru giden bir yoldur. Cinsel haz, canlı bedenle değil, hareket etmeyen, boyun eğmiş bir bedenle mümkündür. Bu noktada davranışları, yalnızca sapkın değil, nekrofilik kontrol saplantısı olarak sınıflandırılır (DSM-5, Paraphilic Disorders).
O, “sevgi”yi sahip olmakla karıştırdı; “ait olmak” ile “mülk edinmek” arasındaki farkı hiç öğrenmedi. Bir keresinde polise şöyle demişti:
“Ben onların gitmesini istemiyordum. Gitmesinler diye öldürüyordum.”
Bu cümle, hastalıklı bir romantizmin anatomisidir. Onun için ölüm, ayrılığın sonu değil, sonsuz sadakattir.
1978’de işlediği ilk cinayet, sadece bir başlangıçtı. Steven Hicks, Dahmer’in “yalnız kalmamak” için öldürdüğü ilk insandı. Cinayetten sonra cesedi parçalara ayırdı, asit içinde eritmeye çalıştı. Bu sahne, onun zihninde yalnızca suç değil, bir ritüeldi. Antisosyal kişilik bozukluğu (ASPD) tanısı taşıyan bireylerde görülen duygusal düzleşme ve vicdani yoksunluk, Dahmer’in her eyleminde görülür (Hare, 1999). Fakat o klasik bir psikopat değildir; çünkü zaman zaman pişmanlık gösterir. Ama o pişmanlık, vicdani bir dönüş değil, “yakalandım” duygusunun sonucudur. Vicdan değil, kontrol kaybı onu sarsar.
Dahmer’in profili psikiyatri kitaplarında “karışık tip sapkın” olarak anılır. O, hem narsistik, hem obsesif, hem sadistik unsurları aynı bedende taşır.
Kurbandan sonra fotoğraflar çekmesi, vücut parçalarını saklaması, insan kafataslarını evde bir “koleksiyon” olarak tutması… Bunlar klasik objektifikasyon örnekleridir. Kurban artık bir insan değil, bir hatıradır; tıpkı bir oyuncak, bir kupa ya da bir biblo gibi.
Psikanalist Erich Fromm’un “ölümsever karakter” tanımında söylediği gibi:
“Bu insanlar, canlı olanı kontrol etme, dönüştürme, cansızlaştırma arzusu duyar. Çünkü canlı olan, onlara tehditkâr görünür.”
Dahmer de canlı olandan korkuyordu; çünkü canlı olan, özgürdür. Ölü beden ise boyun eğer.
Klinik psikoloji Dahmer’i bir “anomali” olarak görmek ister; ama aslında o, modern yalnızlığın da bir karikatürüdür. Çok korkunç bir karikatür.
Toplumun dışladığı bir yönelim, sevgisiz bir çocukluk, duygusal yoksunluk ve sistemin görmezden geldiği bir genç erkek. Bu kombinasyon, psikotik olmayan ama derin patolojik narsizm üreten bir kimlik yaratır.
Dahmer’in laboratuvarında asit dolu kaplar, aslında modern insanın ruhundaki asitlerle aynıdır: her şey çözülür, ama hiçbir şey kaybolmaz.
Bir yönüyle, Dahmer’in cinayetleri duygusal bir intikam mitolojisi gibidir.
Her kurban, onu terk eden biri; her parça, onu anlamayan toplumun bir yansıması.
Bu yüzden kurbanlarını sadece öldürmez, “dondurur”. Ölümü sabitlemek, zamanı durdurmaktır. Belki de o, zamanı durdurmak isteyen bir çocuğun yetişkin versiyonuydu.
Dahmer’in yaşam öyküsü, kötülüğün doğuştan mı yoksa inşa edilmiş mi olduğu sorusunu yeniden gündeme getirir.
Felsefi olarak, Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” kavramı burada tersyüz olur. Dahmer sıradan değildir — o, sıradanlığın çürümüş biçimidir.Ve hatta varlığının gerçek olduğuna inanılmayacak kadar korkunçtur. Komşularının “sessiz bir çocuktu” dediği bu adam, sessizliğin içinde bir laboratuvar kurmuştur.
Ve o laboratuvar, sadece kimyasallarla değil, insanlığın çözüldüğü bir metaforik erime kabıyla doludur.
Jeffrey Dahmer artık yok; ama o, öldüğünde bile bizi izlemeye devam ediyor.
Çünkü onun hikâyesi, aslında bizim gözlerimizin önünde yaşanmış bir “sosyolojik otopsi”dir. Bir çocuğun sevgisizliği, bir toplumun kayıtsızlığı, bir sistemin umursamazlığı. Biraz vücut kimyası, yolunu şaşırmış bir zihin, örüntüsü karmaşık bir kişilik bir araya geldiğinde son çağın en korkunç vahşetlerinden birine sebep olmuştur. O laboratuvardan çıkan asıl şey, bir canavar değil — insanlığın kırık aynasıdır. Peki biz kırık aynanın parçalarında yeni Jeffreyler yetiştiriyor muyuz?
- Arendt, H. (1963). Eichmann in Jerusalem: A report on the banality of evil. Viking Press.
- Bowlby, J. (1980). Attachment and loss: Vol. 3. Loss, sadness and depression. Basic Books.
- Freud, S. (1920). Beyond the pleasure principle. The International Psycho-Analytical Press.
- Fromm, E. (1973). The anatomy of human destructiveness. Holt, Rinehart and Winston.
- Hare, R. D. (1999). Without conscience: The disturbing world of the psychopaths among us. The Guilford Press.
- American Psychiatric Association. (2013). Diagnostic and statistical manual of mental disorders (5th ed.). American Psychiatric Publishing.