Korkuluk

İyilik dediğimiz şey kötülüğü yenmekte ne kadar da başarısız…Hepimiz kendimiz iyi sanıyoruz oysa ki… Dünyaya iyiliği getirdiğini iddia eden dinler bile kendisine inananlardan, geri kalanlara düşman yaratmaktan ileri gidememiş… Yaratıcının ağzı küf kokan savaşçıları! Zorbalık, vicdansızlık, aşağılama, hakaret, savaş, kan yayıyorlar etrafa. Koca bir tepsi var. Önümüze koyulmuş. O tepsiden bir şeyler yiyoruz… Irklarımızı, köylerimizi, ünvanlarımızı, ailelerimizi, paraları, soylarımızı, markaları… O tepsinin içinde kalmak dışında yapacak bir şey yokmuş gibi… Tepsinin dışındakini anlamak mümkün değil bizim için. Tepsinin dışında kalanları ya da kalmaya çalışanları deli zannediyoruz. Kimisi tepsinin ortasına o koca kıçını yaymış… Her şeyin çoğunu o yiyor. Kimisi kenarına zor tutunmuş, kimisi tepsinin kırıntısı olmaya gönüllü…Yeter ki herkes tepsinin içinde kalsın.
Size Gucci satıyorlar ve sonra onu kolunuza takıp asansör aynasından yansıyan halinizin fotoğrafınızı çekiyorsunuz. O fotoğraf öyle anlamlı ki. Kendinizi size ait olmayan, siz olmayan markalarla damgaladığınız her fotoğraf çok anlamlı. Güneşin batışından, doğuşundan, bir kedinin yavrusunu taşımasından, dökülen sonbahar yapraklarından, kafasına plastik parçası geçmiş bir penguen görüntüsünden bile anlamlı. İnsanın yok oluşu o fotoğraf… İnsanın hayatında yapabileceği en yüce şey bu olabilir mi? Zamanını sattığı her şeyin karşılığı bir çanta olabilir mi? Bir kazak? Yüzüne bulaştırdığı krem… Kirpiklerini önce uzun gösteren sonra da döken rimeller… İnsanların ve hatta çocukların adaletsiz, vahşice çalıştırılması ile üretilen çantalar, tişörtler ve pırlanta yüzükleriniz dünyayı daha da beter bir yere döndürmekten başka bir işe yaramıyor. Sonra tüketicilerin hepsi dünyayı kurtarmaya gönüllü oluyor. Bu çok saçma!
İnsanı değersiz olduğuna o kadar inandırmışlar ki üstüne yapıştırdığı şeyler olmadan kendini ortaya koyamıyor. Bir marka, bir logo, bir işaret olmadan bir “şey” olamıyor insanlar. Pahalı giysiler, arabalar, tatiller, restoranlar, saatler, pırlantalar olmadan bir hiç sayılan insan… Ve bunları bulamadığında da acının derin kuyusunda çaresizce mutluluk arıyor. Bir çoğunun sahip olmak için yapmayacağı kötülük yok…
Edindikleriniz sizi bir şey yapmadığı gibi, diğerlerini de yok ediyor. Bu arzunuz öfkeyi de, nefreti de, sevgisizliği de, kıskançlığı da arttırıyor. Dünyayı kirletiyor. Sizi kafatası saman dolu korkuluklara çeviriyor. Önemsediğinizi sanmıyorum, belki farkında bile değiller çoğu… Belki bunu hayatın kuralı sanıyorlar… Kim koyuyor kuralları? O halde efendilerimize biat etmek dışında yapacak bir şey yok…
Sanırım insanın köle olma arzusu hiç bitmeyecek. Ve başkasının kölesiyken kibirlenecek kadar aptal kalmaya da devam edecek. Öyle aptallaşacak ki kendini özgür zannedecek.