Kuralsızlık Cenneti: Algoritma Tanrılarının Bize Reva Gördüğü Dünya

Sabah uyanıyorsun. Elini yüzünü yıkamadan Instagram’a giriyorsun. “Yaa Aylin hâlâ bekar değil miydi ya?” diyorsun. Çünkü geçen hafta yaptığı düğün paylaşımı senin ekranına ancak şimdi düşmüş. Aylin'in yavaş bir gelin olduğundan mı, kaynanası müsaade etmediğinden mi? Hayır! İkisi de değil. Onun yerine üç gündür sana sabah yoga yaparken limonlu su içen, ardından da meditasyona geçip “negatif enerjiyi evrene salıyoruz” diyen bir influencer’ı izlettiler. Neden mi? Çünkü algoritma seni mutlu etmeye değil, sinir etmeye çalışıyor. (Bu arada evrene salınan negatif enerji başka yere yapışmıyor mu?)
Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, insanlar sinirlenince uygulamada daha çok kalıyorlar. Ve daha çok kalırsan, daha çok reklam izliyorsun. Yani bir nevi dijital sinir küpüsün ve Meta bundan kâr ediyor. Bu artık bir pazarlama stratejisi değil, duygusal sömürünün organize suç haline gelmiş hali. Şimdi tavana bakıp düşünelim. Algoritma senin neye sinirleneceğini biliyor ve onları daha çok gösteriyor. Sen de bu tuzağa hep düşünüyorsun, bir tek kendin de değil, sinirlenip senin gibi sinirleneceğini bildiğin arkadaşlarına da gönderiyorsun. Toplu bir anksiyete ritüeli, hep birlikte öfke nöbetleri, umutsuzluğa çekilen halaylar.
“Ben kimi takip ediyorsam onu görmek istiyorum,” diyorsun. Ama algoritma şöyle diyor: “Hayır, senin ne görmek istediğini ben biliyorum. Sen istesen de istemesen de sana içerik tıkarım.”
Bu yüzden annenin yaptığı kek videosu yerine, Dubai’de gece kulübünde göbek atan ve “Hayat bir an, çılgınca yaşa” yazan bir dayının Reels’ı geliyor. Çünkü annenin keki reklam satmaz. Kitap meraklısı arkadaşının kitap önerisini kimse önemsemiyor. Ama o dayının göbeğiyle serotonin salarsın, merak edersin, gülersin, izlersin, izlersin... ve sonunda Instagram seni başarıyla kullanmış olur. Sosyal medyada kendini özgür zannedersin... Devasa bir zindandasın.
İşte Avrupa Birliği tam olarak buna karşı “Code of Practice on AI Transparency” diye bir kural kitabı hazırladı. Ama Meta dedi ki: “Biz kurallarla oynamıyoruz, biz tanrıyız.”
Meta bu belgeyi imzalamayı reddetti çünkü kurallar koyulursa; algoritmalarının neyi, neden, kimden gizlediği, kimi görünür kıldığı, kimi yok saydığı ortaya çıkacak. Ve o zaman kullanıcılar diyecek ki:
“Biz özgür değilmişiz.”
Ama iş işten geçmiş olacak. Çünkü 10 senedir özgürlük zannettiğin şey aslında iyi optimize edilmiş bir algoritmik tasma. Boynumuzda geziyoruz. Instagramın algoritmasını yenmek için yapılan önerilerin sürekli varsayım olması da bu yüzden... Arkadaşın günde beş post paylaşıp senden daha fazla gösterim alıyor, kimisi 6 günde paylaştığında... bunun sebebini kimse bilmiyor, sadece biliyormuş gibi yapıyor.
Meta gibi şirketlerin algoritmaları şeffaf olursa, ortaya şu gerçekler çıkacak:
Bazı siyasi içerikler sistematik olarak bastırılıyor, bazıları ise görünürlük kazanıyor. Bazı insanlar susturuluyor, bazıları köpürtülüyor. Yani artık sansür kararnamelerle değil, kullanım koşulları ve “topluluk ilkeleri” ile yapılıyor.
Bu da bizi dijital faşizmin güncel tanımına getiriyor:
Algoritmalarla sansürlenen ama hâlâ özgür olduğunu sanan kullanıcılar Cumhuriyeti. Gördüğün muhalifler gerçekten muhalif mi? Kültür sandığın şey kültür mü? Mavi tik ne kadar tik yapıyor?
Avrupa Parlamentosu Üyesi Sandro Gozi durumu gayet net anlatıyor: Meta artık maskesini düşürdü. Bu “dijital Trumpçılık.”
İnanç, bilim, hukuk, etik—hepsi hikâye. Önemli olan reklam geliri ve kullanıcı verisi. Meta için bireyin biricikliği değil, ekran süresi önemlidir.
Yani sen ne kadar çok tıklarsan, o kadar çok “meta” olursun. Kısacası, kullanıcı değil, ürünsün.
Peki algoritma neden bu kadar pervasız?
Çünkü hesabı sana vermiyor. Hatta senin hükümetine de vermiyor.
Meta, Google, TikTok gibi şirketler artık devlet üstü organizmalar. Onlar ulus devletlerin üstünde birer yeni tür dijital imparatorluk.
Ve bu imparatorluklar artık hiçbir parlamentoya hesap vermek istemiyor.
Çünkü onlar seçilmez; satın alınır.
Ve sen sandığa değil, bildirimlere oy verirsin.
İşin daha da kötüsü, sıradan kullanıcı bu oyunun farkında değil.
Hâlâ “Instagram neden bana sürekli evlenme teklifi Reels’ı gösteriyor?” diye soran milyonlar var. Cevap çok basit: Çünkü yalnızsın. Senin kaç kez flört ettiğini, kimle ettiğini, nasıl ettiğini, ne zaman hangi duygu durumunda olduğunu bile biliyor. Tinder'ın Fransa skandalını hatırla. Ve elbette yalnız insanlar, dijital alışverişte en çok para harcayan kitle. Algoritma bunu biliyor. Senin terapistin yok ama onun var: Big Data.
O yüzden Avrupa’nın bu şeffaflık çağrısı çok değerli.
“Kurallar algoritma için de geçerli olmalı,” diyorlar.
Meta ve benzerleri ise “hayır” diyor. Çünkü algoritma karanlıkta çalıştıkça daha güçlü. Çünkü bu sadece teknolojik bir tartışma değil.
Bu bir egemenlik kavgası. Bir tür dijital sömürgecilik.
Ve eğer kullanıcılar kendi seslerini algoritmalardan geri almazsa, bir gün şunu fark edecekler:
Hiçbir zaman özgür olmadılar.
Kaynakça:
- European Commission (2023). Code of Practice on Disinformation – Strengthened 2022 Code. https://digital-strategy.ec.europa.eu/
- Gozi, S. (2024). "No Rules, No Play" kampanya metni. European Democratic Party resmi hesabı.
- Zuboff, Shoshana (2019). The Age of Surveillance Capitalism. PublicAffairs.
- Data & Society Research Institute (2018). "Algorithmic Accountability: A Primer". https://datasociety.net/
- Statista (2023). “Instagram algorithm engagement factors.” https://www.statista.com/