Öfkenin Karizması: Bağıran Liderler Çekici midir?

Anne terliğinin karizmasını yenenler...
Lider dendiğinde akla gelen klasik imgelerden biri karizma ise, karizmanın en dramatik araçlarından biri de öfkedir. Ancak herkesin öfkesi liderlik üretmez. Peki bazı figürler neden öfkesiyle halkın kalbine dokunur, bazıları neden sadece "sinirli bir adam" olarak kalır? Cevap, yalnızca psikolojide değil, toplumsal tarih ve siyasal bağlamda yatıyor. Ve elbette bazı öfkeler halkı da güreş minderine sırt üstü yatırıyor.
Öfke, nöropsikolojik olarak bir "harekete geçme" çağrısıdır. Burada kendi öfkenizi hatırlayarak size aslında ne söylediğini anlamaya çalışabilirsiniz. Neden birden kan beynimize fırlıyor? Nelere öfkeleniyoruz? Limbik sistemde korkuya zıt olarak konumlanan bu duygu, tehdide karşı pasif kalmak yerine savaş ya da direnç modunu tetikler. Toplumlar, özellikle kriz dönemlerinde öfkeli figürleri sadece duygusal değil, pratik ve hayatta kalmaya dair bir araç olarak da görürler. Öfke bizim için kurtuluşun yolu da aynı zamanda ancak hangi öfke?
Marcus, Neuman ve MacKuen’in (2000) Affective Intelligence and Political Judgment kuramına göre, insanlar tehdit karşısında ya korkuya (pasif) ya da öfkeye (aktif) yönelir. Öfkeyi temsil eden figürler, eylem kapasitesine sahip görünürler. Yani lider olarak algılanmaları daha olasıdır. Bu aynı zamanda bizi öfke pelerinli bir çok insanın lider olmadığı konusunda da uyarıyor. Bıçak sırtında yol alıyoruz gibi düşünebilirsiniz.
Ayrıca Damasio’nun (1994) Descartes’ Error adlı çalışmasında belirttiği gibi, duygular karar verme süreçlerinin merkezindedir. Yani insanlar öfkeli figürleri yalnızca irrasyonel dürtülerle değil, bilişsel süreçlerle de tercih eder. Halk, kibar konuşan teknokratlara değil, yumruğu masaya vurana yönelir; çünkü sandığın altına itilen adalet, ancak bağırılarak yerinden kalkar. Diplomalı sakinlik, aç karna iyi gelmez.
Yine de öfke tek başına yetmez. Weberci anlamda karizma, olağanüstü özelliklere sahip olduğu düşünülen bir bireyin, takipçileri tarafından kutsanmasıdır. Öfke burada bir katalizördür ama karizma yoksa, etkisi sınırlı kalır. Bir figürün öfkesi, ancak adalet talebiyle birleşmişse, bir grup adına konuşuyorsa, toplumsal bir mağduriyete tercümansa meşru ve etkili hale gelir.
Aksi takdirde öfke, paranoya, despotluk veya patoloji olarak etiketlenebilir. Öfkenin lider üretmesi için o öfkenin bir hikâyesi olmalı. Öfke hikâyeyle birleşince “retorik” olur; sadece yüzünü buruşturunca değil, halkın içine işleyen cümleler kurunca lider olunur. Aksi halde sosyal medya fenomeni olursun, lider değil. Öfkeyi YouTube’da vlog gibi kusanlar vardır, o başka; burada devleti tokatlayan halk peygamberlerinden bahsediyoruz.
Hitler, Versailles Antlaşması’nın yarattığı ulusal aşağılanmaya karşı halk öfkesini kanalize etti. (Kershaw, 1998) Malcolm X, siyahların sistematik aşağılanmasına karşı doğrudan ve sert bir dille seslendi. (Marable, 2011) Trump, beyaz işçi sınıfın "terk edilmişlik" öfkesini kültürel bir isyana dönüştürdü. (Hochschild, 2016) Gezi’deki gençlik, bastırılmış yaşam tarzı taleplerini öfkeyle ifade etti. (Yörük, 2014) Fransa’da Robespierre, aristokrasinin halk üzerindeki baskısına karşı devrimci öfkenin simgesi haline geldi. (Scurr, 2006) Lenin, Çarlık rejiminin halk üzerindeki tahakkümüne karşı Bolşevik öfkeyi teorik bir aygıta dönüştürdü. (Service, 2000) Fidel Castro, Amerikan emperyalizmine karşı Küba halkının öfkesini, uzun sakallı bir özgürlük ikonuna dönüştürdü. (Gott, 2004)
Bu liderlerin veya hareketlerin hepsi ahlaken savunulabilir değildir. Ancak ortak noktaları, bir öfkeye sözcülük etmeleri ve bu öfkeyi "temsil" statüsüne taşıyabilmeleridir. Halk, bazen kimin bağırdığına değil, kimin yerine bağırıldığına bakar. Ve bazen bağıran kişi, milyonların içinden yükselen tek ‘küfür hakkıdır’.
Çoğu toplumda yönetici ile halk arasında bir hiyerarşi vardır ama ilişki yoktur. Yani halk kendini duyuramaz. Bağıran kişi sadece bağırmıyordur; temsil ediyordur. Bazen o ses, yıllarca bastırılmışlığın bas bas bağıran yankısıdır.
Bu özellikle medyanın bağımsız olmadığı, meclisin etkisizleştiği, yargının baskı altında olduğu toplumlarda daha belirgindir. Bu bağlamda öfke, sadece bir duygu değil, temsil eksikliğinin yerine koyulmuş bir ses teknolojisidir. Ya da Freud’a selam çakarsak, bastırılanın geri dönüşüdür — ve bu kez megafonla gelir. Gerekirse kırmızı noktalı gelir.
Türkiye'de halkın öfkesi çoğu zaman ya küçümsenir (“duygusal tepkiler”), kriminalize edilir (“provokasyon”), romantize edilir (“şiddetsiz eylem”) ya da bizzat mevcut muhalefet tarafından da bastırılır. Çünkü halkın gerçek öfkesi, yalnızca iktidarı değil, yıllarca alternatif üretmemiş olan muhalefeti de hedef alabilir. Bu nedenle bazı muhalefet yapıları, -ki bunlar aslında bir yandan var olan düzenin aparatları, statükocu olabilir- kitlesel tepkiyi küçümseyerek, kontrolsüz öfkeyi 'provokasyon' ya da 'popülizm' olarak etiketleyerek bastırma refleksi gösterebilir. Bu durum, temsil sorununun yalnızca iktidar değil, muhalefet kanadında da var olduğuna işaret eder. Bu yalnızca siyasetle değil, kültürle, bastırılmışlıkla ve sınıf çatışmasıyla ilgilidir. İş kaş çatmaktan daha derin ve karmaşıktır. Bir liderin bağırması bazen halkın yıllardır içinden atamadığı laneti dillendirmesidir.Bu yüzden halk, öfkesini temsil eden figürleri lider değilse bile liderlik ihtimali taşıyan insanlar olarak görmeye başlar. "Yeter!" derken sadece o figür bağırmaz; onunla birlikte yıllardır biriktiği için çatlayan toplumsal gırtlak bağırır. Ve halk, o gırtlağı mukaddes kılar. Hatta ara sıra ona nazar boncuğu takar.
Her öfkeli figür lider olabilir mi? Hayır. Çünkü bazılarının öfkesi kendine yöneliktir, karizması yoktur. Bazılarının öfkesi boşlukta yankılanır, çünkü temsil ettiği bir toplumsal zemin yoktur. Bazılarınınsa öfkesi medya tarafından filtrelenir, meşruiyeti kesilir. Ama bazı figürler, halkın öfkesini hem estetik bir dile, hem de politik bir güce dönüştürebilir. İşte lider olanlar odur. Diğerleri ise bağıran influencer olarak kalır; sesi yankılanır ama iz bırakmaz. Halkın gazını alıp Story'e atanla, gazı alıp sokağa çıkan arasındaki fark buradadır.
Öfke her zaman tehlikeli değildir. Tam tersine, bastırılmış toplumlarda öfke, demokrasinin ilk habercisi olabilir. Halk, artık sadece not alan değil, duygusunu, yoksunluğunu ve taleplerini bağıran figürlere yöneliyorsa, bu sistemin hem siyasal hem duygusal temsili çöktüğü anlamına gelir. Ve o noktada lider, sadece örgütleyen değil — duyan, hisseden ve isyan edendir. Öfkeyi korkudan değil, ahlaki sezgiden çıkarandır. Yani bazen halkın istediği şey bir plan değil, bir çığlıktır. Ve eğer teknokratlar o çığlığı susturmaya çalışırsa, halk sonunda megafonu eline alanı seçer. Hatta o megafonun markasını bile sormaz, yeter ki bağırdığı anlaşılır olsun.
Ancak haklı isyanın sesi olan öfkenin gerçek halini anlamak için rasyonel bir bakış açısı gerekir. Aksi takdirde öfke kaşları çatık, sürekli kızgın ve halkı azarlayan, onu görmezden gelen korktucu bir lidere de dönüşebilir. Gezegenin dili olsa da konuşsa... Ve evet anne terliği şok!
Kaynakça:
- Marcus, G. E., Neuman, W. R., & MacKuen, M. (2000). Affective Intelligence and Political Judgment. University of Chicago Press.
- Damasio, A. (1994). Descartes’ Error: Emotion, Reason, and the Human Brain. Putnam.
- Weber, M. (1978). Economy and Society. University of California Press.
- Kershaw, I. (1998). Hitler: 1889-1936 Hubris. Penguin Books.
- Marable, M. (2011). Malcolm X: A Life of Reinvention. Viking.
- Hochschild, A. R. (2016). Strangers in Their Own Land: Anger and Mourning on the American Right. The New Press.
- Yörük, E. (2014). The Long Summer of Turkey: The Gezi Uprising and its Historical Roots. South Atlantic Quarterly, 113(2), 419–426.
- Scurr, R. (2006). Fatal Purity: Robespierre and the French Revolution. Metropolitan Books.
- Service, R. (2000). Lenin: A Biography. Harvard University Press.
- Gott, R. (2004). Cuba: A New History. Yale University Press.
- Freud, S. (1915). The Unconscious. Standard Edition, Volume XIV.