Pilavdan Dönenin Kaşığı Kırılsın

Pilavdan Dönenin Kaşığı Kırılsın

Cumhuriyet Gazetesi sahibi ve başyazarı Nadir Nadi ‘Atatürk’ü Koruma Kanunu’ nun çıkarılmasına karşıdır bunun için bir yazı kaleme alır. “Atatürk´ümüzün hâtırasını tecavüzlerden korumak maksadıyla hükümeti bir kanun projesi hazırlamaya zorlayan sebepler elbette iyi niyet esasına dayanmaktadır. Bundan: şüphelenmeye hakkımız yok. Fakat böyle bir kanunu lüzumsuz sayanların iyi niyetine de dudak bükülmemelidir. Atatürk, cemiyetimizde eserleri ile yaşayan bir yaratıcıdır. Yedisinden yetmişine kadar Cumhuriyetçi ve inkılâpçı gençlik bunu böyle bildiği için biz ayrıca bir Atatürk Kanununa yer olmadığını iddia ediyoruz, hattâ daha ileri giderek böyle bir kanunun-rejim bakımından bir gerileme işareti yerine geçeceğini söylüyoruz…Uzun bir uykudan uyanan yobazların son birkaç yıldan beri bir hayli kıpırdandıklarına şahit oluyoruz. Eski ve yeni iktidarın seçmenleri gücendirmemek kaygısıyla bu kıpırdanmalara göz yumduğunu da kabul etmeliyiz.Birtakım ahlâk düşkünü din simsarları, çıkardıkları dergilerle halkı inkılâp aleyhine kışkırtmaya çalışmışlar, bu arada bazı cahilleri kandırmışlardır. Son üç yüz yıllık tarihin kaydettiği en büyük Türk kahramanı Atatürk´e yapılan saldırgan yayınların sebebi, o büyük adamın arkasında inkılâbı zedelemektir. Atatürk heykellerine kazma vuranların, büstlerini devirenlerin maksadı da başka bir şey değildir.Hususî bir kanunla bu gibi hareketlerin önlenebileceğini sanmak, hastalığın kaynağım ihmal edip onun görünürdeki ârazı ile mücadeleye çalışmaktan farksızdır. Adam neden heykeli kırıyor, büstü taşlıyor? Çünkü dört karı istiyor, imam nikâhı istiyor, Arap yazısı istiyor, sarıkla gezmek istiyor, 150 yıldır benimsemeye çalıştığımız medeniyeti bırakmak, çöle kaçmak istiyor. Atatürk´ün aleyhine yazarken bunları dilinin altında saklamıyor ki!…Bu hareketler de açıkça gösteriyor ki, İstiklâl Mücadelesinin eşsiz kahramanı, yeni Türkiye´nin kurucusu Büyük Atatürk tarihe göçmüş olmaktan henüz uzaktır. O, yukarıda da dediğimiz gibi eserleriyle aramızda, bizimle beraber yaşamakta, geriliğe karşı savaşmaktadır. Onun. hâtırasını koruyucu, hususî bir kanun çıkarmak bizce Atatürk´ü savaş dışında bırakmakla bir olacaktır.Atatürk´ü korumak için ayrıca bir kanuna ihtiyaç yoktur ve olamaz. Milletimizi Batı medeniyetinin ön safındaki milletler hizasına ulaştırmayı amaç bilen o kahramana karşı vazifemiz, yurtta gerçek hürriyet prensiplerinin, adalet ve eşitlik kaidelerinin temelini kuvvetlendirmeğe çalışmaktır. Demokrasi metotlarında onun yüzünden fedakârlığa kalkarsak, en çok onun ruhunu incitmiş oluruz.”

Nadir Nadi

1950’lerde ellerindeki baltalarla Atatürk heykellerine saldıran Ticaniler! Grubun lideri, Kemal Pilavoğlu adında biri.Kimi kaynaklara göre hukukçu, kimi kaynaklara göre hukuk fakültesinden terk. İlginç olan ise Pilavoğlu ve müritlerinin Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) üye olmalarıydı. 10 Nisan 1950’de CHP Ankara İl Başkanlığı’na giderek üye olan Pilavoğlu ve müritleri, köylerde CHP propagandası yapmış ve partiye üye toplamıştı. CHP, bundan hiç rahatsız değildi ancak bu durum, Atatürk’ün Çankaya’daki sofralarında bulunan ve aynı zamanda İnönü ile yakın arkadaş olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nu rahatsız etti. CHP’nin Ticanilerle yapmış olduğu ilişkinin mahiyetinden “CHP, seçimlerin gelip çattığı günlerde karşılaştığı bazı zorluklar yüzünden Ticani tarikatıyla iş birliği etmektedir” sözleriyle bahsetmektedir.

Celal Bayar da bu durumdan rahatsızdır. Bayar, rahatsızlığını İsmet İnönü’ye iletir; konuşurlar, tartışırlar. İnönü ile Bayar arasında şöyle bir olay yaşanır: Bayar, Bursa’da laikliği uzun uzadıya anlatan bir konuşma yapar. Sebilüreşat dergisi bu konuşmayı kötüye yorar ve Bayar’ı dinsizlikle itham eder. Sayfalar dolusu yayın yapar. Olay bununla da kalmaz. Halk Partisi, mal bulmuş mağribi gibi bu dergiden hemen binlerce nüsha satın alır ve memleketin dört bir köşesine dağıtır. Bunun üzerine Bayar, İnönü’yü ziyaret edip rahatsızlığını dile getirir ve paşaya kendi aralarında yapmış oldukları anlaşmayı hatırlatır: “Paşam, parti mücadelelerinde din istismarcılığı yapmamak hususundaki sözleşmemiz nerede kaldı?” İsmet Paşa, önce bu işten haberi olmadığını söyler. Celal Bayar “izahat” istemekte ısrar eder; açıklama beklemektedir. Israr karşısında öfkelenen İnönü tarihi bir itirafta bulunur: “Ne yapalım, bizim arkadaşlar senin bir (zaafından) istifade etmişler.”

Atatürk’ün olmadığı Türkiye’de koltuklar için din simsarlarına yapışma geleneği İnönü ile başlayıp, yıllarca devam etti.

Tüm bu olanlar Nadir Nadi’nin baştaki yazıyı yazmasına sebep olan olayı getirdi. Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun veya 5816 sayılı kanun, kamuoyunda anıldığı şekliyle Atatürk’ü koruma kanunu, 25 Temmuz 1951'de kabul edilmiş bir lèse-majesté kanunudur. Konusu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün hatırasına karşı işlenecek suçlardır.

Pilavoğlu ve müridleri ilk kez 1943’te kovuşturmaya uğramışlar ancak kısa bir süre sonra serbest bırakılmışlardı. Bir süre sonra “heykel puttur”, “laiklik dinsizliktir”, “Hilafeti kaldıran Atatürk mel’undur”, “Türkçe ezan küfürdür” gibi sloganlarla ortaya çıktılar ve ilk büyük eylemlerini 4 Şubat 1949’da TBMM’nin dinleyici bölümünde Arapça ezan okuyarak yaptılar. Şu anda bildiğimiz bir şeyh ve çember sakallı müridleri… İnönü’nün siyasi olarak CHP propagandasına da izin verdiği bir saçmalık… DP iktidarında Celal Bayar ve Adnan Menderes Atatürk’e edilen hakaretler karşısında adı geçen kanunu yürülüğe alıyorlar. Siyasi olarak da İnönü’yle olan rekabetleri ve tepkileri de buna sebep oluyor. Atatürk toplumun çoğunluğu tarafından saygı duyulan bir lider olmasına karşın, böyle kanunla toplum gözünde yerini başka bir yere çekeceğini söyleyen NAdir Nadi gibi bir çok kişi eleştiride bulunuyor. İşte şimdi de sıklıkla duyduğunuz “put” zemininde ilerleyen ve Atatürk’e tapınıldığında dair devam eden eleştirilerin zemini de burada yatıyor. Bir şeyhin ekmeğine yağ bal sürüp, daha sonraki bir çok din tüccarına da kapı açıyorlar. Kanımca Atatürk’ün ülkenin gelişmesine dair çizdiği vizyonu hafızalardan silip, onu sadece kişi olarak kafalara kazıyor. Atatürk’ü koruyalım derken toplumun kendini beter bir kuyuya çekmesinin de başlangıcı. bu tarihten günümüze kadar da Atatürk’e hakaret eden kişi sayısı milyonları bulmuştur artık. Günümüzde sosyal medyada istedikleri gibi hakaret edenler hiç bir ceza almadan hayatlarına devam ediyorlar. İnönü sayesinde şeyhlerle kurulan irtibat da CHP’nin alnına kara leke oluyor. DP’nin Nurcular ve Süleymancılardan destek alması üzerine CHP akıl hocaları da bu Ticanileri buluyor. Durum onu gösteriyor.

Peki Pilavoğlu kim? Anlatınca çok tanıdık bir hikaye olduğunu anlayacaksınız.

1968 yılında, Bozcaada’da “Üzüm, Şarap ve Efendi-Ticani Tarikatı ve Pilavoğlu” adıyla bir röportaj yapan Hikmet Çetinkaya, Ticani lideri Kemal Pilavoğlu’nun Bozcaada’daki günlerini şöyle anlatıyor:

“Karısı, iki kızı ve oğlunu da yanına alan Pilavoğlu, 1963 sonlarında Bozcaada’ya getirttiği yirmiye yakın müridinin sayısını, birkaç ay içinde ellinin üzerine çıkarmayı başarmış. Bozcaada’da sempati toplamak için öğrencilere kitap, defter, kalem ve eğitim araçları almış. Bunları parasız dağıtmaya başlamış. Bozcaada’da doğru dürüst bir fırın, bakkal, bir manav yokmuş o yıllar. Adalılar yoğurt, süt yüzü görmüyorlarmış, aylarca. Çanakkale’ye inerlerse yiyebiliyorlarmış. Kışlık sebze yemezlermiş. Kısacası yoksunluk bölgesiymiş Bozcaada. Kışın deniz kudurdu mu, açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalırlarmış. Motorlar çalışmazmış günlerce. Kimsenin aklına sebze yetiştirmek, inek alıp beslemek gelmezmiş, 1963’e kadar. İşte iyi bir işletmeci olan Pilavoğlu, kolları sıvayarak koyun almış. Süt ve yoğurt satmaya başlamış. Manav ve bakkal dükkanları açmış. Fakat şarap ve sigaranın ‘günahkarlar içkisi’ olduğunu öne sürerek, bunları satmıyormuş dükkanlarında. Artık işleri yoluna girmiş, ‘Pilavoğlu Çarkı’ hızlı hızlı dönmeye başlamış. Üstelik elliden fazla mürit, efendilerinin hizmetinde sadece boğaz tokluğuna çalışıyorlarmış.”

Çetinkaya’nın anlattığı “boğaz tokluğuna çalışma” olayını Pilavoğlu’nun birçok müridi doğruluyor. Müridler, efendiye hizmet edip ve sevap yarışına giriyorlar. Pilavoğlu ise, müridlerinin emeğine el koyuyor ve dünyalık kazanıyor. Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesi’nde Kemal Pilavoğlu hakkında açılan 1975/181 sayılı davada ifade veren müridleri, şeyhin çiftliklerinde, fırınlarında ve diğer işyerlerinde çalışarak din yolunda efendiye hizmet ettiklerini, hakim huzurunda söylüyorlar.

Şeyh-mürid ilişkisinin sonunda, Ticani Lideri Pilavoğlu’nun kazancını 26 Eylül 1975 tarihinde Bozcaada Tapu Sicil Muhafızlığı’nın, Bozcaada Cumhuriyet Savcılığı’na yazdığı bir yazıda, şu bilgiye yer veriliyor:

“İlgi müzekkerenizle, ilçemiz Cumhuriyet mahallesinden Ahmet oğlu 1323 doğumlu Kemal Pilavoğlu adına kayıtlı (172) yüz yetmiş iki parça gayrimenkul kaydı sicilinden aynen yukarıya çıkarılmıştır.”

Mürid çalıştırmak her zaman kazançlıdır.

1960–1975 yılları arasında, efendi-mürid ilişkisinin Ticani liderine kazandırdığı varlığın sadece bir bölümü olduğu bilinen 172 parça gayrimenkul. Tarlalar, arsalar, bağlar, bahçeler, mandıralar, evler… Binlerce dönüm toprak. Yüzlerce, binlerce küçük ve büyükbaş ve kümes hayvanı. Menkul varlık ise hala bilinemiyor. Pilavoğlu’nun asıl başarıyı ticaret alanında değil, inanç sektöründe sağladığı ortaya çıkıyor. 1950’li yılların Atatürk heykelleri düşmanı, radikal dinci Ticani tarikatının lideri, bu görüntünün altında Türkiye’nin en hızlı zenginleşen kişilerinden biri olarak ortaya çıkıyor. Pilavoğlu, bir yandan mal-mülk edinirken, bir yandan da başka dünyevi zevklerle uğraşıyor. Bu da Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesi’nin 1975/181 esas sayılı dosyasının sayfaları arasında bütün çıplaklığı ile duruyor. İki yıl daha duracak ve sonra dosya zaman aşımı süresininin dolması nedeniyle, 1996 yılında imha edilecek. Davanın 6 Mayıs 1976 tarihli duruşmasında, A.U., mağdur, yani fiilden zarar gören sıfatıyla duruşma salonuna, yargı heyetinin önüne alınıyor. Duruşma tutanaklarında şunlar yazıyor:
“Duruşmanın belli yerinde ve saatinde oturum açıldı. Mağdur A.U. gelmekle huzura alındı, açık duruşmaya başlandı. Mağdur: A.U.: Mustafa oğlu 1952 doğumlu, Altındağ Yenidoğan asfaltı üzeri,… numarada oturur. Sıhhiye Zafer meydanı,… numarada babası M. yanında kalır olduğunu söyledi.
Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesi’nin 12 Nisan 1976 günlü talimatı okundu. Mağdurdan talimat gereğince soruldu: Ben bu hususta evvelce ifade vermiştim. Aradan zaman geçtiği için de okunmasını isterim, dedi.

Mağdurun talimata ilişik olarak gönderilen, ilk soruşturma sırasında tesbit edilen 24.6.1974 günlü tasdikli ifade örneği okundu.
Mağdurdan soruldu: Okunan ifadem doğrudur. Ben tarihini hatırlamıyorum. O zaman küçüktüm. Daha doğrusu 14–15 yaşlarında idim. Babam beni Kemal Pilavoğlu’nun Bozcaada’da bulunan yazıhanesinde katip olarak çalışmam için sanığın yanına bıraktı. Aradan bir sene kadar geçti. Ben sanık Kemal Pilavoğlu yanında boğaz tokluğuna çalışıyordum. Sanık küçük olduğum için bana muhtelif hediyeler vererek kandırdı ve anüs yoluyla yanında kaldığım 3–4 sene zarfında birçok defa evinin yanında bulunan yazıhanesinde ırzıma geçti. Bana ayrıca tehditte bulunmadı. Yalnız yukarıda belirttiğim gibi elbise, saat gibi hediyeler vererek, çocukluğumdan da istifade etmek suretiyle kandırdı. Ve bu suretle ırzıma geçti. Irzıma geçerken bir tehditte bulunmadı, ancak, her defasında kimseye söylememem gerektiğini bildirdi. Ben onun yanından askere gitmek üzere ayrıldım. Ve kimseye de şikayet etmedim. Ancak, benden sonra yanına aldığı katiplere de aynı şeyi yapmış ve suç ortaya çıkınca her nasılsa bana yaptıkları da meydana çıkmış. Ben de sanık hakkında şimdi şikayetçiyim, cezalandırılmasını isterim, dedi.

Ben askere 4.7.1972 tarihinde gittim. Askere gitmeden 5 veya 6 sene evvel sanığın yanında katip olarak çalışmaya gitmiştim. Ve bu süre askere gidinceye kadar yanında kaldım. Irza geçme hadisesi de bu tarihlerde oldu, dedi.”

Bir baba, (muhtemelen o da-müridi) oğlunu din ve Allah yolunda çalışması için lidere gönderiyor. En bilindik hikaye! Çocuklarına doğru yolu göstermek isterken travmalarına sebep olan bağnaz aile lideri… Dini lider, yani tarikat şeyhi, ki olayımızda bu kişi Ticani tarikatının lideri Kemal Pilavoğlu’dur, çocuğu boğaz tokluğuna çalıştırıp ek koyar. Allah umrunda değildir ama mülkle ilgilenmektedir. Üstelik bu kadarla da kalmıyor ve çevresine namusu, haramdan sakınmayı, kadının örtünmesini emrederken dini eğitim vermesi gereken genç erkek çocuğuna tecavüz ediyor.

Bir başka mağdura geçiyoruz. Pilavoğlu mağdurlarından A.A., hocaefendi hazretlerinin(!) yanına 15 yaşında gidiyor. Çanakkale Ağırceza Mahkemesi’ne gönderilmek üzere, Ankara Ağırceza Mahkemesi’nde, 13 Ekim 1975’te talimatla alınan ifadesinde efendi hazretlerinin yanında geçirdiği günleri şöyle anlatıyor:
“Ben Kemal Pilavoğlu’nun yanında 1963 yılında çalışmaya gittim. Bozcaada’ya gittim ve katip olarak çalışmaya başladım. Bir gün beni soydu. Bende bel soğukluğu var, bunu tedavi edeceğim dedi ve ben de hakiki olarak sandım. Kendisi bel kuşağı saralım dedi ve sonra bilahare beni yine soydu. Ben sizin babanızım diye bizi öper ve her tarafımızı okşardı. Fakat benim ırzıma geçmedi. Sarıldı ve okşadı. Bunlardan zevk alırdı. Birgün benim ırzıma geçmek istedi. Ben müsaade etmedim ve benim ırzıma geçmiş değildir.”.

Ortaya çıkan manzara bir din adamının, bir tarikat liderinin portresinden çok, erkek çocuklarına düşkün bir zamparanın portresi oluyor. Çocukları kimi zaman saatle, elbiseyle, kimi zaman kurnaz bir çapkın gibi hastalığın tedavisi bahanesiyle kandıran bir kart zampara. Dava dosyasının sayfaları arasında dolaşmayı sürdürüyoruz.

Bu kez bir baba, M.A.B., müşteki sıfatıyla sorgu hakimliğine, 28 Ağustos 1974 tarihinde şu kısa ifadeyi veriyor:

“Benim oğlum A.B., sanığın yanına çalışmak üzere gelmişti. Sanık orada çocuğumun ırzına geçmiştir. Ben kendim gözümle görmedim. Durumu bana oğlum A.B. anlattı. Kendisini muayene ettirdim ve ırzına geçildiği anlaşıldı. Sanık benim oğlumun ırzına geçmiştir, dedi.”

Dindar Pilavoğlu’nun dünyevi zevklere olan düşkünlüğü, Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesi’nin 1975/181 esas sayılı dosyasının sayfaları arasında bütün çıplaklığı ile duruyor. İki yıl daha duracak ve sonra dosya zaman aşımı süresininin dolması nedeniyle, 1996 yılında imha edilecek.

Kemal Pilavoğlu

Ülke aynı sahneleri kim bilir kaç kez daha yaşayacaktır. Zengin hocalar, karın tokluğuna çalışan müridler, kız ve erkek çocukları… O kadar çok yaşanacaktır ki bunlar, artık normal bile karşılanacaktır bu insanlık dışı hal… Ülke tarihinde bu pilavdan hiç dönülmemiştir… Fakirin tek zenginliği Allah, şeyhin kaymağı da fakir müritlerdir. Siyasiler ise kaşığı bunların elinden hiç almak istemezler.

Read more

Tanrı Tarihi #24 Yanmakla Korkut, Biatla Kurtul: Mümin Üretim ve Dağıtım Kooperatifi

Tanrı Tarihi #24 Yanmakla Korkut, Biatla Kurtul: Mümin Üretim ve Dağıtım Kooperatifi

Dinin tarihsel serüveni, yalnızca metafizik bir arayış değil; aynı zamanda güç, tahakküm ve korku üzerine kurulu bir düzenin de hikâyesidir. Mücadele ve cehennem gibi kavramlar, sadece inanç sistemlerinin bileşeni değil, toplumsal düzenin kontrol mekanizmaları hâline gelmiştir. Din, iktidarı meşrulaştırmak ve itaati koşullamak için araçsallaştırıldığında, mücadele cihada, korku ise cehenneme dönüşür.

By Daphne Emiroğlu
Tanrı Tarihi #23 Tanrı’ya mı İnsana mı Boyun Eğmeli?

Tanrı Tarihi #23 Tanrı’ya mı İnsana mı Boyun Eğmeli?

Tektanrıcılığın Ontolojik Derinliği ve İslam’ın Kurumsal Sapmaları Üzerine Karen Armstrong’un Dinin Kısa Tarihi adlı eserinin “Tanrı’nın İradesine Boyun Eğmek” başlıklı bölümü, özellikle İslam’ın teslimiyet temelli yapısını anlamak için güçlü bir başlangıç noktası sunar. Ona göre “Müslüman” olmak, kelime anlamıyla Tanrı’ya teslim olandır. Bu teslimiyet, yalnızca

By Daphne Emiroğlu
Ella Fitzgerald: Notalara Dokunan Kadın

Ella Fitzgerald: Notalara Dokunan Kadın

İnsan kendi dertlerine, beceriksizliklerine, korkularına uydurduğu bahanelere bakınca bazen utanıyor. Minik dertleri göğüsleyemeyen, küçük sorunları çözemeyen, mutsuzluklarına ve problemlerine çözüm bulamayan insanlarla, bir çoğu için dünyanın sonu denecek yerlerden yıldız gibi parlayan insanlar çıkıyor. Hepsi aynı gezegende yaşıyor. Aynı havayı soluyor. Ella Fitzgerald'dan bahsedeyim biraz. Geceleri onun sesiyle

By Daphne Emiroğlu