Retorik ve Türkiye: İkna Sanatı mı, Kandırma Endüstrisi mi?

Bir konuşma duyarsınız, öylesine inandırıcıdır ki, içeriğini sorgulamadan kabul edersiniz. “Adam ne güzel konuşuyor yahu!” dersiniz. İşte tam o anda, Aristoteles’in mezarında yüzü güler. Çünkü bu, retorikin zaferidir.
Ama aynı zamanda tehlikesidir de.
Türkiye’de Retoriğin Toplumsal Karşılığı
Retorik, Antik Yunan’dan beri “ikna sanatı” olarak tanımlanır. Aristoteles retoriği, “her durumda ikna etmenin yollarını araştıran bir yeti” olarak tanımlar (Rhetoric, M.Ö. 4. yüzyıl). Türkiye’de ise retorik çoğu zaman “laf ebeliği”, “güzel konuşup bir şey dememek”, ya da daha da basitiyle “gaz verme” sanatı olarak anlaşılır. Bu, hem retoriğin potansiyel gücünü hem de halkın bu güce karşı geliştirdiği savunma mekanizmalarını gösterir.
Çünkü burada insanlar yüzyıllardır güzel konuşana değil, ne yaptığına bakar. Ama yine de her seçim döneminde güzel konuşan kazanır.
Osmanlı’dan Günümüze: Güzel Lafın Büyüsü
Osmanlı’da retorik, medrese müfredatının önemli bir parçasıydı. "Belâgat" adı altında öğretilen bu sanat, Arapça gramerle birlikte, vaazların, hutbelerin ve resmi yazışmaların temelini oluşturuyordu (Kılıç, 2007). Cumhuriyet döneminde bu gelenek yerini daha seküler bir hitabet anlayışına bıraktı. Ancak özü değişmedi: Halkı etkilemek, yönlendirmek ve ikna etmek için güçlü söz, hâlâ en geçerli para birimidir.
Bugün hâlâ liderlerin “duruşu”, “tavrı”, “tok sesi” konuşmanın içeriğinden daha çok oy getiriyor. Çünkü retorik burada sadece sözcüklerle değil, bedenle, mimikle, tonlamayla işliyor. İnsanlar söylenene değil, nasıl söylendiğine tepki veriyor.
Psikolog Daniel Kahneman bunu "Hızlı Düşünme" sistemimizle açıklar:
“İnsanlar sistematik analizden çok, duygusal ve hızlı sezgilere dayanarak karar verir.” (Thinking, Fast and Slow, 2011)
Aristoteles’in Retorik Üçlüsü: Ethos, Pathos, Logos
Aristoteles’e göre etkili bir konuşmanın ya da metnin üç temel ayağı vardır:
1. Ethos – Güvenilirlik (Konuşmacının karakteri)
Konuşmacının kimliği, itibarı ve halktaki algısı, mesajın inandırıcılığını belirler. Türkiye’de bu, “bizden biri” olma, halktan görünme, ya da “duruş sahibi lider” imajıyla yaratılır. Bir siyasi figür doğruyu söylese de, halk nezdinde ethos zayıfsa, söyledikleri etkisiz kalabilir.
2. Pathos – Duygulara Hitap
İnsanları harekete geçiren esas güç duygulardır. Türkiye’de siyasi iletişim çoğu zaman pathos yüklüdür:
– Mağduriyet anlatıları
– Milli duygulara seslenmek
– Ailevi benzetmeler, dini referanslar
Her seçim döneminde “duygusal çağrılar” bilgiye galip gelir. Sloganlar, marşlar, öfke, korku ya da umut çağrıları… Bunların hepsi halkın limbik sistemini hedef alır.
3. Logos – Akıl ve Mantık
Veriler, istatistikler, neden-sonuç ilişkileri. En sağlam argüman burada bulunur ama genellikle en az dikkat çekeni de budur. Çünkü Türkiye’de siyasi tartışmalarda veriler değil, anlatının duygusal çerçevesi kazandırır.
Bir liderin “enflasyon düştü” demesiyle, halkın “pazarda fiyatlar arttı” gözlemi çeliştiğinde, halk kendi gözlemini değil, güzel konuşanı bazen tercih eder.
Aristoteles bu üç unsurun birlikte kullanıldığında retoriğin etkili olacağını söyler. Ancak Türkiye’de pathos genellikle tek başına hüküm sürer. Logos eksik, ethos ise imaj mühendisliğiyle suni şekilde yaratılır.
Retorik = Gerçeklik?
Retoriğin işlevi yalnızca ikna değildir. Retorik aynı zamanda gerçekliğin nasıl çerçeveleneceğini de belirler. George Lakoff’un çerçeveleme (framing) teorisine göre, insanlar verileri değil, verilerin nasıl sunulduğunu anlar ve ona göre karar verir (Lakoff, 2004).
Bu nedenle Türkiye’de her siyasi grup, aynı ekonomik veriyi farklı retorik kalıplarla sunar:
- İktidar: “Büyüyoruz!”
- Muhalefet: “Halk yoksullaşıyor!”
- Yorumcu: “Veri doğru ama algı farklı!”
Yani retorik, yalnızca bir iletişim biçimi değil, gerçeklik üretme aracıdır.
Medya Çağında Retorik: Görsel ve Duygusal Yalancı
Sosyal medya ile birlikte retorik artık sadece söze değil, görsele de dayanıyor. Başlıklar, meme’ler, filtreli videolar… Her biri bir retorik unsuru. Dijital çağın en etkili söylemi artık “duygu”.
Jacques Ellul’un deyimiyle:
“Propaganda yalnızca rasyonel değil, aynı zamanda duygusaldır. Duygularla manipüle edilen birey, eleştirel düşünme yetisini yitirir.” (Propaganda: The Formation of Men’s Attitudes, 1965)
Bugünün Türkiye’sinde de konuşma tarzları değil, duygusal mobilizasyon yeteneği oy getiriyor. Hangi lider daha çok sinirleniyor, hangisi daha iyi ağlıyor, hangisi “halktan biri gibi” davranıyor?
Türkiye’de Retoriğin Karanlık Yüzü: Gerçeğin Yerini Alan Söylem
Retorik sanatı, demokratik toplumlarda bilgiye dayalı ikna için kullanılabilir. Ama Türkiye gibi medya tekeline sahip, eğitimi zayıf ve kutuplaşmış toplumlarda retorik çoğu zaman gerçekliğin yerine geçen bir gösteri halini alır. Jean Baudrillard’ın “hipergerçeklik” tanımı burada oldukça yerindedir:
“Simülakrlar, gerçeğin yerini alır. Ve artık temsil yoktur, yalnızca temsilin temsili vardır.” (Simulacra and Simulation, 1981)
Türkiye’de siyaset, ekonomi ve medya alanlarında halk çoğu zaman analitik düşünceye değil, retorik kabiliyete güveniyor. Çünkü “güzel konuşuyor” her şeyin önüne geçiyor.
Sonuç: Dinlemeyi Değil, Düşünmeyi Öğrenmek
Türkiye’de retoriğin bu kadar etkili olmasının nedeni yalnızca liderlerin becerisi değil, halkın sorgulama alışkanlıklarının zayıflığıdır. Medya okuryazarlığının düşük olduğu toplumlarda retorik, sadece bir sanat değil, bir silah haline gelir.
Retorik doğası gereği nötrdür. Onu ne için kullandığınız, toplumun kaderini belirler.
Ya “ikna” ile aydınlanırız,
Ya “gaza gelmek”le karanlıkta kalırız.
📚 Kaynaklar:
- Aristotle, Rhetoric
- Daniel Kahneman, Thinking, Fast and Slow
- George Lakoff, Don’t Think of an Elephant!
- Jacques Ellul, Propaganda: The Formation of Men’s Attitudes
- Jean Baudrillard, Simulacra and Simulation
- Kılıç, M. (2007). “Osmanlı'da Belagat İlmi ve Retorik Gelenek.” Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi