Semantik Bir Kaçış: Barış

Uzlaşma adına, siyasal belirsizliği, tarihsel travmayı ve halkın dışlanmasını örten retorik bir yön değiştirme.
Türkiye'de doğan herkesin adınan önce öğrendi bir kelime olabilir terör... Bir kaç neslin de en büyük travması, terör ve PKK... Halk PKK terörünün maddi ve manevi yükünü bir kaç nesil sırtında taşımıştır ve hala da taşıyor. Elden ele geçirerek taşıdığımız en ağır yük ve bize bir türlü huzur vermedi. Bir gün bile elimizden bırakamadık, sırtımızdan indiremedik. Canının, sevdiklerinin, parasının, emeğinin teröre kurban edilişini yıllar boyu yaşadı. Halkın içinde yarattığı ayrışma, düşmanlaştırma da neredeyse bir türlü kurtulamadığımız Türk- Kürt ayrımını hiç geçmeyen çıban gibi sırtımıza yapıştırdı. Bazen sönen ama izi kalan, işe yarayacağı zaman kaşıyıp irin akıtılan bir çıban. Ve devasa bir bıkkınlık taşınıyor omuzlarda... Türk ve Kürt kelimelerini bırakın, bu iş hepimizin geleceğini ve gününü çaldı, ayrıca geçmişimize de insanı derinden sarsan olaylar ekledi.İki tarafın itişip kakıştığı ama daha uzak bir yerde başka birilerinin bu karmaşadan sürekli kazandığı bir oyun...
Antik Roma’nın büyük hatibi Marcus Tullius Cicero, “En kötü barış, en haklı savaştan iyidir” diyerek savaşın yıkıcılığına karşı barışın ahlaki üstünlüğünü savunmuştu. Haklı ama haksız da. Barışı kim istemez? İnsan doğası gereği sorun çıkaran bir canlı olsa da, barış içinde yaşamanın kazancını biliyor. Bu söz yüzyıllar boyunca çatışmaların ve çözüm arayışlarının sembolü oldu. Ancak aynı söz, bağlamından koparıldığında, gerçeği bastıran bir retorik silahına da dönüşebilir. Türkiye’de son yıllarda yeniden gündeme gelen PKK ile temaslar, geçmişteki “çözüm süreci”nden farklı olarak bu kez “barış süreci” adıyla anılıyor. İçerik aynı kalmışken, kelime neden değişti? Bu sorunun yanıtı, yalnızca siyasi stratejilerde değil, aynı zamanda ideolojik dil oyunlarında yatıyor olabilir. Ve oraya yatan her şey toplum içinde ayrışmaya, yeni tartışmaya da sebep oluyor. Bir delinin kuyuya taş atması gibi... Sonra bir bakıyoruz, biz ileride birbirimizle itişip kakışırken, başka şeyler olmuş.
2009–2015 arasında yürütülen çözüm süreci, Türkiye tarihinin en geniş kapsamlı, en tartışmalı ve en travmatik girişimlerinden biri sayılabilir. Devletin, silahlı bir örgütle müzakere yürütmesi, ilk kez bu denli resmiyet kazanmıştı. Oslo görüşmeleri, İmralı zabıtları, Dolmabahçe mutabakatı, Habur görüntüleri derken süreç bir anda son buldu. Ne olduysa oldu, ancak neden olduğu hâlâ halk nezdinde tam olarak bilinmiyor. Sanki sevgiliniz ghosting yaptı gibi bir his içerisinden kaldık. Ne oldu sorusu ile olmadı işte gördünüz mü çıkışları birbirine karıştı. Çünkü süreç boyunca halktan bilgi saklandı, TBMM sürecin dışında bırakıldı, sivil toplum yalnızca gözlemci pozisyonuna itilmişti. Sonuç: hem güvenlik hem demokratik temsil zedelendi. Devlet elbette güvenliği sebebiyle tamamen şeffaflık içinde olamaz ama kamu vicdanı dediğimiz o güçlü nokta huzursuzluk içinde kaldı mı ne yazık ki bir çok kurum ve kavram içi boş ve anlamsız görünmeye başlıyor. Anlamsızlık kafa karışıklığı, kafa karışıklığı belirsizlik, belirsizlik devasa bir güven kaybına sebep oluyor.
Ve şimdi aynı muhataplarla, benzer görüşmeler yeniden başlatıldı. Bu kez farklı bir söylem eşliğinde: "Barış süreci". Sanki geçmişte çözüm kelimesi yük taşıyordu da, şimdi barışla bu yük hafifletilmiş gibi. Oysa çözüm kelimesi devletin sorumluluğunu vurgularken, barış kelimesi taraflar arasında eşitlik iması yaratır. Böylece devlet, hem çözüm üretme yükünden kurtulmuş olur hem de barış gibi evrensel bir kavramın kalkanına sığınır. Kim barışa karşı çıkabilir ki? İşte tam da bu yüzden, kelimenin değiştirilmesi bir “semantik kaçış”tır. İktidarın söylemi, çatışmayı değil, sorgulamayı susturmayı hedefler.
Halk, semantik oyunlarla ikna edilmez. Hele ki geçmişte güvenini kaybetmiş bir halk hiç edilmez. Türkiye’de çözüm sürecinin çöküşü sadece silahlı çatışmalarla değil, bir güven bunalımıyla sonuçlandı. Çünkü süreç ne hesap verebilir, ne katılımcı, ne de şeffaftı. Şimdi yeniden aynı kapalı devre iletişim biçimi sahneye sürülüyor. Yine halktan bilgi saklanıyor. Yine hukuk dışı aktörlerle pazarlıklar yürütülüyor. Ve yine barış kelimesi, çatışmanın üstünü örtmek için bir yaldız gibi kullanılıyor. Ancak yaldız halka ulaştığında parlaklığını çoktan yitirmiş oluyor.
Bu sadece Türkiye’ye özgü değil. 2016’da Kolombiya’da hükümetin FARC ile imzaladığı barış anlaşması halk oylamasına sunuldu ve reddedildi. Halk, silahlı bir örgüte tanınan siyasi ayrıcalıkları kabul etmedi. Aynı şekilde İngiltere’de IRA ile yürütülen süreç, “Good Friday Agreement” olarak tarihe geçti çünkü halk referandumla süreci onayladı. Nepal’de Maoist isyan sonrası barış süreci ancak geçiş dönemi adaletiyle, yeni bir anayasa ile mümkün olabildi. Güney Afrika’da barış, gerçek bir hesaplaşma ve Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’yla inşa edildi. Türkiye'de ise barış adı verilen her girişim, halktan ve hukuktan köşe bucak kaçıyor.
Barış, sadece çatışmasızlık değildir. Johan Galtung’un tanımıyla “pozitif barış”, aynı zamanda adaletin, ifade özgürlüğünün ve eşitliğin de sağlandığı bir düzendir. Türkiye’deki süreçler, bu tanımın uzağında: Ne adalet konuşuluyor, ne de eşitlik. Meclis dışı aktörlerle yürütülen müzakereler, halkı yalnızca seyirci konumuna itiyor. 2023 itibariyle Transparency International raporuna göre Türkiye, şeffaflık sıralamasında 180 ülke arasında 115. sırada. Böyle bir atmosferde, halkın barışa değil, perde arkasındaki pazarlıklara odaklanması kaçınılmazdır. Durum böyle olunca, süreci sorgulayan, öğrenmek isteyen bir halka kızmak da anlamsızdır. Vazoyu kıran çocuğunuzun size kızmasındaki anlamsızlık gibi...
Barış adı verilen sürecin başka bir bileşeni de medya ve influencer’lar üzerinden yürütülen algı yönetimidir. Bugün sosyal medyada barışın temsilcisi gibi görünen birçok figür, gerçek soruları bastırmakla görevli birer sessizlik ajanı gibi davranıyor. "En kötü barış, en haklı savaştan iyidir" gibi sözler, içerikleri boşaltılarak, sorgulamayı bastıran kalıplara dönüştürülüyor. Oysa Cicero bu sözü, hukuk devletinin çöktüğü, Roma iç savaşlarının toplumun dokusunu paramparça ettiği bir dönemde söyledi. Ve aynı Cicero, “Savaşta kanunlar susar” diyerek barışın ancak hukuk içinde mümkün olduğunu da vurguluyordu.
Türkiye’de ise bugün hukuk konuşmuyor. Barış süreci meclis dışında, yargı denetiminden uzak, halktan gizlenmiş biçimde yürütülüyor. Süreci sorgulayanlar ya “barış karşıtı” ilan ediliyor ya da terörle özdeşleştiriliyor. Oysa sorgulamak barışa karşı olmak değil, barışı savunmanın asgari koşuludur. Halkın sorduğu soru nettir: Kiminle, ne uğruna, hangi hukuki çerçevede barış yapılıyor?
Akademik çalışmalar, halktan kopuk süreçlerin kırılganlığını tekrar tekrar kanıtlamıştır. Harvard Kennedy School’un “Negotiating with Armed Groups” (2017) raporu, halkın dışlandığı müzakerelerin istikrarsız sonuçlar verdiğini gösterir. Columbia Üniversitesi’nden Severine Autesserre, Kongo barış sürecinin başarısızlığını halkın süreçle özdeşleşememesine bağlar. Türkiye'de de 2014'te yapılan kamuoyu araştırmalarında halk, sürece umutla yaklaşsa da şeffaflık eksikliği nedeniyle büyük bir kuşkuya sahipti. Süreç başarısız olunca bu umut yerini aldatılmışlık hissine bıraktı. Şimdi aynı oyun, yeni kelimelerle sahneleniyor.
Barışın adı değişirse, anlamı değişmez. Ama eğer halk sürece katılmazsa, bu barış değil, sadece geçici bir suskunluktur. Gerçek barış, yalnızca silahların değil, aynı zamanda devletin ve halkın ortak aklının ürünü olduğunda kalıcıdır. Cicero’nun sözü, içeriği boşaltılarak değil, ruhuyla yaşatılarak anlam kazanır.
Barış, adaletle mümkündür. Barış, halkla mümkündür. Barış, hesaplaşmayla mümkündür. Aksi takdirde, barış sadece daha büyük bir patlamadan önceki fısıltı da olabilir. İşte tam da bugün halk; "Bana fısıldamayı bırak, gerçekleri haykır, ben de ona göre karar vereyim" diyor.
Kaynakça
- Autesserre, S. (2010). The Trouble with the Congo: Local Violence and the Failure of International Peacebuilding. Cambridge University Press.
- Galtung, J. (1996). Peace by Peaceful Means: Peace and Conflict, Development and Civilization. Sage.
- Harvard Kennedy School. (2017). Negotiating with Armed Groups: A Field Manual. Program on Negotiation.
- Tezcür, G. M. (2019). Kurdish Identity and Political Struggle in Turkey. Cambridge University Press.
- Transparency International. (2023). Corruption Perceptions Index. https://www.transparency.org
- Baudrillard, J. (1994). Simulacra and Simulation. University of Michigan Press.