Tanrı Tarihi #1 - Kırmızı Cenazeler

Tanrı Tarihi #1 - Kırmızı Cenazeler

Ben dindar biri değilim. Zira hangi dinin dindarı olabileceğim konusu da karışık… Artık adı tek ve tanrısı çok olan bir din ya da dinler var… Çocukluğumda hatırladığım İslam, daha yardımsever, daha saygılı, daha eli açık, daha şefkatli ve sevgi doluydu. Şimdi aşırıcı, ayırıcı, kışkırtıcı dile sahip, o dinin bilirkişisi gibilerin ağzında öfke ve nefret kusan bir aparata dönüştü… Kur’an’ı rehber alanın bile dinsiz sayıldığı on yıllar yaşandı ve yaşanmakta… Birisi “ Ben Müslümanım” dediği zaman hangi müslümanlardan olduğu konusunda fikrim olmuyor. Hangi cemaat, hangi tarikat, hangi tanrı, hangi hoca, hangi ayetler ya da hangi hadisler… İnsanlığı seviyor mu yoksa kendi gibi olmayandan nefret mi ediyor? Bu ürpertici tavır karşısında bir ağaca tapınmanın bile daha yüce olduğunu düşündüğüm anlar oldu. Kökleri derinlerde, kolları gökyüzünde… Hasta olduklarında diğer ağaçlara ihtiyaçlarını gönderen, dibindeki fidana annelik yapan dev ağaçlar çok daha tanrısal… Ancak dinleri çok severim. Kendi yalın halleriyle ve metinlerini tek başıma okuduğumda… Başkasının bir şeye canı gönülden inanmasına hayranım. Tüm kötülüklerden arınma çabası olan bir “imanın” çok değerli olduğunu düşünüyorum. Birisi bana “Şu taş benim tanrım!” dese saatlerce dinleyebilirim onu, mantığını, ne gördüğünü, ne hissettiğini anlamak isterim. İnsan o inandığı gücü içinde taşıdığı ve kimseyi o gücün kölesi yapmaya kalkmadığı sürece sorun yok benim için. Onunla birlikte o taşı korurum da üstelik… Çünkü inanmak bizim en büyük ihtiyaçlarımızdan biri… İnsanın kendini arındırmaya gönüllü olması muazzam ve çok cesaret isteyen bir eylem. Benim sorunum Tanrı’dan daha fazla konuşan ve görünen o ki Tanrıdan daha fazla bilen insanlar…

Başa dönelim… Orada kimse var mı diye merak etmeden duramadı insan… Düşünmeden duramıyoruz aslında. Olası yaratıcı olan Tanrı , teos var mıydı yok muydu? Var olduğunu söyleyenler teist, yok diyenler ateist… ama düşünmeden duramadık… İnsanların dünyanın ötesinden doğaüstü başka bir yaşam alanının olduğuna inanmadığı herhangi bir dönem olmamıştır. Belki ölüm bizi itmiştir buna… Nefes almayı bırakıp ölü olanların nereye gittiği mesela? Nefes almamızı sağlayan, bedenin içinde ama ondan ayrı bir varlığın gücü olduğuna dair bağlantı… İlk adımımız olabilir. Yunanca pysche, Latince spiritus… Üflemek anlamına geliyor.Bedenimize yaşam veriyor, ölünce de ayrılıyordu…O halde bir yere gidiyordu.

Bu gezegendeki atalarımız M.Ö 130.000 yıl önce ölülerini defnederek bir dine ship olduklarının kanıtlarını da bırakmışlar. Mezarlara bırakılan, gıda ve eşyalar, bedenlerin kırmızıya boyanması… Bunlar hep düşüncenin ürünüdür. Olan biten arasında bağlar kurmaya çalışmak, bu bağlara inanmak ve yaşamın parçası haline getirmek… Evet, kırmızıya boyanmış ölüler… Ölüleri boyamak dünyadaki başka bir buluştur aslında sembolik düşünmenin işareti… Bu kısımda dini inançlar ilhamla elde edilmiş gibi görünüyor. Düşünmüş, sormuş, kendince fikirler oluşturmuş ve bir Tanrı’nın, bir yüce gücün varlığı inancına varmış… Belki de bir ölünün arkasından acıyı en çok hafifleten şey, o ruhun başka bir yere gittiğini düşünmektir. Şu anda hayatta olmayan sevdiklerimin bir yerlerde yeniden doğdup doğmadığını düşünüyorum. En çok bu berbat gezegenden kurtulduklarına seviniyorum. Hepsi bu günleri görselerdi gerçekten çok üzülürlerdi…

Din tarihinde birilerine rastladı insanlık… O ruhların nereye gittiğini bilenlere… Ve Tanrı’nın bizden neler istediğinin haberini getirmişlerdi. Anlatmaları istenmişti insanlara… Bu sözlere inananlar da onların takipçileri oldular… Onlar peygamberler ya da bilgeler de diyebiliriz. Sözleri vardı. Sözler daha sonra yazı oldu. Yazılar kitap oldu! En büyük sembol… Kitap! İnsanla ilahi olanı kutsallığı ile birbirine bağladı…

Peki şüpheciler? Onlar inanmadı, sorguladı. Şüpheyle yaklaştı. sorular sordu. Binlerce yıldır soruyorlar.

Binlerce yıl geçti. Tüm peygamberlerin hikayeleri hala dünyadaki bir çok insanın hayatında değerli ve hatta bir kısım insanın hayatının anlamı… Tüm yaşamını inandığı dinin temeli üzerine kurmuş milyonlarca insan yaşıyor gezegende… Bu hikayelerin, anlatıların ya da onlara inananlar tarafından kutsal sayılan metinlerin sahte ya da gerçek olduğunu sorgulamak değil de aslında daha basit bir bakış açısıyla baktığımızda neyi sembolize ettiğini ya da neyi düşünmemiz gerektiğini ya da nereye doğru sürüklendiğimizi görmek belki de daha mantıklı olur.

Nefesin sahibi ruhumuzu, yaşadığı gezegende cendereye dönüşebilir bu metinler? İnsanlık tarihinin en eski ihtiyaçlarından biri olan inanç ağzından nefret akan insanların prangayla zapt edeceği bir köleye dönüşür mü? İnsanlar yaşarken kırmızıya boyanır mı?

Read more

Tanrı Tarihi #23 Tanrı’ya mı İnsana mı Boyun Eğmeli?

Tanrı Tarihi #23 Tanrı’ya mı İnsana mı Boyun Eğmeli?

Tektanrıcılığın Ontolojik Derinliği ve İslam’ın Kurumsal Sapmaları Üzerine Karen Armstrong’un Dinin Kısa Tarihi adlı eserinin “Tanrı’nın İradesine Boyun Eğmek” başlıklı bölümü, özellikle İslam’ın teslimiyet temelli yapısını anlamak için güçlü bir başlangıç noktası sunar. Ona göre “Müslüman” olmak, kelime anlamıyla Tanrı’ya teslim olandır. Bu teslimiyet, yalnızca

By Daphne Emiroğlu
Ella Fitzgerald: Notalara Dokunan Kadın

Ella Fitzgerald: Notalara Dokunan Kadın

İnsan kendi dertlerine, beceriksizliklerine, korkularına uydurduğu bahanelere bakınca bazen utanıyor. Minik dertleri göğüsleyemeyen, küçük sorunları çözemeyen, mutsuzluklarına ve problemlerine çözüm bulamayan insanlarla, bir çoğu için dünyanın sonu denecek yerlerden yıldız gibi parlayan insanlar çıkıyor. Hepsi aynı gezegende yaşıyor. Aynı havayı soluyor. Ella Fitzgerald'dan bahsedeyim biraz. Geceleri onun sesiyle

By Daphne Emiroğlu
Satıh hâlâ müdafaaya muhtaçtır.

Satıh hâlâ müdafaaya muhtaçtır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Sakarya Meydan Muharebesi sırasında söylediği “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır; o satıh bütün vatandır” sözü, yalnızca bir savaş stratejisinin özeti değil, bir milletin varoluşsal mücadelesini ifade eden tarihî ve felsefî bir bildiridir. Yüzeyde bu cümle, belirli bir cephe hattının savunulmasından vazgeçilip, topyekûn direniş anlayışının benimsendiğini

By Daphne Emiroğlu