Tanrı Tarihi #10 - Ya İnanıyorsan

Tanrı Tarihi #10 - Ya İnanıyorsan

Hıristiyan İncilindeki son kitap mahşerin dört atlısını gösterir: Savaş, kıtlık, hastalık ve ölüm…Tarih boyunca insanlığın peşini bırakmayan dört atlı… Tanrı’ya inanmıyorsanız, bu dörtlü başınıza geldiğinde, göğüslemeniz gereken berbat bir gerçekliktir. Peki ya Tanrı’ya inanıyorsanız? O zaman aklınıza gelen soru önemlidir. Tanrı neden insanlara bu acıyı yaşatıyor? Günümüzde Gazze’de olanlar gibi Tanrı neden bebek ve çocukların ölümüne izin veriyor? Neden iyi ve masumlar acı çekerken, zalim ve zorbaların her yaptıkları yanlarına kar kalıyor? Anlamlı ve haklı sorular. Elbette tüm dinler bu soruları yanıtlar… İsrailoğulları bu soruya hemen cevap bulmuştu, acı çekiyorlarsa ve başlarına kötü şeyler geliyorsa, bu onların günahları yüzündendi.

İsrailoğulları’nın başından beri çektiği sıkıntıları biliyoruz. Antiokhos’un onları Tanrı’larından koparma çabası sırasında yeni bir fikir gelişti. Bu acıyı günahlarından dolayı değil Tanrı’ya sadakatları yüzünden çekiyorlardı. Bu Museviliğe yeni bir unsur kattı. Bu yeni açıklama sadece onların tarihinde değil, onlardan sonra gelecek Hıristiyanlık ve Müslümanlık tarihinde de bir çok sonuca sebep olacaktı.

Peygamberler gelecekten haber vermemişti. Genelde geçmişe dair veya Ezekiel’in bildirdiği gibi Tanrı’nın İsrailoğulları’na öfkesini mesaj olarak getiriyorlardı. Sonra bir karakter ortaya çıktı. Vahiy artık ses değil, bir kitaptı. Tanrı’dan alınan gizli bilginin aktarılmasına apokaliptik yöntem adı verilir. Vahiy… Bu Yunanca sözcüğün anlamı: Gizli olan şeyleri açığa çıkarmak. Bir tiyatro sahnesinde sergilemek gibi… Ve apokaliptik ajanlar çıktı. İlki Daniel’di. Kitabını sadece Yahudilerin anlayacağı şekilde yazmış. Bün dünyayı yakarsa garipler yakar gibi, Babil sürgününden kurtulacağının umudunu vermişti. 6 öykü ve iki düşten oluşuyordu kitap. İsrailoğulları’nın direncini arttırmayı amaçlıyordu ama tek amacı bu değildi. Ayrıca Tanrı’nın nihai savaşına hazırlıyordu acı çeken İsrail halkını. Ve Hintlilerin aksine Daniel zamanın bir döngü değil, fırlatılan bir ok olduğunu ve yerine varmasının az kaldığını söylüyordu. Ok yerine varınca İsrailoğulları’nın acıları da bitecekti. Daniel ayrıca ölümden sonra yaşam ve her şeyin Tanrı tarafından hesaplanacağı hesap günü fikrini de İsrailoğulları hayatına ilk sokan kişidir.

İsrailoğulları o zamana dek ölümden sonrasını düşünmemişlerdi. Ölümü sadece insanın Tanrıyla geçirdiği zamanın sonu olarak düşünmüşlerdi. Ölüler Sheol denilen yeraltı dünyasına gidiyordu. Tanrı’nın bile hatırlanmadığı bir yerdi o. Daniel kitabıyla bunu değiştirdi: “Toprağın tozuna karışmış uyuyanlar uyanacaktı, bazılarını sonsuz bir hayat bekliyordu, bazılarını ise utanç ve sonsuz aşağılanma.” Sanırım herkese tanıdık geldi. Teşekkürler Daniel. Bu fikir binlerce yıl listelerden düşmedi. Bu fikirle bir çok insan telef edildi ve edilmekte…

Daniel kitabında herkesin ölünce tek tek dirileceğini değil, genel bir diriliş olacağını yazmıştı. Ve bir müjde de verdi Tanrı onlara sonun yaklaştığını göstermek için Mesih adında birini gönderecekti. bu çok gizli ve özel bir ajandı. Gökyüzünden yere inmeyecekti, kendi aralarında yaşayacaktı ve günün birinde ortaya çıkacaktı. İşte büyük bir umut aşılamıştı Daniel. Mesih gelecekti. İsrailoğulları Mesihi beklemeye koyuldular, acıları bitecekti. Ancak gelen giden olmadı. Hatta işler daha da kötüye gitti.

Gelen gideni aratır derler, Antiokhos’tan sonra Romamlılar Filistin’i ele geçirdi. Yahudilerin Tanrılarına duydukları tutku Romalıları şaşkına çevirmişti. Bir hikayeye göre Romalı komutan Pompey İsrailoğulları’nın bu çılgınca bağlı oldukları tanrıyı görmek için tapınağa gider. Kutsalların Kutsalı odasına dek ilerler, buraya sadece en üst drece rahipler girebiliyordur. Çok saygılı bir biçimde odaya adım atar. Oda bomboştur. İsrailoğulları’nın tanrısını hiç bir şey simgeleyemezdi.Pompey bu boşluk karşısında şaşkınlığa düştü. Sonraki yüzyılda bu şaşkınlık hiddete dönüştü. romalılar ne olduğu belirsiz bu tanrıya ayak uyduramazdı. Onları tamamen saf dışı bırakmaya karar verdiler. MS. 70 Titus Pompey’in ziyaretinden beri genişlemiş ve daha da güzelleşmiş tapınağı yerler bir etti. En sonunda bitti dedi. “Onları yok ettim!”

Yok olmadılar. Dünyanın dört bir tarafına dağıldılar. Yine ellerinde sadece tanrıları kalmıştı. Bu yeni sürgüne yine bu bağlılıkla göğüs gereceklerdi. Mesih’i bekleye koyuldular. Tanrı’yı insani herhangi bir özellikle tanımlama girişimine sürekli karşı çıktılar.

Ve sahneye rahatsız edici bir karakter çıktı: Heretik

Heretikler tuhaf sorular soran ve çoğunluğun düşüncesine sürekli karşı çıkan meydan okuyan tiplerdir. Eski Ahit’in tam ortasında en ünlüsünü bulursunuz.

Read more

Tanrı Tarihi #23 Tanrı’ya mı İnsana mı Boyun Eğmeli?

Tanrı Tarihi #23 Tanrı’ya mı İnsana mı Boyun Eğmeli?

Tektanrıcılığın Ontolojik Derinliği ve İslam’ın Kurumsal Sapmaları Üzerine Karen Armstrong’un Dinin Kısa Tarihi adlı eserinin “Tanrı’nın İradesine Boyun Eğmek” başlıklı bölümü, özellikle İslam’ın teslimiyet temelli yapısını anlamak için güçlü bir başlangıç noktası sunar. Ona göre “Müslüman” olmak, kelime anlamıyla Tanrı’ya teslim olandır. Bu teslimiyet, yalnızca

By Daphne Emiroğlu
Ella Fitzgerald: Notalara Dokunan Kadın

Ella Fitzgerald: Notalara Dokunan Kadın

İnsan kendi dertlerine, beceriksizliklerine, korkularına uydurduğu bahanelere bakınca bazen utanıyor. Minik dertleri göğüsleyemeyen, küçük sorunları çözemeyen, mutsuzluklarına ve problemlerine çözüm bulamayan insanlarla, bir çoğu için dünyanın sonu denecek yerlerden yıldız gibi parlayan insanlar çıkıyor. Hepsi aynı gezegende yaşıyor. Aynı havayı soluyor. Ella Fitzgerald'dan bahsedeyim biraz. Geceleri onun sesiyle

By Daphne Emiroğlu
Satıh hâlâ müdafaaya muhtaçtır.

Satıh hâlâ müdafaaya muhtaçtır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Sakarya Meydan Muharebesi sırasında söylediği “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır; o satıh bütün vatandır” sözü, yalnızca bir savaş stratejisinin özeti değil, bir milletin varoluşsal mücadelesini ifade eden tarihî ve felsefî bir bildiridir. Yüzeyde bu cümle, belirli bir cephe hattının savunulmasından vazgeçilip, topyekûn direniş anlayışının benimsendiğini

By Daphne Emiroğlu