Tanrı Tarihi #17 - Kurtuluş İsteyen Bireyler Kulübüne Hoş Geldiniz (Çıkış Yoktur)

Dinlerin kişiselleşmesi, mitolojinin spiritüel çıkmaz sokakları ve insanın “ben neyim ya?” arayışı üzerine ciddi gibi görünen ama gayriciddi bir metin.
Din insanlık tarihi boyunca evrenin ne işe yaradığı, insanların neden bu kadar sorunlu olduğu ve neden her şeyin bu kadar kaotik bir düzen içinde ilerlediği gibi sorulara verilen en kullanışlı cevaptı. “Çünkü Tanrı öyle dedi” argümanı; hem bilim öncesi bir bilgi paketiydi, hem de insanlara “boşuna düşünme, zaten düşünmen istenmiyor” mesajını verirken oldukça şefkatli görünüyordu. Her şeyi de anlamaya çalışma kardeşim!

Mesela “Neden insanlar diğer canlılardan üstün?” diye sorulduğunda İncil devreye giriyor, “Tanrı öyle uygun gördü, şimdi gezegeni yönetmeye gidebilirsin” diyordu. Konuşma yürü diyor… Hinduizm ise farklı çalışıyordu: Doğarken içine yüklenen “Karma puanlarına” göre bir sosyal sınıfa atanıyordun. Lütfen daha fazla like almaya çalışınız. Yanlış sınıftaysan yapacak bir şey yoktu, kaderinle barış. Kısaca özetlemek gerekirse: Dünya simülasyon, karakter ataması otomatik, admin Tanrı. Bence tamam ve çok rahat:)

İnsanlar sadece “Neden varım?” gibi varoluşsal krizlerle değil, aynı zamanda “Neden hırsızlık yapmamalıyım?” gibi çok daha pratik sorularla da baş başa kaldılar. İşte burada dinin ikinci işlevi sahneye çıktı: Toplum düzenleyiciliği. Çalmayacaksın, öldürmeyeceksin, yalan söylemeyeceksin, bacaklarıma ya da memelerime öküz gibi bakmayacaksın çünkü cehennemde cayır cayır yanarsın. Tanrısal polis devleti gibi çalışıyordu bu sistem. Ahlak kuralları, Tanrı’nın ağzından verilince insanlar daha hızlı ikna oluyordu. Bir tür “göksel anayasa” diyebiliriz. Oysa günümüzde anayasalar uyulmamak için yazılıyormuş gibi bir hava var. Üstelik bu kurallar toplumun değil, “evrenin yöneticisinin” önerisi olduğundan sorgulanamaz statüsündeydi. Ahlaki tembellik, teolojik tehditle dengelenmişti. Kısaca “Uslu dur yoksa sopalarım! Burada olmazsa cehennemde”
Fakat zamanla işler değişti. Din sadece toplumun ortak sigorta poliçesi olmaktan çıktı, bireysel terapi seanslarına dönüştü. Artık mesele “toplumun iyiliği” değil, “benim ruhumun huzuru”ydu. “Kurtuluş” kavramı tam bu sırada ortaya çıktı. Hristiyanlıkta salvation; İslam’da cennet; Hinduizm’de mokşa; Budizm’de nirvana… Herkes kendine göre bir çıkış kapısı çizdi. Hatta bu bireysel kurtuluş ihtiyacı o kadar evrenselleşti ki dinler artık “toplu ibadet” değil, “kişisel gelişim semineri” gibi algılanmaya başladı. Seminerin sonunda çakraların açılıyor, ruhun arınıyor, evrenden gelen mesajı okuyorsun. İnanabiliyor musun kozmik enerjiyi kalça kemiğinden geçiriyorsun! Bunu kim istemez!
Eski mitolojiler de boş durmadı tabii. Mesela Demeter ve Persephone hikâyesi… Bildiğin mitolojik mevsimsel depresyon. Persephone yeraltına kaçırılıyor, annesi yas tutuyor, dünya kuruyor. Sonra Persephone yeryüzüne çıkıyor, dünya çiçek açıyor. Yani ilkbahar gelmesinin nedeni aslında tanrıça Reunion’ıymış. Mevsimler mitolojik duygu durum bozukluklarıyla açıklanıyordu. İyi günler, kötü günler, çürüyen bitkiler, dökülen yapraklar… Her şeyin bir tanrısal dramı vardı. Doğanın döngüsüyle insan psikolojisi eş zamanlı ilerliyordu. Bu mitler öyle sıradan hikâyeler değildi, kolektif travma terapisi gibiydi. İşlerin ters gittiğini düşünüyorsanız hangi tanrıçanın trip attığını bulabilirsiniz.
Sonra geldi gizem kültleri. Tam bir “spiritüel escape room” deneyimi. Katılımcılar kapalı bir yere alınıyor, sessizlik yemini ediyor, karanlıktan geçip ışığa ulaşıyorlar. Ayinler, semboller, sırlar… Ama kimse içeride ne olduğunu anlatmıyor çünkü gizemli. İnisiyasyon olan masonlar dünyayı yönetiyor sonra falan… Çok heyecanlı. Ruhsal deneyimin Wikipedia’sı yok. Duygular üzerinden inşa edilen bu sistemler öğrenilmez, yaşanır. Eleusis kültü gibi gruplar, kişiye özel tanrısal aydınlanma vadediyor. Düşünsene tanrı işi gücü bırakıyor sana lamba açıyor. Rasyonel değil ama kesin daha etkileyici. Bugünkü karşılığı: “Retreat kampına gittim, gözlerimi bağladılar ve yeniden doğdum.” Yeniden doğdum ama taksitle aldığım için parça parça hissedeceksiniz siz.
İşin güzel yanı şu ki bu kişisel kurtuluş merkezli dinler, “herkes için bir umut” sloganıyla evrenselleşmeye başladı. Yahudilik gibi etnik dinler “sen bizim kavimden değilsen Tanrı seni pek tanımıyor” derken; Budizm sahneye çıkıp “kurtuluş senin de hakkın, aramıza hoş geldin” dedi. Hinduluk sınıf sistemine bağlıydı ama Budizm onu hackledi. Ruhani demokrasi ilan edildi. Bu dinlerin evrensel hale gelmesi aslında bireysel dertlerin global pazarda yankı bulmasıyla mümkün oldu. Dert ortak, kurtuluş paketi kişiye özel. Seç, beğen al, din din gez… Sabret kardeşim, kendini bir noktada bulacaksın, bulduğunu beğenirsin beğenmezsin onu bilemem… Ama bir şey bulacaksın, mevladan belanı da olabilir.
Ve tabii ki Hristiyanlık… Gizem kültlerinden bolca esinlenip bir nevi “ölüp dirilen Tanrı” anlatısıyla geldi. “Tanrı oğlunu gönderdi, öldürdü ama geri getirdi” diyerek hem dramayı hem umudu tek pakette sundu. Bu paket o kadar başarılı oldu ki Katolik kelimesi bile “evrensel” anlamına gelmeye başladı. İlk başta küçük bir Yahudi grubu gibi görünse de kısa sürede “herkes içindir” diyerek tarihsel bir upgrade aldı.

Sonuçta din, önce evreni açıkladı, sonra toplumu düzenledi, ardından bireyin iç yolculuğuna rehber oldu. Her aşamada rol değiştirdi ama bir şeyi hiç bırakmadı: İnsanın anlam arayışına tatmin edici (ve çoğu zaman oldukça teatral) cevaplar vermeyi. Şimdi ise TikTok’ta “ruhsal uyanış” videoları izleyip, story atarken “karma bana ne anlatmak istiyor?” diye soruyoruz. Kısacası, evet, kurtuluş istiyoruz ama tercihen filtreden geçirilmiş, aşamalı ve reels formatında olsun lütfen. Bir gün tanrı bizzat kendisi like atacak! Göreceksiniz.