Tanrı Tarihi #18 - “Şabat İnsanı Değil, İnsan Şabatı Yaratır”

Tanrı Tarihi #18 - “Şabat İnsanı Değil, İnsan Şabatı Yaratır”

“Mesih” kelimesi İsa’nın soyadı değil, unvanıdır. İbranice kökenli bu kelime, Yunanca’da “Christos” olarak çevrilmiştir. Ancak unvanın anlamı ve kullanımı bile erken dönemden itibaren ihtilaf yaratmıştır. Romalılar, İsa’yı çarmıha gererken üstüne “Yahudilerin Kralı” yazısını alaycı bir ifadeyle iliştirmiştir. Onlara göre İsa, sadece dünyayı değiştirmeye çalışan deli bir Yahudi’den ibaretti.

İsa’nın kim olduğu, nereden geldiği, anne babasının kim olduğu ve ölümünden sonra başına ne geldiği, tarih boyunca hep tartışılan konular olmuştur ve bu tartışmalar hâlen sürmektedir.Görüyorsunuz dünyada bizi meşgul edecek bir çok konu var.

İsa hakkında milyarlarca sözcük yazılmıştır. Bunların en eskileri Yahudi İncil’i ile Hristiyanların Yeni Ahit dediği kaynaklardır. Bu iki metin arasındaki fark, Hristiyanların İsa’yı yeni bir antlaşma yapmak ve eski dinleri tamamlamak için gelmiş bir Mesih olarak görmesidir. Tanrı, Musa ve İbrahim’e verdiği sözleri tamamlamak için şimdi de İsa’yı göndermiştir.

Yeni Ahit’te yer alan kitapların sıralaması Matta, Markos, Luka ve Yuhanna şeklindedir. Ancak ilk yazılmış metin Matta değil, Paul’ün 55 yılında Korintlilere yazdığı mektuptur. Bu mektup, İsa’nın yaşamına değil, ölümünden sonra yaşananlara odaklanır. İsa’nın Tanrı’nın yanında yeni bir hayata kavuştuğu ve insanlarla bu yeni düzenden temas kurabildiği anlatılır. Paul, İsa’nın ölümünden sonra göründüğü kişileri ve yaşadığı deneyimleri aktarır.

Yeni Ahit’in İsa hakkındaki ilk anlatısı, onun ölümüyle tarihten silinmemiş olmasıdır. Birçok kişiye görünmüş ve bu sayede dirilişi kanıtlanmıştır. Bu, Tanrı’nın yeni bir düzen başlattığının işareti sayılır. Ölüm artık son değildir. Öğrenciler için bu sadece İsa’nın kaderi değil, kendi kaderlerinin de parçasıydı. İsa’nın dirilişi, Tanrı’nın harekete geçtiğinin göstergesiydi ve onun kusursuz krallığının başlayacağına işaret ediyordu. Ölüm bile artık bir son olmayacak, her şey değişecekti.

Paul’un Korintlilere yazdığı mektup İsa hakkında yazılmış ilk metindir. Daha sonra 60’ların sonunda Markos’un yazdığı İncil gelir, ardından 80–90 yıllarında Matta ve Luka, en son da yaklaşık 100 yılında Yuhanna. Bu tarih sıralaması önemlidir; çünkü bir peygamber hakkında yazılan metin, onun yaşadığı dönemden ne kadar uzaksa, o kadar mitolojikleşir. Bu nedenle yazar, İsa’nın hayatı, doğum yeri ya da diriliş anı gibi detaylara girmek istemediğini, daha genel kabul gören yorumlara bağlı kalacağını belirtir.

Markos, bizi apokaliptik bir tiyatroya taşır. Vaftizci Yahya, Şeria Nehri’nde insanları vaftiz eder, onları günahlarından arındırarak yeni bir hayata yönlendirir. İsa, otuz yaşında ilk kez sahneye çıkar. Yahya, Mesih’in kendisi olmadığını, yalnızca yolunu hazırladığını belirtir. Bu sahnede Tanrı, İsa’ya “sevgili oğlum” diye hitap eder. İsa’nın Mesih olduğunu o anda mı anladığı bilinmez; fakat görevini kesin olarak o an üstlendiği düşünülür.

Peygamberler gibi, İsa da Tanrı’dan duyduklarını aktarır. Tanrı hakkında her şeyi bildiğini iddia eden din adamları ise İsa’nın Celileli ve taşralı olması nedeniyle ondan ders kabul etmeye hazır değildir. Sınıf farkı her yerde başımıza bela. “Kardeş senin memleket nere?” diye sormadan rahat edemiyor insanlık! İsa ile Museviliğin resmi kurumları arasında üç temel anlaşmazlık çıkmıştır ve bu çatışmalar onu ölüme götüren süreci başlatmıştır.

İlk anlaşmazlık, Markos’un anlattığı gibi İsa’nın vaftizden sonra yoksullara ve hastalara yardım etmeye başlamasıyla başlar. Resmi bakış açısına göre bu insanlar günahlarının ve ahlaki zayıflıklarının bedelini ödemektedir. Tanrı’nın dünyayı bu şekilde yönettiğine inanılır. İsa ise Tanrı’nın böyle bir yönetimden hoşnut olmadığını, Tanrı’nın çocuklarının bu acıdan kurtulması gerektiğini savunur. Bu mesaj Tanrı’nın krallığının gelmekte olduğunun müjdesidir.

İkinci anlaşmazlık, Şabat günüyle ilgilidir. İsa’nın öğrencileri buğday tarlasında yürürken başak koparır, Ferisiler bunu yasa ihlali sayar. İsa ise Şabat’ın insan için olduğunu, insanın Şabat için yaratılmadığını söyler. Kuralların insanlara hizmet etmesi gerektiğini vurgular. Bu da yasacıların gözünde devrimci ve tehlikeli bir düşüncedir. Yasalar insanlığa değil, insanlık yasalara hizmet etmeli der. Demese bir şey olmayacakmış gibi duruyor. Bu tavır onu daha da hedef hâline getirir.

Üçüncü ayrılık ise Dağdaki Vaaz’da belirginleşir. Bu vaaz, otoriteye karşı barışçıl ama son derece radikal bir meydan okumadır. “Yanağınıza tokat atana diğerini çevirin” diyen İsa, şiddetsizliği yüceltir. “Düşmanlarınıza iyilikle karşılık verin” öğüdü, siyasi otoriteler için tehdit olarak görülür. Tanrı’nın krallığı, göklerdeki gibi yeryüzünde de egemen olacaksa; o zaman Tanrı, kral değil baba olmalıdır. Bu da toplumsal yapının altını oymak demekti. Bu düşünceler ikinci suçlama dosyasının genişlemesine neden olur.

Luka’ya göre İsa, insanlara ne düşünmeleri gerektiğini söyleyen değil, onları düşünmeye teşvik eden bir figürdür. Bu da onu diğer peygamberlerden ayırır.

İsa, dinin özünü iki buyrukta özetler: Tanrı’yı tüm varlığınla sevmek ve komşunu kendin gibi sevmek. Dinleyici, “Peki komşum kim?” diye sorunca İyi Samiriyeli öyküsünü anlatır. Bu öyküde, soyulmuş ve yol kenarına bırakılmış bir adamı din adamları görmezden gelir; çünkü kurallar gereği ona dokunmaları dine aykırıdır. Ama bir Samiriyeli –ki Yahudiler için iletişimi yasak bir gruptur– merhamet eder ve yardım eder. Bu, komşuluğun sınırını inanç değil, insanlıkla çizer. Tanrı babaysa, herkes kardeştir.

Bu öykü İsa’nın dine getirdiği yorumu gösterir. Şabat günüyle ilgili sözleri yasaları değil, insanları merkeze alır. Dağdaki Vaaz ise siyasi iktidarı hedef alır. İsa, Tanrı’nın adını kullananların bile Tanrı’nın gerçek düşmanı olabileceğini söyler. Bu söylem, otoriteye karşı bir tehdit olarak algılanır. Otorite oldun mu anksiyeteden asla kurtulamıyorsun.

İsa, kısa ama özlü sözlerle öğretisini özetler. “Göklerdeki Babamız” duası, Tanrı’yla kurulan ilişkiyi bir baba-çocuk ilişkisi olarak yeniden çerçeveler. Bu sözler inananlar için umut verici olsa da, dönemin siyasi ve dini liderleri için yeterince tehlikelidir. Çünkü bu tür bir söylem, bir insanı öldürmeye yetecek kadar etkili olabilir. Ve öyle de olur.

Şimdi kısaca olaylara bakıp bir gayri ciddi şekilde özetlersek;

DOSYA 1: “Yoksula Yakın Durmak Suretiyle Sistem Düşmanlığı”

İsa’nın ilk suçlama dosyası, dönemin sosyal düzenine fazla “şefkatle” yaklaşmasından açıldı. Fakire el uzatmak, hastayı iyileştirmek, dışlananlara dokunmak… Kendinize gelin gerçekten! Fakire bu kadar kıymet vermek olmaz! Onları Tanrı yarattı düzeni bozma! O dönemin resmi makamlarına göre bu, kozmik bir düzeni sabote etmekti. Çünkü onların anlayışına göre, acı çeken herkes kaderinde hak ettiğini yaşıyordu. Yardım etmek mi? Tanrı’nın notunu bozmak gibi bir şeydi. Ama İsa durmadı, iyilikten vazgeçmedi. Yetmedi, “Tanrı’nın krallığı geliyor” dedi. Bu, “mevcut iktidarın süresi doldu” demekti aslında. Böylece birinci dosya, “dini sosyal adaletle karıştırmak” suçlamasıyla kalın kalın açıldı. İnsan Tanrı’ya bile iktidarı bırakmaz.

DOSYA 2: “Şabat Gününde Başak Koparttırmak ve Yasa Tanımazlık”

İkinci dosya, Şabat günü patlak verdi. İsa ve aç öğrencileri, ekin tarlasında yürürken birkaç başak koparınca Ferisiler “dinî cinnet” geçirdi. Çünkü o başaklar sadece karbonhidrat değil, kutsal düzenin sembolüydü. Buğdaya el sürmek yasayı çiğnemekti. İsa ne yaptı? “İnsan Şabat için değil, Şabat insan için yaratıldı” dedi. “Bu adam delirmiş!” dediler. Yani kural insanın hizmetkârı olmalı, efendisi değil. Bu söz, sadece bir yorum değil, doğrudan sisteme gönderilmiş dini bir taşlamaydı. Yasayı sorgulamakla kalmadı, onu yeniden tanımladı. Bu, dönemin yasa memurları için kırmızı alarmdı. Böylece ikinci dosya “kutsal düzene karşı teolojik sabotaj” olarak arşivlendi.

DOSYA 3: “Tanrı’yı Baba İlan Etmek Suretiyle Otoriteyi İptal Etme Girişimi”

İsa, Tanrı’yı kral, gardiyan, komutan ya da vergi tahsildarı olarak değil, “baba” olarak tanıttı. Bu söylem, dönemin politik teolojisi açısından tam bir skandaldı. “Göklerdeki Babamız” duası sadece bir dua değildi; Tanrı’yla hiyerarşik değil, sevgiye dayalı bir ilişki öneriyordu. Patronu iptal eden bir Tanrı… E haliyle, patronluk taslayan herkes için tehdit demekti. Bir de kalkmış, “komşun herkes olabilir” diyordu. Sınır, soy, din tanımıyordu. Bu da yetmedi, “düşmanına iyilik et” diyerek politik düzene acil bir virüs gibi sızdı. Otoriteler tedirginleşti. Böylece üçüncü ve en kalabalık dosya da açıldı: “Tanrı imajını dönüştürerek iktidarı itibarsızlaştırma teşebbüsü.”

Dini bir kenara bırakın… Herhangi bir şey değişti mi günümüzde? Otoriteler hala aynı şeylere karşı geliyor… 2025 yılının Haziran ayında yazıyorum, bugün 29 Haziran… Biz hala aynı kafalarla mücadele ediyoruz. *lan hani insanlık gelişiyordu?

Read more

Tanrı Tarihi #23 Tanrı’ya mı İnsana mı Boyun Eğmeli?

Tanrı Tarihi #23 Tanrı’ya mı İnsana mı Boyun Eğmeli?

Tektanrıcılığın Ontolojik Derinliği ve İslam’ın Kurumsal Sapmaları Üzerine Karen Armstrong’un Dinin Kısa Tarihi adlı eserinin “Tanrı’nın İradesine Boyun Eğmek” başlıklı bölümü, özellikle İslam’ın teslimiyet temelli yapısını anlamak için güçlü bir başlangıç noktası sunar. Ona göre “Müslüman” olmak, kelime anlamıyla Tanrı’ya teslim olandır. Bu teslimiyet, yalnızca

By Daphne Emiroğlu
Ella Fitzgerald: Notalara Dokunan Kadın

Ella Fitzgerald: Notalara Dokunan Kadın

İnsan kendi dertlerine, beceriksizliklerine, korkularına uydurduğu bahanelere bakınca bazen utanıyor. Minik dertleri göğüsleyemeyen, küçük sorunları çözemeyen, mutsuzluklarına ve problemlerine çözüm bulamayan insanlarla, bir çoğu için dünyanın sonu denecek yerlerden yıldız gibi parlayan insanlar çıkıyor. Hepsi aynı gezegende yaşıyor. Aynı havayı soluyor. Ella Fitzgerald'dan bahsedeyim biraz. Geceleri onun sesiyle

By Daphne Emiroğlu
Satıh hâlâ müdafaaya muhtaçtır.

Satıh hâlâ müdafaaya muhtaçtır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Sakarya Meydan Muharebesi sırasında söylediği “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır; o satıh bütün vatandır” sözü, yalnızca bir savaş stratejisinin özeti değil, bir milletin varoluşsal mücadelesini ifade eden tarihî ve felsefî bir bildiridir. Yüzeyde bu cümle, belirli bir cephe hattının savunulmasından vazgeçilip, topyekûn direniş anlayışının benimsendiğini

By Daphne Emiroğlu