Tanrı Tarihi #22 - Son Peygamberin Gölgesinde

Hz. Muhammed’i Ekonomik, Sosyolojik, Kültürel ve Antropolojik Açıdan Yeniden Düşünmek
İnsanlık tarihinin bir diğer kırılma anlarından biri, çölde bir adamın mağarada duyduğu bir sesle başladı. Bu sesin taşıdığı mesaj, yalnızca metafizik bir hakikati değil, toplumsal, ekonomik ve kültürel bir devrimi de fısıldıyordu. O adam, Hz. Muhammed’di. Onun peygamberliği, sadece İslam dininin doğuşu değil; aynı zamanda çürümekte olan bir düzenin altını üstüne getiren bir müdahale, statükoya karşı sessiz bir ihtilaldi.
Hz. Muhammed’in yaşamı, İbrahimî geleneğin bir devamı olmanın ötesine geçer. İbrahim’in soyundan gelen bu son büyük figür sadece ruhsal değil, aynı zamanda toplumsal bir görev üstlendiğini incelikle aktarır. Peki, bu görev neydi? Ve o çağda, bu görevi üstlenmek neye mal olurdu?
Peygamberlik Çağrısının Sosyolojik Zemininde Ne Vardı?
Yedinci yüzyıl Mekke’si, kabilelerin hâkim olduğu, soy bağının sosyal statüyü belirlediği, erkek egemen ve katı hiyerarşik bir toplumdu. Toplumun elit kesimini oluşturan Kureyş kabilesi, ticaret yollarının kontrolünü elinde bulunduruyor, kutsal mekânlar üzerinden ekonomik rant yaratıyor ve bu gücüyle diğer kabileler üzerinde hegemonya kuruyordu.
Mekke’deki toplumsal yapı, Armstrong’un deyimiyle, putlarla kurulan ekonomik ilişkilerin merkezindeydi. Kâbe’nin çevresi, hem dinsel bir ziyaret alanı hem de put ticaretiyle dönen bir “manevi pazar”dı. Bu sistemin kazananları zengin tüccarlardı; kaybedenleri ise köleler, kadınlar, yetimler ve göçmenlerdi. Hz. Muhammed’in mesajı işte bu alt sınıfların yoksunlukları üzerinden yankı buldu.
Ekonomi: Putlar Sadece Taş Değildi, Sermayeydi
Hz. Muhammed’in “putları reddedişi”, yalnızca teolojik bir inanç reformu değil, aynı zamanda ekonomik bir tehdit olarak algılandı. Armstrong’un dikkat çektiği gibi, “Mekke’de olup bitenler, manevi bir huzur arayışıyla gelen hacıların tüccarlar tarafından sömürülmesi” gerçeğiyle iç içeydi. Muhammed’in, “putların sahte olduğu ve Tanrı’dan başka ilah olmadığı” mesajı, doğrudan Mekke’nin kutsal ticaret tekeline saldırıydı. Çünkü her put, aslında bir müşteri demekti; her ritüel, bir pazar dinamiğiydi.
Tarihçi Patricia Crone’un da belirttiği gibi, erken dönem İslam'ın temel söylemi, kentli aristokrasinin ekonomik çıkarlarına karşı kırsal halkın adalet talebini yansıtıyordu. Bu bağlamda Hz. Muhammed’in tebliği, tektanrıcılığın metafizik boyutundan ziyade, adalet ve paylaşım çağrısıyla toplumsal yankı buldu.
Kültür: Sözlü Gelenekten Vahye
Hz. Muhammed’in yaşadığı coğrafya, yazılı kültürden ziyade sözlü anlatının egemen olduğu bir toplumdu. Şiir, kabile onurunun, tarihinin ve değerlerinin taşıyıcısıydı. Ancak bu sözlü gelenek, aynı zamanda her türlü değişimi geciktiren muhafazakâr bir araçtı. Vahiy, bu kültürel yapıya “sözün ötesinde bir söz” olarak girdi. Armstrong’un da vurguladığı gibi, ilk vahiyler sesle başladı: “Oku!” (Alak 1-2).
Bu çağrı, hem bireysel bilinçlenmeye hem de kolektif uyanışa davetti. Toplumun sadece zihinsel değil, kültürel yapısına da meydan okuyordu. Kabile efsanelerine değil; “Rabbin kelamına” dayanan bir yeni anlatı öneriliyordu. Bu anlatı, kısa süre içinde hem kutsal metin, hem anayasa hem de kültürel hafıza haline gelecekti.
Antropoloji: Tanrıyı Arayan İnsan ve Kutsal Mekânlar
Din antropolojisinin temel sorularından biri şudur: “İnsan neden kutsala ihtiyaç duyar?” Talal Asad’a göre din, sadece bir inançlar sistemi değil, bir disiplinler ve uygulamalar bütünüdür. Hz. Muhammed’in getirdiği mesaj, bireyin Tanrı’yla doğrudan ilişki kurabileceği fikrini savunarak, hem aracı ruhban sınıfını hem de yerleşik tapınma kalıplarını devre dışı bıraktı.
Kâbe, bu bağlamda ilginç bir rol oynar. Armstrong’un metninde aktarıldığı gibi, Hz. İbrahim’in mirası olan “siyah taş”, bu yeni inancın da fiziksel merkezi hâline geldi. Ancak taş artık putları değil, onları reddeden bir Tanrı anlayışını simgeliyordu. Kâbe’nin kendisi ise, dinsel anlamda yeniden kodlanmış bir mekâna dönüşmüştü.
Siyaset: Peygamber mi Lider mi?
Hz. Muhammed’in kişiliği, yalnızca bir “elçi” figürüne indirgenemez. O, aynı zamanda siyasi bir liderdi. Mekke’de başlayan tebliğ süreci, Medine’de bir toplum inşasına dönüştü. Hicret yalnızca bir kaçış değil; yeni bir sosyal sözleşmenin başlangıcıydı.
Medine döneminde Hz. Muhammed, kabileler arası ittifaklar kurdu, anayasa (Medine Vesikası) yazdırdı, kamu düzenini sağladı ve bir yönetişim modeli oluşturdu. Siyasi antropolog Ernest Gellner’e göre, İslam’ın erken biçimi, aşiret yapısını bir üst kimlikle aşarak bir “ummah bilinci” inşa etti. Bu yeni yapı, kan bağına değil, inanç birliğine dayanıyordu. Bir anlamda, ilk kez soy yerine değerler temelinde kurulan bir toplum modeli ortaya çıkıyordu.
İnsan ve Direniş: Peygamberlik Bir Ayrıcalık Değil, Yüktü
Hz. Muhammed’in yaşam öyküsü, Armstrong’un anlatısında da görüleceği üzere, kolay bir yaşam değildir. Doğmadan babasını, altı yaşında annesini kaybetmiş, öksüz büyümüş bir çocuğun; zengin bir dul olan Hatice’nin yanında çalışarak hayata tutunması, sonrasında da tebliğ sürecinde dışlanması, tehdit edilmesi, hatta hedef alınması, peygamberliği bir lütuf değil, yük haline getirir.
Bu noktada sosyolojik olarak dikkate değer olan, Hz. Muhammed’in toplumun dışlanan kesimleriyle kurduğu ittifaktır. Onun etrafındaki ilk müminler; köleler, kadınlar, yetimler, göçmenlerdir. Din, burada bir “üst sınıf ahlakı” değil, tam tersine bir “ezilenler ahlakı” üretmektedir. Din sosyolojisinin kurucusu Max Weber’in “karizmatik lider” tanımı, Hz. Muhammed’in bu tarihsel konumunu anlamakta yardımcı olur: Karizma, geleneksel düzene meydan okuyan, yeni bir düzen öneren ve toplumsal meşruiyetini kişisel duruşundan alan bir niteliktir.
Peygamberlik, Ses Olmayanlara Ses Olmaktır
Hz. Muhammed’in peygamberliği, yalnızca gökten inen bir vahyin yeryüzündeki yankısı değildir. Aynı zamanda tarihsel koşulların, sosyolojik gerilimlerin, ekonomik adaletsizliklerin ve kültürel sıkışmışlıkların bir ifadesidir. O, bir dönemin çocuğuydu ama sadece o döneme ait değildi. Armstrong’un ifadesiyle, “Tanrı’nın sesini duymak” onun için delilikle peygamberlik arasındaki o ince çizgide yürümekti.
Hz. Muhammed’in mesajı, dönemin egemen yapıları tarafından dışlanmış her bireyin kalbine ulaşacak kadar sade, ama bir uygarlığı değiştirecek kadar derindi. Putlar devrildi, metinler yazıldı, toplum yeniden kuruldu. Ve o ses, çölde yankılanan ilk çağrıdan bugüne, hâlâ kulaklarımızda: “Oku.”
Kaynakça
- Armstrong, K. (2001). Dinin Kısa Tarihi. İstanbul: Telos Yayıncılık.
- Crone, P. (1987). Meccan Trade and the Rise of Islam. Princeton University Press.
- Donner, F. M. (2010). Muhammad and the Believers: At the Origins of Islam. Harvard University Press.
- Gellner, E. (1981). Muslim Society. Cambridge University Press.
- Asad, T. (1993). Genealogies of Religion: Discipline and Reasons of Power in Christianity and Islam. Johns Hopkins University Press.
- Watt, W. M. (1953). Muhammad at Mecca. Oxford University Press.
- Weber, M. (1978). Economy and Society. University of California Press.