Tanrı Tarihi #28- Yatak Odasından Kiliseye: Henry’nin Libidinal Reformu

Tanrı Tarihi #28- Yatak Odasından Kiliseye: Henry’nin Libidinal Reformu

İngiltere tarihinin o meşhur kanlı sayfalarını çevirirken insanın aklına şu geliyor: Bütün bu din, ahlak ve iman naraları aslında kimin yatağına kimi sokacağıyla ilgiliydi. Koca VIII. Henry’nin hikâyesi de işte tam bu noktada başlıyor. Adam aslında Protestanlığı kurmak falan istemiyordu; tek derdi karısının doğuramadığı o lanet erkek evlat. Çünkü o dönem erkek evlat demek sadece tahtın değil, erkeğin egosunun da sigortasıydı. Kadınlar kraliçe olabilir ama “tahtın devamı” denen kutsal davayı taşıyamazlardı. İşte o yüzden Catherine’in Mary adında bir kızı olmasına rağmen Henry “benim soyum kızla devam etmez” diye mızmızlandı durdu. Tarihe “Orta Yol” diye geçen bu koca dram, aslında yatak odasındaki hayal kırıklığının papalığa kafa tutacak kadar büyütülmesinden başka bir şey değildi.

Reform’u anlatan Aberdeenli hocanın metaforu çok zekiceydi: Çamur içindeki küçük çocuk. Ya onu kirli haliyle yatağa yatırırsın, ya öldürürsün, ya da yıkarsın. Katolik Kilisesi, Avrupa’nın o koca çamur çocuğuydu. Reformcular, “yıkayalım, temizleyelim” diye bağırırken, Henry “benim çocuğu öldürmeyin ama şu suratını biraz yıkayın, en çok da yatağıma girsin” kafasındaydı. Çünkü mesele din değildi, mesele erkek çocuğuydu. Ve tabii biraz da Anne Boleyn’in bacaklarıydı. Catherine’den erkek evlat çıkmadı, Anne Boleyn’den belki çıkar umuduyla Papa’ya “beni boşat” diye yazılar yazmaya başladı. Papa ise hem Catherine’in İspanyol akrabalarından korktu, hem de Henry’ye “birader bu iş olmaz” dedi. İşte bütün mesele bu “olmaz” kelimesinde kilitlendi ve büyüdü. Çünkü Avrupa’da bir krala “olmaz” demek, ergen bir gence “kız sana bakmaz” demekle aynı etkiyi yaratıyordu: Henry’nin egosu kırıldı ve Katolik Kilisesi’ne kafa tuttu.

Tabii Henry’nin hikâyesi öyle masum bir aile kavgası değildi. Adam altı karısıyla tarihe geçti, üç tanesini boşadı, ikisinin kafasını kestirdi, biri de ölünce rahatladı. Hani modern magazin dergileri olsa “Henry Tudor’un aşk hayatı: Kan, boşanma ve infaz” diye kapak yaparlardı. Shakespeare’in dediği gibi “taç giyen baş huzur bulmaz” ama Henry’nin başı zaten huzursuzluktan değil, oburluktan patlamak üzereydi. Tarihe “Anglikan Kilisesi” diye geçen o büyük kırılma, aslında koca bir mid-life crisis hikâyesiydi. Bugün kır saçlı CEO’ların 25 yaşında sevgili yapması neyse, Henry’nin Katolikliği bırakıp kendi kilisesini kurması da oydu. “Benim tanrım benim boşanmamı onaylamıyor mu? O zaman ben kendi tanrımı kurarım!” dedi. İşte İngiltere Kilisesi böyle doğdu.

Buradaki ofansif gerçek şudur: Tanrı falan hikâye. Bütün mesele siyaset ve üreme üzerineydi. Henry erkek evlat istiyordu, Papa hayır dedi, Henry de “o zaman seninle işim bitti” diyerek orta parmağını gösterdi. Bu orta parmak aynı zamanda Roma’ya karşı bir siyasi bağımsızlık ilanıydı. Papa’nın otoritesi İngiltere’de çöpe atıldı. Henry kendini “Kilise’nin Yüce Yöneticisi” ilan etti. Yani “hem kralım, hem papa, hem de kendi cinsel hayatımın hakemi benim!” dedi. Bu kadar net. İngiliz Reformu işte böyle bir trajikomik komedinin eseri oldu. İşin absürtlüğü şu: Protestanlığı savunan Martin Luther, Papa’ya küfür ederek teolojik argümanlar üretiyordu. Henry ise Luther’den nefret ediyordu, çünkü kendisi koyu bir Katolikti. Papa X. Leo, Henry’ye “İnancın Savunucusu” unvanını bile vermişti. Yani Katolikliğin en sağlam dayanaklarından biriydi. Ama yatakta iş ters gidince koca unvan çöpe gitti. Adam bildiğin “Katolikliğin en sadık kulu"yken, bir anda “kendi kilisemi kuruyorum”a geçti. Bunun adına da “Orta Yol” dediler. Çünkü ne tam Katolik ne tam Protestan oldu, resmen “dinlerde swinger kulübü” kurdu.

Tabii Henry’nin çilesi bitmedi. Catherine’den erkek evlat çıkmadı, Anne Boleyn’den bekledi ama o da kızı Elizabeth’i doğurdu. Henry deliriyordu: “Kız istemem oğlan isterem!” diye bağırsa yeriydi. Erkek çocuk takıntısı, Catherine’in de, Anne’in de hayatını kararttı. Papa’nın boşanma iznini vermemesi yüzünden Henry çileden çıktı, Anne Boleyn’i de doğurduğu kız yüzünden suçladı ve sonunda kafasını kestirdi. Böylece tarihe geçen trajikomik olaylardan biri yaşandı: Erkek evlat saplantısıyla yeni kilise kuran kral, erkek evlat doğurmadı diye kadınlarını darağacına gönderdi. Hani bugün sosyal medyada “erkek çocuk doğuramayan kadınları boşayan” tipler var ya, Henry onların tarihsel atasıydı.

Anne Boleyn’den sonra Henry, Jane Seymour’la evlendi. Nihayet beklediği erkek evladı doğdu. Ama işte hayatın ironisi: O çocuk dokuz yaşında öldü. Yani Henry’nin o uğruna koca kiliseyi yıktığı, kadınlarını idam ettirdiği, Roma’ya rest çektiği “erkek çocuk” fantezisi 9 yaşında mezara girdi. Tarih işte böyle tokat atmayı sever. Bu tokat da tam suratına geldi. Ama Henry durmadı, ardı ardına kadınlarla evlenmeye devam etti. Şimdi olsa adamın evlilik geçmişi Tinder biyografisine sığmazdı. “Boşandım, dul kaldım, kafasını kestirdim, tekrar evlendim” diye CV’si olan başka kral yoktur.

Bütün bu hengâmede İngiltere Kilisesi doğmuş oldu. Yüzünü Katoliklikten Protestanlığa dönmüş ama aslında ikisinin ortasında kalmış, yani “dini makyaj” yapmış bir kilise. Eski duaları biraz değiştirdiler, papazları aynı kaldı, ayinlerin çoğu aynı kaldı, ama işin adı değişti: Artık Roma’ya bağlı değillerdi. Bu yeni sistem, politik olarak İngiltere’nin bağımsızlığını ilan etmesi anlamına geliyordu. Dini bahane ederek siyasi otoriteyi merkezileştirdiler. Yani Henry’nin boşanma bahanesiyle başlattığı kavga, aslında İngiltere’nin modernleşmesinin ilk adımı oldu. Görüyorsun değil mi, bütün modernleşme hikâyeleri aslında kimin kiminle yatacağı meselesinden çıkıyor.

Henry’nin kızı Mary (Catherine’den olan) tahta çıktığında Katolikliğe geri dönmeye çalıştı. Protestanları sapkın ilan edip kafalarını kestirdi, işkence ettirdi. Ona “Kanlı Mary” denmesinin sebebi buydu. Yani Henry’nin dini kararsızlığı, kızına seri katil bir imaj miras bıraktı. Öte yandan Anne Boleyn’in kızı Elizabeth tahta çıktığında Protestanlığa dönüldü. Elizabeth “orta yol” siyasetini daha akıllıca yürüttü. Ama onun tahtındaki istikrar bile annesinin kafasının kesilmesine dayanıyordu. Bu aile albümüne bakınca insan ister istemez düşünüyor: Tudor Hanedanı aslında bir reality show olsa reyting rekoru kırardı. “Keeping Up with the Tudors” diye yayınlansa, bugün Kardashian’ları kimse izlemezdi.

Bütün bu karmaşanın özünde şu vardı: Din, her zaman politika ve seksle kol kola yürür. Tanrı’nın adı sadece bahanedir. Reform’un İngiltere’deki yansıması, tam anlamıyla Henry’nin libidosunun ve taht hırsının sonucudur. Katolik Kilisesi’nden kopuş, “teoloji farklılıkları” yüzünden değil, “Papa beni boşatmıyor” yüzünden oldu. İşte tarih dediğimiz şey, çoğu zaman böyle absürd, trajikomik ve kanlıdır. Reform’un Almanya’daki teorik derinliği, İngiltere’de “benim erkek çocuğum yok” çığlığına dönüşmüştür. İşte bu yüzden İngiliz Reformu’nu anlamak için Martin Luther’i değil, Henry’nin yatak odasını incelemek gerekir. Çünkü Avrupa tarihinde en büyük savaşlar, en çok kafa kesmeler, çoğu zaman “kim kiminle yatacak” sorusunun cevabına dayanır. İnsanlık dediğimiz şey, cinselliğin politik kılıflara sokulmuş versiyonundan başka bir şey değildir.

Sonuç olarak “orta yol” dedikleri şey aslında tam bir iki yüzlülüktür. Ne Katolikliğe tam kopuş, ne Protestanlığa tam geçiş. Biraz ondan, biraz bundan. Yani koca bir açık büfe dini. Henry’nin şahsi saplantıları yüzünden bir ülkenin dini değişti, kiliseler bölündü, binlerce insan öldürüldü, kadınlar kafalarını kaybetti. Ve tüm bunların üstüne “Orta Yol” adı verildi. Oysa bu yol orta değil, resmen kan gölünün ortasından geçen bir yoldu. Henry’nin “erkek çocuk” takıntısı tarih boyunca en çok kan döken ereksiyonlardan biri olarak kaldı.


Kaynakça

Ackroyd, P. (2012). Tudors: The History of England from Henry VIII to Elizabeth I. Macmillan.

Duffy, E. (2006). Marking the Hours: English People and their Prayers, 1240–1570. Yale University Press.

Elton, G. R. (1991). England under the Tudors. Routledge.

Haigh, C. (1993). English Reformations: Religion, Politics, and Society under the Tudors. Oxford University Press.

MacCulloch, D. (2003). The Reformation: A History. Viking Penguin.

Scarisbrick, J. J. (1997). Henry VIII. Yale University Press.

Read more

Tanrı Tarihi #30 - Quakerların Doğuşu ve Mirası

Tanrı Tarihi #30 - Quakerların Doğuşu ve Mirası

Onyedinci yüzyıl İngiltere’sinin siyasal, dini ve toplumsal çalkantıları arasında ortaya çıkan Quaker hareketi ya da kendi tercih ettikleri isimle “Dostlar Cemaati”, Avrupa’nın din tarihinde alışılmadık bir sayfa açtı. George Fox’un genç yaşta yaşadığı dinsel arayışlardan doğan bu hareket, Hıristiyanlığın kurumsallaşmış yapılarına, unvanlara, merasimlere, hiyerarşik otoriteye ve kilise

By Daphne Emiroğlu
Tanrı Tarihi #29 - Canavarın Kellesi: Din, Entrika ve Ortaçağ Mizahı

Tanrı Tarihi #29 - Canavarın Kellesi: Din, Entrika ve Ortaçağ Mizahı

Ortaçağ Avrupa’sında kraliçe olmanın bedeli, bugünün magazin dünyasında Instagram fenomeni olmanın bin kat üstüydü; çünkü “unfollow” yoktu, doğrudan kafanı gövdenden ayırıyorlardı. İskoçya Kraliçesi Mary Stuart’ın hikâyesi de bunun en kanlı, en absürt ve en kara mizah malzemesi bol örneklerinden biri. Mary, 1542’de doğar doğmaz babasını kaybetti, yani

By Daphne Emiroğlu