Tanrı Tarihi #29 - Canavarın Kellesi: Din, Entrika ve Ortaçağ Mizahı

Tanrı Tarihi #29 - Canavarın Kellesi: Din, Entrika ve Ortaçağ Mizahı

Ortaçağ Avrupa’sında kraliçe olmanın bedeli, bugünün magazin dünyasında Instagram fenomeni olmanın bin kat üstüydü; çünkü “unfollow” yoktu, doğrudan kafanı gövdenden ayırıyorlardı. İskoçya Kraliçesi Mary Stuart’ın hikâyesi de bunun en kanlı, en absürt ve en kara mizah malzemesi bol örneklerinden biri. Mary, 1542’de doğar doğmaz babasını kaybetti, yani daha kundaktayken tahtın üzerinde buldu kendini. O sırada İskoçya tahtına bebek oturtmak pratikte “şimdilik bu koltuk boş kalsın, ileride kavga ederiz” anlamına geliyordu. Beş yaşında Fransa’ya gönderildi; sanki Erasmus’a gidiyormuş gibi ama aslında düpedüz politik bir kargo. Küçücük çocuk diplomatik bir paket, “biraz büyüsün, bir Fransız prensine veririz” hesabı. On beşinde de Fransız veliahtı II. Francis ile evlendirildi. İki ergenin evliliği… Düşünsenize: PlayStation çağında, hormonlar tavan, ama kraliyet protokolünde “birbirinize sadakat yemini edin” deniyor. Francis kısa sürede öldü, Mary dul kaldı. Birinci sezon burada bitti: “Kraliçe genç dul, devamı çok daha beter olacak.”

Mary’nin ikinci evliliği tam bir absürt tiyatro. Lord Darnley adındaki bu adam yakışıklıydı ama zekâ seviyesini ölçmek için abaküs bile yetmezdi. İçkiyi, kadınları ve entrikayı da severdi. Yani günümüzle karşılaştırırsak Darnley, sarhoş bir futbol hooliganıyla TikTok fenomeninin birleşiminden doğmuş gibiydi. Başlangıçta Mary onunla evlenince halk “Vay be, Katolik kraliçe Katolik bir kocayla ittifakı sağlamlaştırıyor” diye düşündü. Ama kısa sürede ortaya çıktı ki Darnley hem kıskanç, hem güvenilmez, hem de aptallığın İskoçya temsilcisi. Mary’nin sekreteri David Rizzio’yu gözünün önünde bıçaklatacak kadar aklı kıt bir adamdı. Düşünün, Netflix dizilerinde bile senaristler böyle klişe entrika yazmaya utanır. Sonunda Darnley bir evde havaya uçuruldu; ev patladı, Darnley öldü ama cesedi bahçede bulundu, boğulmuştu. Yani bomba patlamış ama adam aslında önce boğulmuş, sonra patlamayla süslenmiş. Bu kadar saçma ölüm ancak Ortaçağ’da mümkün olurdu. “CSI: Edinburgh” çekilseydi tek sezon sürerdi çünkü her olay yerinde ipucu yerine daha çok kafa karışıklığı vardı.

Üçüncü evlilik ise Mary’nin trajikomedi kariyerinin zirvesiydi. James Hepburn, yani Bothwell Kontu. Adam önce Mary’yi zorla kaçırdı, sonra onunla evlendi. Evet, zorla evlilik. Ortaçağ’da “romantik sürpriz” bu demekti: kaçır, evlendir, politik çıkar elde et. Mary ile Bothwell’in evliliği daha baştan skandaldı, çünkü herkes “Darnley’nin ölümünde bu adamın parmağı var” diyordu. Yani Mary, katil zanlısıyla evlenmişti. Halk çıldırdı, soylular ayaklandı. Böylece Mary’nin tahtının altından kayması an meselesi oldu. Kadıncağız resmen yanlış erkek seçimleriyle tahtını mezara sürükledi. Mary’nin aşk hayatı modern dönemde olsaydı, kesin “Kırmızı Oda”ya çıkıp “Ben hep yanlış erkeklere aşık oldum, hocam” diye ağlardı. Ama Ortaçağ terapisi cellat baltasıyla yapılıyordu.

Mary’nin en büyük düşmanı ise kuzeni Elizabeth’ti. İngiltere Kraliçesi Elizabeth, annesi Anne Boleyn’in kafası uçurulduğu için çocukluktan itibaren “kraliyet politikaları = kelle” gerçeğini öğrenmişti. Mary’nin İngiltere tahtında hak iddia etmesi Elizabeth için kabul edilemezdi. İki kadın arasında tarihin en uzun süreli influencer kapışması başladı: ikisi de tahtın gerçek sahibi olduğunu iddia ediyor, birbirlerini kötüleyen propagandalar yayıyorlardı. Elizabeth, Mary’yi 19 yıl boyunca hapis tuttu. Bu, tarihin en uzun süreli VIP ev hapsiydi. Mary dışarı çıkamıyor, Elizabeth sürekli onun gölgesinden korkuyordu. Ortaçağ’ın “Survivor: Kuzenler Çekişmesi” sezonu buydu; ama SMS ile değil, baltayla oylama yapılıyordu.

Bu sırada sahnede John Knox vardı. İskoçya’nın en öfkeli Protestan papazı. Kadın düşmanı mı? O kelime bile hafif kalır. Knox’un yazdığı The First Blast of the Trumpet Against the Monstrous Regiment of Women adlı kitap aslında kadınlara karşı nefret manifestosuydu. Kadını yönetici olarak görmek Knox’a göre doğanın kusuru, Tanrı’ya küfürdü. Mary Stuart onun için şeytanın bizzat kendisiydi. Knox vaazlarını verirken öyle ateşliydi ki, bugün yaşasa kesin YouTube’da “Kadınlar yönetime gelirse kıyamet kopar!” başlıklı videolar çeker, yorumlarda da “amin” yazan bir kitle olurdu. Onun “canavar” benzetmeleri aslında kendi bilinçaltının çığlıklarıydı: bir kadın otorite figürü gördüğünde panikleyen erkek egosu. Knox’un kadını şeytanlaştırması, din perdesi altında erkek egemenliğini koruma operasyonuydu. Mary ise bu absürt düşmanlık karşısında çaresiz kaldı, çünkü Knox’un arkasında koca bir Protestan dalgası vardı.

Mary Stuart’ın hikâyesi aslında dinin değil, iktidar hırsının tarihidir. Katolik-Protestan çatışması sadece bahane, esas mesele tahtın vergileri, ordunun kontrolü ve aristokratların çıkarlarıydı. John Knox’un canavar metaforu ise erkek egemen zihniyetin çıplak itirafıydı. Mary’nin evlilikleri ve Elizabeth’le kapışması bize şunu hatırlatıyor: kadınların yönetimde olduğu her dönemde erkekler kıyamet senaryosu yazmış, ama asıl kıyameti kendi korkuları koparmış. Mary’nin başı gövdesinden ayrıldığında aslında sadece bir kraliçe ölmedi; erkeklerin din kılıfıyla oynadığı güç oyununun kurbanı oldu. Canavar yoktu; canavar Knox’un zihnindeydi, Elizabeth’in kıskançlığındaydı, aristokratların aç gözlülüğündeydi.

1587’de idam günü geldiğinde Mary Stuart kırmızı bir elbise giyerek sahneye çıktı; kırmızı Katolik şehitlerin rengiydi ama aynı zamanda “ölüm podyumu”nda yürürken seyircinin dikkatini çekecek cesur bir tercihti. Kadın resmen kendi infazını modaya çevirdi. Seyirciler “ne giymiş acaba?” diye bakarken Mary’nin gözlerinde hâlâ bir meydan okuma vardı. Dua etti, kutsal kitabı öptü ve “benden sonra tufan” bakışıyla cellada doğru yürüdü. Cellat ise hayatının performansını sergileyeceğini sanıyordu ama acemi çıktı; baltayı ilk indirişinde başarılı olamadı. İkinci darbede yine olmadı. Seyirciler izliyordu. Düşünsene idam izliyorsun... Üçüncü darbede nihayet oldu ama trajediye kara komedi eklendi: cellat kafayı tutup halka göstermek istediğinde elinde sadece peruğu kaldı. Düşünün, kraliçenin ölümü bile ortaçağ skeçi gibi rezil bir sahneye dönüştü. Seyircilerden kimi kusacak gibi oldu, kimi alkışı bastı; tarih ise bu sahneyi ciddiyetle kaydetti. Aslında Mary’nin idamı sadece bir infaz değil, aynı zamanda Avrupa’nın politik kara mizah tarihine düşülmüş en kanlı nottu: Tanrı adına kesilen kafalar bile beceriksiz bir baltacı yüzünden komediye dönüşebiliyordu.

Kaynakça

Dawson, J. E. A. (2011). Scotland Re-formed, 1488–1587. Edinburgh University Press.

Guy, J. (2004). Queen of Scots: The True Life of Mary Stuart. Houghton Mifflin Harcourt.

Knox, J. (2014). The First Blast of the Trumpet Against the Monstrous Regiment of Women (Orijinal eser 1558’de yayımlandı). Forgotten Books.

Wormald, J. (1988). Mary, Queen of Scots: A Study in Failure. Collins.

Read more

Tanrı Tarihi #30 - Quakerların Doğuşu ve Mirası

Tanrı Tarihi #30 - Quakerların Doğuşu ve Mirası

Onyedinci yüzyıl İngiltere’sinin siyasal, dini ve toplumsal çalkantıları arasında ortaya çıkan Quaker hareketi ya da kendi tercih ettikleri isimle “Dostlar Cemaati”, Avrupa’nın din tarihinde alışılmadık bir sayfa açtı. George Fox’un genç yaşta yaşadığı dinsel arayışlardan doğan bu hareket, Hıristiyanlığın kurumsallaşmış yapılarına, unvanlara, merasimlere, hiyerarşik otoriteye ve kilise

By Daphne Emiroğlu