Tanrı Tarihi #32 - Çölde Kurulan Krallık: Mormonizm

Tanrı Tarihi #32 - Çölde Kurulan Krallık: Mormonizm
Gilbert Arizona Temple

Mormonizm, modern çağda ortaya çıkmış en sıra dışı dini hareketlerden biri olarak kabul edilir. 19. yüzyılın başlarında ABD’nin kuzeydoğusunda, dini çoğulculuğun ve rekabetin en yoğun yaşandığı bölgelerden birinde doğmuş, kısa sürede milyonlara ulaşan bir cemaat haline gelmiş ve aynı zamanda şiddetli tartışmaların hedefi olmuştur. Joseph Smith’in vizyonlarıyla başlayan süreç, yalnızca teolojik bir girişim değil, aynı zamanda Amerikan tarihinin din, toplum ve siyaset ekseninde yaşadığı büyük dönüşümlerin de aynasıdır. Mormonlar, kendi dinlerini “Hristiyanlığın saflaştırılmış biçimi” olarak sunarken, dönemin Protestan kiliseleri tarafından sapkınlıkla suçlanmış, devlet tarafından ise zaman zaman tehdit olarak görülmüştür.

Joseph Smith, 1805 yılında Vermont’un Sharon kasabasında yoksul bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Bu dönem, Amerika Birleşik Devletleri’nde “İkinci Büyük Uyanış” adı verilen geniş çaplı dini canlanmanın yaşandığı yıllardı. Metodistler, Baptistler, Presbiteryenler gibi farklı Protestan mezhepler, özellikle New York’un “Yanık İlçe” (Burned-over District) denilen bölgesinde büyük kitlelere vaaz veriyor, birbirleriyle rekabet ediyor ve sık sık dini tartışmalar çıkarıyordu. Smith’in kendi ailesi de bu dinsel çeşitlilikten etkilenmişti; fakat Smith bu parçalanmış ortamda Tanrı’nın gerçek iradesini bulmaya çalıştığını, fakat hiçbir mezhebin onu tatmin etmediğini söylemiştir (Bushman, 2005).

Smith’in 1820’de yaşadığını iddia ettiği “ilk vizyon” olayı Mormon tarihinin temelidir. Smith, dua ederken gökten bir ışığın indiğini ve Tanrı Baba ile İsa Mesih’in kendisine göründüğünü anlatır. Onlara hangi kiliseye katılması gerektiğini sorduğunda, tüm mevcut kiliselerin yozlaştığı ve hiçbirine katılmaması gerektiği cevabını aldığını iddia etmiştir. Bu vizyon, dönemin dinsel çoğulculuğunu bir kenara bırakıp yeni ve saf bir din yaratma iddiasını besledi. 1823’te ise Moroni adında bir meleğin kendisine göründüğünü ve Amerika kıtasında gömülü bulunan altın levhaları işaret ettiğini söyledi. Smith 1827’de bu levhaları bulduğunu iddia eder ve birkaç yıl içinde bunları çevirerek 1830’da Mormon Kitabı’nı yayınlar. Kitap, İsrailoğulları’nın bir kolunun Amerika’ya göç ederek orada büyük uygarlıklar kurduğunu ve İsa Mesih’in dirilişinden sonra bu topluluklara Amerika kıtasında göründüğünü anlatıyordu. Bu metin, Amerikalıların kıtayı Tanrı’nın özel bir planının parçası olarak görme eğilimine dini bir zemin sağladı (Hardy, 2010).

Mormon teolojisi klasik Hristiyanlıkla benzerlikler taşısa da kökten farklı noktalara da sahiptir. Tanrı insan biçimindedir; ruhların önceden var olduğu ve insanların Tanrı gibi olabileceği öğretilir. İncil tek başına yeterli değildir; Mormon Kitabı, Öğreti ve Antlaşmalar, Değerli İnci gibi ek kutsal metinler vardır. En belirgin farklardan biri, vahyin sürmekte olduğuna dair inançtır. Joseph Smith’in kendisi yaşayan bir peygamber olarak kabul edilmiş, Tanrı’nın sürekli olarak yeni buyruklar gönderdiği iddia edilmiştir. Bu durum, diğer Hristiyan mezhepleri için kabul edilemez bir yenilikti. Mormonların en tartışmalı uygulaması ise çok eşlilikti. Smith ve onu takip eden ilk kuşak liderler, Eski Ahit’teki İbrahim, Yakup ve Süleyman gibi figürleri örnek göstererek bir erkeğin birden fazla eş alabileceğini savundular. Smith’in kırka yakın eşi olduğu rivayet edilmektedir. Poligami, dönemin Amerikan toplumunun ahlaki değerleriyle taban tabana zıt olduğu için Mormonlara karşı büyük bir düşmanlığın kaynağı oldu (Brodie, 1945).

Mormonlar kısa sürede yeni bir dini hareketten öteye geçerek politik bir güç olarak da algılanmaya başladılar. Topluluk Missouri ve Illinois gibi eyaletlerde hızla büyüdü. Kendi gazeteleri, milisleri ve ticari örgütlenmeleri vardı. Bu durum komşu topluluklar arasında huzursuzluk yarattı. 1838’de Missouri Valisi Lilburn Boggs, Mormonları “yok etme ya da sürgün etme” emri verdi. Bu tarihe “Mormon Savaşları” denildi. 1844’te Joseph Smith, Nauvoo kasabasında poligamiyi açıkladığı ve siyasi gücünü artırdığı gerekçesiyle tutuklandı. Kardeşi Hyrum ile birlikte hapiste linç edilerek öldürüldü. Onun ölümü, Mormon topluluğunda büyük bir liderlik krizi yarattı, ancak Brigham Young’ın karizmatik liderliği sayesinde hareket dağılmadı.

Brigham Young, binlerce Mormon’u alarak 1847’de Utah’a doğru büyük bir göçe öncülük etti. Bu göç, Amerikan tarihinde “Mormon Pioneri” hareketi olarak bilinir. Utah Çölü’nde Salt Lake City’yi kurdular ve adeta kendi teokratik devletlerini oluşturdular. Mormon toplumu burada Tanrı’nın buyruklarına dayalı bir sosyal düzen geliştirdi. Kolektif ekonomi, kilise merkezli eğitim ve sıkı ahlaki denetim ile kapalı bir toplum yapısı kuruldu. Ancak ABD federal devletiyle ilişkiler gergindi. Poligami uygulaması, Washington tarafından sürekli eleştirildi. 1890’da kilise resmen poligamiyi terk etmek zorunda kaldı; bu adım Utah’ın 1896’da ABD’ye eyalet olarak katılmasının ön şartıydı (Shipps, 1985).

Yirminci yüzyılda Mormon Kilisesi hızla modernleşti ve küreselleşti. Misyonerlik sistemi sayesinde dünyanın dört bir yanına yayıldı. Bugün kilisenin 17 milyondan fazla üyesi var ve en hızlı büyüyen dini hareketlerden biri olarak görülüyor. Mormon gençlerinin iki yıl boyunca başka ülkelere misyoner olarak gönderilmesi, bu küresel yayılmanın en bilinen yöntemidir. Armstrong’un aktardığı gibi Edinburgh sokaklarında şık giyimli, nazik Amerikalı gençlerle karşılaşmak bu stratejinin tipik bir örneğidir. Mormonlar günümüzde kendilerini alkol, sigara ve uyuşturucu yasakları, güçlü aile bağları ve yardımseverlik çalışmaları ile tanıtırlar. Bununla birlikte geçmişteki poligami ve ırksal ayrımcılık gibi tartışmalı miraslar hâlâ eleştiri konusudur (Mauss, 1994).

Mormonizmi sosyolojik açıdan değerlendirdiğimizde bu hareketin yalnızca dini değil, aynı zamanda ulusal bir proje olduğu görülür. Joseph Smith’in vizyonları, Amerika’yı Tanrı’nın yeni İsrail’i olarak sunar. Mormon Kitabı, Amerika kıtasını kutsal tarih sahnesine dahil eder. Böylece Mormonizm, dini milliyetçilikle yoğrulmuş özgün bir Amerikan teolojisi haline gelir. Max Weber’in “karizmatik otorite” kavramı Smith’in peygamberliğini açıklamada yararlıdır; Smith’in ölümü sonrası Brigham Young’ın kurumsallaştırıcı otoritesi ise Weber’in karizmanın rutinizasyonu tezini doğrular. Ernst Troeltsch’in mezhep–kilise ayrımı teorisi açısından bakıldığında Mormonlar başlangıçta sekter bir topluluk iken, zamanla güçlü bir kurumsallaşma süreci yaşamış ve küresel bir kiliseye dönüşmüştür.

Sonuç olarak Mormonizm modern çağın en tartışmalı ama en başarılı dini hareketlerinden biri olarak tarih sahnesinde yerini almıştır. Joseph Smith’in genç yaşta aldığı vizyonlardan Brigham Young’ın Utah çöllerinde kurduğu teokratik topluma, oradan 21. yüzyılda dünyanın dört bir yanında misyonerleriyle görülen küresel bir organizasyona uzanan bu yolculuk, yalnızca dini bir hikâye değil aynı zamanda Amerikan tarihinin kimlik, inanç, özgürlük ve otoriteyle imtihanının da bir yansımasıdır. Mormonlar bugün hem Amerikan dini çoğulculuğunun hem de küresel misyonerlik dinamiklerinin sembolik örneklerinden biri olmaya devam etmektedir.

Gelelim Türkiye’ye. Mormonlar dünyada milyonlarca üyeye sahip küresel bir topluluk haline gelmişken, Türkiye’deki varlıkları oldukça sınırlıdır. İsa Mesih’in Son Zaman Azizler Kilisesi, Osmanlı’nın son döneminde misyonerlik faaliyetlerini denemiş olsa da, kalıcı bir topluluk oluşturamamıştır. Cumhuriyet döneminde ise özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Amerika’dan gelen misyonerler aracılığıyla küçük gruplar halinde faaliyet göstermeye başlamışlardır. Bugün Türkiye’de Mormon sayısı birkaç yüzü geçmemektedir ve bu sayı ülkedeki Katolik, Ortodoks veya Protestan topluluklarla kıyaslandığında çok küçüktür.

Mormonlar Türkiye’de İstanbul ve Ankara merkezli küçük cemaatler halinde örgütlenmişlerdir. Bu cemaatler “branch” adı verilen küçük toplantı birimlerinden oluşur. Ülkede hiçbir Mormon tapınağı (temple) bulunmamaktadır; sadece toplantı evleri (meetinghouse) mevcuttur. Tapınaklar yalnızca çok daha büyük ve kalıcı Mormon nüfusuna sahip ülkelerde inşa edildiği için Türkiye’deki üyeler, kutsal kabul edilen “sonsuz evlilik” veya “endowment” gibi ritüelleri gerçekleştirmek üzere Avrupa’daki en yakın tapınaklara seyahat etmek zorundadırlar.

Misyonerlik çalışmaları Türkiye’de dikkatli bir biçimde yürütülmektedir. Genç Mormon misyonerler genellikle İngilizce eğitimi üzerinden insanlarla temas kurar, kültürel etkinlikler düzenler veya kişisel dostluklar aracılığıyla dini sohbetler gerçekleştirirler. Ancak Türkiye’de misyonerlik faaliyetleri yasal ve toplumsal açıdan hassas bir konu olduğundan, kilisenin büyüme hızı çok sınırlı kalmıştır.

Türkiye’de Mormonizm’in bilinirliliği de son derece düşüktür. Çoğu kişi Katolik veya Ortodoks kiliselerini duymuş olsa da Mormon Kilisesi’ni bilmez. Dolayısıyla Mormonlar hem azınlık bir dini topluluk hem de çoğu zaman görünmez bir cemaat olarak varlıklarını sürdürmektedirler. Yine de, küresel kilisenin merkeziyle bağlantıları güçlüdür; Türkiye’deki üyeler kilisenin uluslararası konferanslarına katılmakta ve internet üzerinden merkezi yayınları takip etmektedirler.

Kaynakça

  • Arrington, L., & Bitton, D. (1992). The Mormon Experience: A History of the Latter-day Saints. University of Illinois Press.
  • Brodie, F. M. (1945). No Man Knows My History: The Life of Joseph Smith. Alfred A. Knopf.
  • Bushman, R. L. (2005). Joseph Smith: Rough Stone Rolling. Knopf.
  • Hardy, G. (2010). Understanding the Book of Mormon: A Reader’s Guide. Oxford University Press.
  • Mauss, A. L. (1994). The Angel and the Beehive: The Mormon Struggle with Assimilation. University of Illinois Press.
  • Shipps, J. (1985). Mormonism: The Story of a New Religious Tradition. University of Illinois Press.

Read more

Kadınlığın Rengi: Marilyn Monroe ve Sarışınlık Dininin Doğuşu

Kadınlığın Rengi: Marilyn Monroe ve Sarışınlık Dininin Doğuşu

Norma Jeane Mortenson, 1946’da saçlarını platine boyadığında yalnızca kimliğini değil, kadınlığın endüstriyel standardını da yeniden icat etti. Hollywood o anda yeni bir tanrıça yarattı: Marilyn Monroe. O günden itibaren milyonlarca kadın saçlarını sarıya boyarken aslında boyadığı şey saçları değil; kendini toplumsal onay için boyadı. Monroe yalnızca bir aktris değil,

By Daphne Emiroğlu