Tanrı Tarihi # 7 - Samsara’nın Kapısı Bulundu

Tanrı Tarihi # 7 - Samsara’nın Kapısı Bulundu

Hinduzim Aryanların getirdiği halinden evrimleştikten tam 15 yüzyıl sonra bir adam, elindeki dine umutsuzlukla baktı. Ruhlar neden bu samsara, reenkarnasyon döngüsüne hapsolmuştu? Bunu defalarca kendine sordu. Adı Siddharta Gautama idi.

Siddharta hükümdar ve savaşçıların olduğu Kşatriya kastında dünyaya gelmişti.Babası Şakyaların kralıydı. Kral baba elli yaşındayken Siddharta dünyaya gelmişti. Elbette Vedaları öğrenerek büyüdü. Kendisinin de Samsarada sonsuz yolculukta olduğunu öğrendi. 16 yaşında prenses Yosodhara ile evlendi ve Rahula adında bir oğlu oldu. 29 yaşına dek ayrıcalıklı bir yaşam sürdü. Her ihtiyacı hizmetkarlar tarafından karşılanıyordu. Ancak daha sonra başına gelecekler hayatını değiştirecekti. Bu olaylar “Dört Karşılaşma” olarak bilinir.

Bir gün Siddharta avdan dönerken acı içinde kıvranan bir adam gördü. Korumasına sordu ne olduğunu, adam bir deri bir kemik kalmıştı. Hasta dedi koruması. Siddharta sebebini öğrenmek istedi. “Prensim hayat bu! Bütün insanlar hastalanır!” dedi koruması Channa. Ertesi gün sırtı yay gibi kavis çizen iki büklüm bir ihtiyarla karşılaştı. Başı sallanıyor, elleri titriyordu adamın. “Bu adam da mı hasta?” diye sordu. Channa “Adam ihtiyar, bu da ihtiyarlıkta herkesin başına gelir” dedi. Üçüncü gün bir cenaze alayı ile karşılaştı. Ölü yakılacağı yere taşınıyor, ailesi gözyaşlarına boğuluyordu. Prens yine sordu ne olduğunu. Channa “Bütün faniler bunu yaşar” dedi. “İster prens, ister fakir, ölüm hepimizi bulur.” Siddharta bir şey söylemedi.

Siddharta prensliği ve Vedalar eğitimi sırasında hastalık, yaşlılık ve ölüm hakkında bir şey öğrenmemiş mi gerçekten? Bir insanın yaşlı olduğunu korumasına sorarak, cenaze törenini de onun verdiği bilgiyle öğreniyor olması tuhaf değil mi? Hastalık, ihtiyarlık ve ölümün acısını görmüştü ve kendi kendine bu acıların nedenini sordu. Reenkarnasyon dışında bir cevap bulamadı. Dördüncü gün yine pazara çıktı. Acaba o güne dek hiç pazara çıkmamış mı? Neyse… Pazarda bir keşiş gördü. Yiyecek dileniyordu. Yaşlıydı, yorgun görünüyordu ama mutlu ve huzurluydu. Channa’ya sordu yine. İyi ki Channa varmış. Channa da adamın bir şeye sahip olmamak ve malın mülkün tetiklediği kaygılardan uzak durmak için evini terketmiş biri olduğunu söyledi.

Siddharta konforlu sarayında o gece hiç uyumadı. Arzu, insan ıstırabının temeliydi. Bunu farketmiş olmak onu derinden etkilemiş ve sıkıntı yaratmıştı. Hiç kimse kendi payına düşenden mutlu değildi, sürekli daha fazlasını arzuluyorlardı. Hem kadınlar hem de erkekler… Bak bu konuda haklı… İnsanın her yeri doyar gözü doymaz. Arzu ettiklerini elde ettikten sonra hemen başka bir şeyi arzuluyorlardı. Tiksindi hepsinden. Bu bir hastalıktı. Çözümü bulmuştu, onları arzunun pençesinden kurtaracaktı ve bir daha acı dolu bu hayata gelmek zorunda kalmayacaklardı.

Yatağından kalktı, eşi ve oğluyla vedalaştı. Chana’yı çağırarak onu ormana götürmesini istedi. Pahalı giysileri yerine ucuz bir cübbe giydi. Kılıçla saçlarını keserek Chana’ya verdi. Yeni hayatının delili olarak göstermesini istedi. Siddharta dilenci oldu. 29 yaşındaki bu keskin dönüş “Büyük Feragat” olarak bilinir.

Altı yıl dolaştı durdu. Karşılaştığı bilgilerden zihinsel bir egzersiz öğrettiler. Zihni disiplin etmeye yarıyordu. Teknikleri öğrendi ama aydınlanmaya ulaşmasını sağlamadı. Daha sonra aşırı sadelik taraftarı bilgelerle karşılaştı. Onlar da bedenin terbiye edilmesi gerektiğini söylediler. Aç kalmalıydı. Açlıktan ölümün kıyısına geldi. Çok zayıflamış, bir deri kemik kalmıştı ama kendine ölüm kıyısına geldiğinde aydınlanmanın da olabileceğini söyleyip, bu beden çalışmasının işe yaramadığını söyledi. Altı yılın sonunda meditasyon ve bedensel feragat bir işe yaramadı. Keşişlere bedensel işkenceye son vereceğini açıkladı ve bundan sonra yoluna tek başına devam etti. Yürürken bir incir ağacının altına geldi ve dinlenirken bir karar aldı, ne olursa olsun aydınlanma olana dek orada kalacaktı. Yedi gün sonra arzudan kurtulma arzusunun da bir arzu olduğunu keşfetti. Arzudan kurtulma arzusu , kendi aydınlanmasının önünde engeldi. bu iç görünün anlamını idrak ettikçe arzudan kurtulduğunu keşfetti. Ve birden artık doğmayacağını anladı. Samsara artık onun için dönmeyecekti: “En yüksek hayatımı yaşadım ,görevimi yaptım ve artık benim için daha fazlası yok” İşte bunu farkettiği zaman Aydınlanmış Kişi yani Buddha oldu. Bu Kutsal Gece olarak bilinir.

Sanki her şey çok kolay oldu.

Buddha şiddetli arzuyu ortadan kaldırmak için 8 aşama olduğunu söyledi: doğru inanç, doğru azim, doğru konuşma, doğru davranış, doğru uğraş, doğru çaba, doğru düşünme, doğru konstantrasyon. Budizm bir inanç değil bir uygulamadır. Sürekli arzulayan zihni terbiye etmektir. 17. yüzyılda yaşamış olan Fransız düşünür Blaise Pascal ne demişti:

“Bütün insani kötülükler bir tek kaynaktan gelir; insanin bir odada sessizce oturamamasından kaynaklanır”

Ben bazen çok konuşuyorum. Bazen de aşırı susuyorum ama konuşmam sustuklarımı yiyordur.

Buddha daha sonra kendini bu öğretiye adadı. Budist topluluğunu güçlendirmeye çalıştı. Seksen yaşındaydı ve bir gün kendini hasta hissetti, iki ağacın arasına uzandı ve öldü.

Budizm kendi topraklarının dışında pek çıkmadı… İnsanlara susmak zor gelmiş olmalı. Dinler ve onların elçileri, tebliğcileri her zaman çok konuşuyorlar, hep konuşuyorlar.

Read more

Tanrı Tarihi #23 Tanrı’ya mı İnsana mı Boyun Eğmeli?

Tanrı Tarihi #23 Tanrı’ya mı İnsana mı Boyun Eğmeli?

Tektanrıcılığın Ontolojik Derinliği ve İslam’ın Kurumsal Sapmaları Üzerine Karen Armstrong’un Dinin Kısa Tarihi adlı eserinin “Tanrı’nın İradesine Boyun Eğmek” başlıklı bölümü, özellikle İslam’ın teslimiyet temelli yapısını anlamak için güçlü bir başlangıç noktası sunar. Ona göre “Müslüman” olmak, kelime anlamıyla Tanrı’ya teslim olandır. Bu teslimiyet, yalnızca

By Daphne Emiroğlu
Ella Fitzgerald: Notalara Dokunan Kadın

Ella Fitzgerald: Notalara Dokunan Kadın

İnsan kendi dertlerine, beceriksizliklerine, korkularına uydurduğu bahanelere bakınca bazen utanıyor. Minik dertleri göğüsleyemeyen, küçük sorunları çözemeyen, mutsuzluklarına ve problemlerine çözüm bulamayan insanlarla, bir çoğu için dünyanın sonu denecek yerlerden yıldız gibi parlayan insanlar çıkıyor. Hepsi aynı gezegende yaşıyor. Aynı havayı soluyor. Ella Fitzgerald'dan bahsedeyim biraz. Geceleri onun sesiyle

By Daphne Emiroğlu
Satıh hâlâ müdafaaya muhtaçtır.

Satıh hâlâ müdafaaya muhtaçtır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Sakarya Meydan Muharebesi sırasında söylediği “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır; o satıh bütün vatandır” sözü, yalnızca bir savaş stratejisinin özeti değil, bir milletin varoluşsal mücadelesini ifade eden tarihî ve felsefî bir bildiridir. Yüzeyde bu cümle, belirli bir cephe hattının savunulmasından vazgeçilip, topyekûn direniş anlayışının benimsendiğini

By Daphne Emiroğlu