Tanrı Tarihi #8 - Babil Sürgünü

İsrailoğulları Mısır’dan kaçtı ancak başka dertlere yelken açmışlardı. Mısır Ordusu denizde boğulunca hepsinin Musa’ya güveni artmış ve çölde ilerlemeye ikna olmuşlardı. Mısır’da çok tanrı vardı, markalar gibi. Herkes kendine yakın bulduğu tanrıyı destekliyor ama diğer tanrıyı da küçümsemiyordu. İsrailoğulları Musa ile konuşan tanrının özel olduğunu biliyorlardı. Bu tek tanrı olduğuna anlamına gelmiyordu ama şu açıktı, en iyi tanrıydı, çünkü onların tanrısıydı. Musa’nın onlarla aynı fikirde olmadığını henüz anlamamışlardı. Musa onları söylediği yere götürecekti ama rahat davranıyordu, en sonunda hepsini çölde beklemeye ikna edip, kendisi dağa gitti. Tanrı’nın sesinden doğru yönü öğrenecekti.
İsrailoğulları beklerken huzursuzlanmaya ve sıkılmaya başlamışlardı. Görevliler bir buzağı heykeli yaparak ki Mısır’da yaygın bir tanrıydı, sunağa yerleştirdiler ve İsrailoğulları’nı ona tapınmak için çağırdılar. Bu hikayeyi herkes bilir. Bir festival havasında geçti. Belki de Mısır’ı özlemişlerdi. Bir yandan da yolculukları da zorluydu. Sonra Musa geldi ve öfkeden deliden döndü. Cümbüşü durdurdu. Dağda konuştuğu tanrıdan On Emri getirmişti. Emirler akla uygundu. İnsancan yaşamın temelini oluşturuyordu : Öldürme, çalma, eşini aldatma, çalışanlar için tatil günü, yalan söyleme… Bunlar mantıklıydı. İlk emir ise tanrının tek tanrı olduğuydu, evet herkes kendi tarafındaki tanrıı desteklemeliydi. Tanrı değil, hiç bir şeyin resmini yapmayacaklardı. Bu onları şaşırttı. Heykel de yasaktı. Oysa resim ve heykel onlar için nefes alıp vermek kadar doğaldı. Musa’yla konuşan sesin belli ki sanatın her türüyle ilgili şüpheleri vardı.
Başka bir yerden bakalım… Birinin renkli bir kumaş parçasını yaktığını görürseniz bu siz de herhangi bir duygu uyandırmaz ama ülkenizin bayrağını yaktığında durum değişir. O da kumaştır ancak bayrak sizin için değerli bir semboldür. Sizin için derin anlamlar, vatanınız, aileniz, yaşamınız, anılarınız ve daha bir çok şeyi barındırır. Yani aslında bir çok şeyin sembolüdür. Evet bir bayraktır ancak onun olduğunu söylediğiniz şey değildir. Semboller insanlığın en faydalı icatlarından biri olabilir. İşte İkinci emirde Tanrı bu sembollerin kendi gizemine erişemeyeceğini söylüyordu aslında.En önemli şey dindi .Aslında Tanrı, Tanrı adına konuşacak her şeyin önünü kesiyordu. Tanrı adıyla insanları sömürecek sistemlerin erken uyarı sistemi da diyebiliriz.
Vaat Edilmiş toprakları görebiliyorlardı. Tanrı’nın Musa’ ya dağa tırmanıp uzaktaki toprakları görmesini söyledi. Ve Musa dağda öldü. İsrailoğulları toprakları Yeşu ile topraklara girdiler ve bir çok kabile ile savaşmak zorunda kaldılar. Kesintisiz savaş için kral ihtiyaçları vardı. İlk kral Saul hükümdarlığının büyük bir kısmını savaşarak geçirdi. Savaştıkları kabililerden biri de Filistinlilerdi. Acımasız dev Golyat, Saul’un ordusundan bir askerle teke tek dövüşmek istediğini söyledi. Hiç kimse gönüllü olmadı. Sadece genç bir çoban öne attı kendini. Bu dev katili nasıl alt edebilirsin diye alay ettiler gençle… Babamın koyunlarını nasıl koruyorsam öyle, sapanımla alt edeceğim dedi. Golyat mızrağını gerdi, çocuk sapanına taşı yerleştirdi ve fırlattı. Golyat’ın şakağına gelen taş koca devi yere serdi. Ve çocuk kılıcıyla devin başını kesti. İsrailoğulları yeni kahramana sahip olmuştu: Davud

Saul savaşta ölünce yerine geçen kral da Davud oldu. 30 yıl hükümden sonra ki bu süre de savaşlarla geçti. Onun oğlu Süleyman ise İsrail’in ilk tapınağını inşa etti. En sonunda başarmışlardı. Ancak tanrıları kesinlikle aynı fikirde değildi. Tanrı kaç nesildir sessizdi ama yine konuşmaya karar verdi. İsrailoğulları’na dönüştükleri şeyden ne kadar nefret ettiğini anlattı. O kadar zaman neden susmuştu acaba?
Tanrı’nın istediği bu değildi. Dul ve yetimlerin malı mülküne el konulmamasını istiyordu. (Burada bir çoğunuzun aklına masonluk gelmiş olabilir ama o konuya dalmayacağım, kendimi zor tutsam da) Adalet istiyordu. Çöldeki hayatlarının basitliğini istiyordu. Tanrı’nın onlara anlattıklarını iyice anlamaları için tekrar esaret içinde bir hayata geçmeleri gerekecekti. Kuzeyden güneye uzanan toprakları bir koridor gibiydi. Bir tarafta Mısır vardı, zaten bir çok kabileyle savaşmak zorunda kalıyorlardı ve Mezopotamya’daki Asurlulara yenildiler. Binlercesi Babil’e sürgüne gönderildi. Babil’de çektikleri eziyet Tanrı hakkındaki fikirlerini yine değiştirdi. İlk akıllarına gelen tanrılarını sonsuza dek kaybettikleriydi. Tanrıları Süleyman’ın Kudüs’te inşa ettiği tapınakta kalmıştı. Fakat sonra tanrılarının tapınakta kalacak bir put olmadığını anladılar. Tanrı her yerdeydi. Mısır’da da onlarlaydı, yolda, savaşta, Kenan ülkesinde ve şimdi Babil’de. Bu yanlışları telafi etmeye karar verip, tüm hikayeleri yazmaya başladılar. İbrahim, Musa, İshak, Yakup ve onlarla konuşan tanrı… Nerede olurlarsa olsunlar hep yanlarında olan tanrıyla bir ahit yapmaya karar verdiler. Tarihlerini anlamlandırırken bu fikir akıllarına gelmişti ve Tanrı tekrar onlarla konuşmaya başladı… Bu sefer dinleyecekler miydi?