Tanrıyı Unuttum, Şeytanı Başkan Yaptım: Trump ve Faust’un Çağdaş Versiyonu

2025 Temmuz, Avrupa Demokratik Partisi tarafından paylaşılan bir sosyal medya gönderisi, yalnızca Trump karşıtı bir siyasi yorum değil; aynı zamanda çağdaş mitolojiyi hedef alan bir siyasal sanat eseri gibiydi. Görselde, Donald Trump cehennemi bir fon önünde, şeytani figürlerle çevrili biçimde resmedilmiş, altında ise şu cümle yer alıyordu: “When you dance with the devils…”. Metin, Trump’ın Faust gibi bir pakt yaptığı; komplo teorilerini besleyerek, korkuyu silah hâline getirerek ve sonunda kendi çağırdığı karanlık güçlerin kontrolünden çıktığı fikrini işliyordu. Bu görsel ve yazılı gönderi, yalnızca çarpıcı değil, aynı zamanda düşündürücüydü: Çünkü içinde bir hakikat barındırıyordu. İşte ilham noktam burası. İki laf etmesem içimde kalır. Başrolde Trump var, ama kuliste bekleyen başka karanlık figürler de var.

Bir adam düşünün; elinde İncil, dilinde yalan, gözünde reyting. Gömleği pahalı, cümleleri ucuz. Gömleğin bedeli cümlelerin ucuzluğunu kamufle ediyor olabilir. Cehennemden fırlamış bir reality show karakteri gibi: Kendi kendinin televizyon dizisi, kendi kendinin tapınağı, kendi kendisinin şekeri: Donald J. Trump. Modern Amerikan trajedisinin ana karakteri olan bu adam, yalnızca siyasi bir figür değil; aynı zamanda mitolojik, psikolojik ve grotesk düzeyde Faustian bir hikâyenin başrol oyuncusu. Ancak bu versiyonda şeytan takım elbise giyiyor ve “You’re fired” diyerek cehenneme bilet kesiyor. Ohh yeaahh baby!
Faust’un hikâyesini bilirsiniz. Goethe’nin meşhur karakteri, bilgi ve hakikatin peşinde yıllarını geçirdikten sonra nihayetinde pes eder. Ne bilim ne felsefe ne de din onu tatmin etmiştir. En sonunda, bilginin yetmediği yerde egoyu bulur ve Mephistopheles’le, yani şeytanla bir pakt yapar. Karşılığında ruhunu verir. Ne uğruna? Bilgi mi? Hayır. Güç, haz, kontrol, yani klasik erkek rüyası. (Erkekler ne zaman adam olacak?) Tanrı’nın kurduğu düzene razı olmayan adamın hikâyesidir Faust. O düzeni yıkmak ister, çünkü kendi düzenini kuracak kadar kibirlidir. Size de tanıdık geldi mi? Şu gezegendeki hayatımız irili ufaklı Faustlarla geçmekte.
Trump’ın hikâyesi de böyle başlıyor. Manhattan’daki emlak dolandırıcılığından, zengin babasının gölgesinden Oval Ofis’e giden yol; ahlaki, entelektüel ya da dini bir yolculuk değildir. Aksine, bir televizyon karakterinin Amerikan bilinçaltına sızmasıdır. “Apprentice” programıyla başlayan popüler kültür mesihliği, 2016 seçim kampanyasında siyasi vaazlara dönüşür. Elinde İncil, ama içeriğini okumadığı kesin. Sloganı “Make America Great Again” ama kastettiği muhtemelen köleliğin yasal olduğu yıllar. İşte bu noktada Trump’ın Faust’a benzerliği başlar. Ancak önemli bir farkla: Faust kitap okurdu. Trump ise Fox News izler.
Trump'ın yaptığı pakt şeytanla değilse bile, oldukça şeytani figürlerle: QAnon, televanjelistler, beyaz üstünlükçüler, silah lobisi ve Jared Kushner. Faust’un bilgi için yaptığı anlaşma, Trump’ta halkın cehaletine oynayan bir taktik olarak yeniden doğar. Faust’un “Bana her şeyin bilgisi verilsin” duası, Trump’ta “Her kanal benden bahsetsin” dileğine dönüşür. Ekranda olmak, ekranı kontrol etmek, ekranla yönlendirmek… O artık şeytanla değil, televizyonla anlaşma yapan bir figürdür. Ama bu anlaşmanın bedeli vardır. Komplo teorilerini beslemek kolaydır ama kontrol etmek zor. Meksikalılara duvar örmek, Çin’le didişmek, gazetecileri hain ilan etmek, bilim insanlarını küçümsemek… Bunlar kısa vadede işe yarar. Fakat uzun vadede, kitle yalnızca senin söylemini tekrar etmez; onu aşar. Başlangıçta “Deep State” diyen kitle, sonra “Trump da derin devletin parçası mıydı?” diye sormaya başlar. Mephistopheles’le yapılan anlaşmanın ironisi budur: başta sen onu yönetirsin, sonra o seni.
Bu noktada Trump’ın destekçileri arasında ilginç bir dönüşüm yaşanır. Başta “liderimiz” dedikleri kişiye şimdi “Bize Epstein’in dosyalarını ver!” diye bağıranlar türemeye başlar. 6 Ocak Kongre Baskını’ndan sonra Trump’ın yanında değil, karşısında duranlar arasında bile onun eski seçmenleri vardır. Faust’un ruhunu şeytana teslim etmesi gibi, Trump da hakikati sahte anlatılarla takas eder. Unutmamalı ki şeytan sabırlıdır, seçmen ise değil.
Daha da ironik olan şu: Faust sonunda pişman olur. Trump ise pişmanlıkla değil, dava dosyalarıyla yüzleşir. “Witch hunt” (cadı avı) diye diye yargının içine tükürmüş bir adam, sonunda gerçekten büyülediği kitlenin kendisi tarafından linç edilme noktasına gelir. Kendi büyüsünün kurbanı olmak, Faust’un da sonuydu. Ama Faust en azından “Dur, bu an ne güzeldir!” diyerek bir tür kurtuluş yaşar. Trump ise en fazla “This is unfair!” diye bağırabilir.
Trump’ın paktının en tuhaf sembolik anı, elinde İncil’le kilise önünde fotoğraf verdiği o sahnedir. Bu bir ayin değil, alaydır. Tanrıyı araçsallaştıran bir figür, cehenneme kutsal kitapla girmeye çalışır. Kilisenin önünde İncil tutan adamın hayatındaki tek dua, rating duasıdır. Bu, postmodern Faust’un doruk noktasıdır: İçinde Tanrı olmayan bir İncil, içinde bilgi olmayan bir adam, içinde halk olmayan bir demokrasi. Korku üzerinden iktidar kuranların klasik sonu budur: O korku bir gün senin üstüne yürür.
Komplo teorileriyle büyüttüğü halk artık Epstein dosyalarını, Pentagon sırlarını, Covid laboratuvar verilerini, her şeyi istemektedir. Ve Trump bu talepleri karşılayamayacak kadar gerçek dışı bir karakterdir. Mephistopheles en azından dürüsttür; Trump ise içi boş bir altın çerçevedir. Varak sevgisini de gördük zaten. Kimi zaman dindar, kimi zaman seküler, kimi zaman barışçıl, kimi zaman savaş çığırtkanı — ama her zaman kendini oynayan bir aktör. Faust hakikati ararken ruhunu kaybetti. Trump, hakikati kaybederek kitleyi büyüledi. Ama büyü bozuldu.
Popülizmin Faustian doğası, yalnızca liderin değil, toplumun da ruhunu zehirler. Çünkü bu pakt yalnızca bireysel değildir. Toplum da Faust olur. “Ne olursa olsun değişim istiyoruz” diyerek şeytanla dans etmeye başlayanlar, bir sabah uyandıklarında demokrasi yerine X kararnameleri, anayasa yerine sloganlar, gazetecilik yerine YouTuber'lar bulur. Trump’ın paktı, bireysel değil kolektif bir çöküştür. Faust yalnızca kendi sonunu yaşarken, Trump bir ulusu altına gömmeye teşebbüs eder.
Popülist liderlerin Faustian doğası, yalnızca Trump’a özgü değil, tarih boyunca görülen bir siyasal arketiptir. Popülizm hem sağda hem solda görülebilen bir siyaset tarzı olsa da, tarihsel olarak sağ popülizm çok daha baskındır. Bunun nedeni sadece liderlerin siyasi yönelimi değil, aynı zamanda sağın korku, aidiyet ve düzen arzusuna hitap eden daha güçlü retorik araçlara sahip olmasıdır. Sağ popülist liderler — Trump, Bolsonaro, Le Pen, Orbán — ortak bir strateji kullanır: “Halk biziz, diğer herkes düşman.” Bu söylem göçmenleri, LGBT bireyleri, feministleri, gazetecileri ve muhalefeti tek bir kefeye koyar. Yani şeytan dışarıda aranmaz, komşu kapısında bulunur. Bu yüzden sağ popülizmde Faust hikâyesi daha keskin yaşanır: Ruh satılırken sadece haz değil, intikam da vaat edilir. Otoriterleşme, geleneksel değerlerin kutsanması ve düşman yaratma sanatı sağda daha yaygındır çünkü karmaşık ekonomik, sosyal ya da kültürel sorunlara “kulağa sağlam gelen” aptalca çözümler sunar: “Duvar örelim”, “kapat gitsin”, “onlar gitsin, biz rahatlayalım.” İşin ironik yanı ise şudur: Bu çözümler nadiren uygulanır, ama sürekli tekrarlandığı için bir gerçeklikmiş gibi kabul görür. Böylece halk, Mephistopheles’le dans ettiğini değil, millî bir düğünde oynadığını sanır. Sol popülizm de benzer riskler taşısa da, genellikle eşitlik, sınıfsal adalet ve kamuculuk gibi daha soyut kavramlarla çalışır. Sağ popülizm ise televizyonun primetime’ında iş yapar. Bu tür liderler, halkla elitler arasında suni bir savaş ilan eder ve kendilerini “halkın tek ve gerçek temsilcisi” olarak sunarlar. Demokrasiye benzeyen ama kurumsal yapıların altını oyan bu strateji, kitlenin öfkesini hem yönlendirir hem de istismar eder. Viktor Orbán, Macaristan’da liberal demokrasiyi “illiberal demokrasi”ye dönüştürürken medya ve yargıyı adım adım kontrol altına aldı. Jair Bolsonaro, Brezilya’da Covid-19’u küçümseyip Amazon’u şirketlere peşkeş çekerken, halkı “Tanrı ve aile” adına konsolide etti. Hindistan’da Narendra Modi, Hindu milliyetçiliğini kutsallaştırıp medya ve ifade özgürlüğünü zayıflattı. Türkiye’de “milli irade” kavramını kurumsal çöküşün maskesine dönüştü; muhalefeti “terörist”, halkı ise “bizden ve onlardan” diye ayırarak kutuplaştırdı. Hepsinin ortak özelliği şudur: halkın korkularını şeytanlaştırır, kendi iktidarlarını meşrulaştırmak için hakikati bükmekten çekinmezler. Bu liderler, kendi Mephistopheles’lerini yanlarında taşır: yandaş medya, sahte düşmanlar, yapay krizler, sahte muhalifler... Ancak Faust’un trajedisinde olduğu gibi, hakikat gecikir ama mutlaka gelir — ve çoğu zaman halkı ilk önce yutar.
Modern dünyanın Faust'u sadece Trump değil elbette. Fakat Trump bu miti en iyi performe eden, onu reality show formatına sokan, halkla ilişkiyi ilahi değil, reyting bazlı kuran örnektir. Kendi imajını kendi tanrısı yapan bir figür olarak Trump, modern Mephistopheles’in hem kurbanı hem mürididir. O, gerçeklikten bir ulus kaçışı sunar. “Amerika yine harika olacak” derken, “Ama benim gibi olursa”yı gizler. Şeytanın yaptığı pazarlık bu kadar ucuz olmamıştı: Sadece bir oy karşılığında ruhlar alındı. Ve seçmen, Faust’un sonunu izlediğini ancak ekmek fiyatı değiştiğinde fark etti. Genelde böyle olur zaten.
Faust sonunda kurtarılır. Çünkü insanlığın hatalarıyla yüzleşmesi vardır. Trump ise kendi hatalarıyla değil, sadece “bize ihanet etti” diyen kendi kitlesiyle yüzleşiyor. Bu da gösteriyor ki, paktın gerçek kurbanı her zaman halktır. O halk, Faust’un açlığını paylaştığı için değil, Trump’ın iştahına alkış tuttuğu için kaybetmiştir. Ve şeytan, bu defa gölgelerde değil; Oval Ofis’te, golf kulübünde, tweet’te oturuyordu.
Trump bir efsaneyi yeniden yazmadı; onu parodileştirdi. Faust bir tragedyadır; Trump ise sitcom. Ama ikisi de aynı dersi verir: Şeytanla yapılan anlaşma kısa vadede tatmin, uzun vadede çöküştür. Ve halk, bu çöküşte sadece izleyici değildir. Onlar da ruhlarını, bir inşaat kralının vaadine takas etmiş olurlar. Şeytan kazandı mı? Belli değil. Ama Tanrı bir süredir sessize alınmış gibi.
Kaynakça
- Goethe, J. W. (1808). Faust: Der Tragödie erster Teil.
- Stanley, J. (2018). How Fascism Works: The Politics of Us and Them. Random House.
- Eco, U. (1995). Ur-Fascism. The New York Review of Books.
- Arendt, H. (1951). The Origins of Totalitarianism.
- Laclau, E. (2005). On Populist Reason. Verso.
- McIntyre, L. (2018). Post-Truth. MIT Press.
- Giroux, H. A. (2017). American Nightmare: Facing the Challenge of Fascism. City Lights.
- The Atlantic, The Guardian, BBC, Politico (2016–2024 Trump dönemi medya analizleri)