Türkiye’de Muhalefet Olmanın Bedeli

Popülist otoriterleşme sürecinde muhalefetin kurumsal kırılma ile sınanışı: Türkiye örneği
2025 Temmuz’unda TBMM’ye iletilen Özgür Özel dokunulmazlık fezlekesi, bireysel bir hukuk vakasından ziyade, Türkiye’de yargının siyasallaşması, yüksek yargı kurumları arasındaki çatışma ve popülist otoriterleşme dinamiklerine dair önemli bir gözlem fırsatı sunuyor. Bu tür durumlar, demokratik erozyonun yalnızca seçim yoluyla değil, kurumsal denetimlerin çöküşü üzerinden de gerçekleştiğini savunan Steven Levitsky ve Daniel Ziblatt gibi siyaset bilimcilerin “How Democracies Die” eserinde işaret ettikleri olgulara karşılık gelir. Bu yazarlar, seçimle gelen otokratik liderlerin öncelikle yargı bağımsızlığını hedef aldığını, medyayı baskı altına aldığını ve parlamentoyu işlevsizleştirdiğini vurgular.
Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay kararlarını inceleyen Atasayan’ın çalışması, bu kararların Yargıtay tarafından uygulanmaması sürecinde “hukuk devleti krizi” yaşandığını vurgular. Yargıtay 3. Ceza Dairesi bu kararlara direnerek AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur — bu eylem, Carl Schmitt’in “dost–düşman ayrımı” kavramı çerçevesinde anayasal düzenin siyasileştirilmesi çabası olarak analiz edilebilir. Aynı zamanda, Ginsburg ve Huq’un “How to Save a Constitutional Democracy” adlı eserinde ele aldığı “constitutional retrogression” kavramı, Türkiye’de yargının bu tür örnekler üzerinden kurumsal işlevini yitirme sürecine girdiğini ortaya koyar.

Türkiye, özellikle 2010 ve 2017 referandumları sonrası dönemde, yargının bağımsızlığında dramatik bir kırılma yaşamıştır. Bu dönemde Anayasa Mahkemesi üyelerinin atanma şekli değiştirilmiş, Hâkimler ve Savcılar Kurulu yürütmeye bağlanmış ve böylece kuvvetler ayrılığı ilkesi neredeyse tamamen ortadan kaldırılmıştır. Garoupa ve Spruk’un 2024 tarihli arXiv çalışması, Türkiye’nin yargı bağımsızlığı endeksinde 2000’li yılların başına göre yaklaşık %40’lık bir düşüş yaşadığını istatistiksel olarak ortaya koymuştur.
Bu bağlamda, Özgür Özel’in Can Atalay kararına yönelik “anayasal düzeni hedef alan” yorumları “kamu görevlisine hakaret” kapsamında suç sayılmıştır. Bu suçlama fezlekeye hukuki bir zemin hazırlamış, ancak aynı zamanda “hukukun araçsallaştırılması” (legal instrumentalism) olarak bilinen uygulamayı da gündeme getirmiştir. David Kennedy’nin bu konudaki çalışmaları, hukukun yalnızca adalet sağlama aracı değil, aynı zamanda siyasi üstünlük kurma stratejisi olarak nasıl işlev gördüğünü açıkça göstermektedir. Bu bağlamda, muhalif liderler hem hukuken hem de sembolik olarak cezalandırılmakta; dava süreçleri siyasi rekabetin bir parçası hâline getirilmektedir.
Yargının araçsallaştırılması, özellikle Jan-Werner Müller’in tanımladığı gibi “popülist hükümetlerin yargı kurumlarını sistematik olarak itibarsızlaştırma” stratejisinin bir parçası olarak görülmelidir. Bu süreçte hukuk, muhalefeti bastırmak için kurgulanmış bir yönetim aracına dönüşür. Özgür Özel örneğinde olduğu gibi, hedef alınan figürler kamuoyu nezdinde “tehlikeli” hale getirilerek hem liderlik pozisyonları zayıflatılır hem de parti içi denge oyunları yeniden şekillendirilir.
Fezleke, sadece Özel’in bireysel durumu değil, Türkiye’deki yargının yeniden tanımlandığı, demokratik normların gerilediği bir siyasi kesit sunar. Bu kesit, yalnızca iç siyaset açısından değil, Türkiye’nin uluslararası hukuk endeksleri ve demokratikleşme sıralamalarındaki yerini de etkiler. Karşılaştırmalı siyaset literatüründe Polonya, Macaristan ve Brezilya gibi ülkelerde de benzer örneklerle karşılaşılmakta; özellikle yargı bağımsızlığının zayıflatılması, otoriter rejim inşasının ilk adımlarından biri olarak değerlendirilmektedir.
Fezleke süreci aynı zamanda medyanın ve kamuoyunun bu tür yargı-siyaset çatışmalarını nasıl algıladığını da ortaya koymaktadır. Türkiye’de medya sahipliği yapısının büyük ölçüde iktidar yanlısı holdinglerin eline geçmesiyle birlikte, yargı süreçleri kamusal alanda taraflı ve manipülatif biçimde sunulmaktadır. Bu bağlamda, Chomsky ve Herman’ın “Propaganda Modeli” temelinde, medyanın siyasi iktidarın ideolojik çıkarlarına hizmet edecek şekilde haber yapması ve belirli figürleri hedef haline getirmesi olağan hale gelmiştir. Özgür Özel hakkında hazırlanan fezleke de, bu yapının yargı-medya işbirliğini nasıl işlediğine dair güncel bir örnek sunmaktadır.
Fezleke aynı zamanda CHP içindeki dengelere dair kritik sonuçlar doğurabilecek potansiyele sahiptir. Muhalefet partileri, özellikle de lider pozisyonundaki figürler, iktidar baskısı karşısında ya direnç göstererek meşruiyet üretme ya da pasifleşerek sistem içi muhalefete dönüşme eğilimindedir. Özgür Özel’in bu süreçte alacağı tavır, CHP’nin Erdoğan rejimi karşısında nasıl konumlanacağını da belirleyici hale getirebilir. Bu noktada, Philippe Schmitter’in “tolerated opposition” (hoşgörülü muhalefet) kavramı üzerinden, CHP’nin tarihsel olarak devletin kurumsal sınırları içinden muhalefet üretme biçimiyle Özel’in fezlekeye verdiği tepki arasında doğrudan bir ilişki kurulabilir.
Uluslararası hukuk bağlamında dokunulmazlıkların kaldırılması süreci, çoğu demokratik sistemde belirli anayasal güvencelere bağlanmıştır. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi ve Venedik Komisyonu raporlarında, milletvekili dokunulmazlıklarının yalnızca ağır ve açıkça ispatlanmış suçlarda kaldırılmasının demokratik ilkelere uygun olduğu vurgulanır. Türkiye örneğinde ise, özellikle 2016 sonrası HDP’li vekillere yönelik toplu fezleke uygulamalarıyla bu ilkenin büyük ölçüde ihlal edildiği görülmüştür. Özgür Özel’e yöneltilen fezleke, bu tarihsel uygulamaların bir devamı niteliğinde olup, bireysel cezalandırmadan çok kurumsal hizaya çekme amacını taşımaktadır.
Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi gibi uluslararası belgeler de, temsilcilerin ifade özgürlüğünün cezai tehdit altına alınmasını yasaklar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Selahattin Demirtaş ve Leyla Zana kararlarında bu ilkeler net biçimde ortaya konmuştur. Özgür Özel’in dava süreci, Türkiye’nin bu yükümlülüklerle ne denli çeliştiğini de gösterecek bir turnusol işlevi görecektir.
Fezleke süreci yalnızca yasal ve kurumsal bir mesele değil; aynı zamanda Türkiye’deki siyasal iletişimin, kutuplaşmanın ve muhalefetin yeniden tanımlanmasının da aracı hâline gelmiştir. Türkiye’de iktidar, siyasal muhalefeti yalnızca seçim yoluyla değil, sembolik ve cezai mekanizmalarla da sınırlandırma eğilimindedir. Bu eğilim, Yascha Mounk’un “The People vs. Democracy” adlı eserinde belirttiği gibi, seçimle iktidara gelmiş popülist hükümetlerin liberal kurumları adım adım aşındırarak demokratik normların içini boşaltmasına işaret eder.
Bu çerçevede, Özgür Özel’e yöneltilen fezleke yalnızca bir kişiyle değil, aynı zamanda onun temsil ettiği muhalif duruşla da hesaplaşma girişimidir. Bu tür siyasi cezalandırmaların, seçmen davranışları ve demokratik katılım üzerinde soğutucu bir etkisi olduğu, Freedom House ve V-Dem gibi demokratikleşme endekslerinin analizlerinde açıkça görülmektedir. Özellikle muhalefet liderlerine yönelik yargı süreçleri, siyasal alanın kutuplaşmasına ve otosansür mekanizmalarının yaygınlaşmasına neden olmaktadır.
Bu bağlamda Türkiye’de muhalefetin önünde üç yol bulunmaktadır: birincisi, yargısal baskılar karşısında geri çekilerek sistem içi sessiz bir muhalefete dönüşmek; ikincisi, simgesel direnişle seçmen nezdinde alternatif meşruiyet üretmek; üçüncüsü ise, ulusal ve uluslararası kurumlar nezdinde hak temelli ve veriye dayalı bir siyasal mücadele yürütmektir. Özgür Özel’in pozisyonu, bu üç yolun hangi bileşenlerini nasıl sentezleyeceğini gösterecektir.
Sonuç olarak, Özgür Özel fezlekesi, Türkiye’de yargı bağımsızlığının geldiği noktayı, siyasal iktidarın yargı üzerindeki hâkimiyetini, medya işleyişiyle kurulan organik bağı ve muhalefet stratejilerinin geleceğini analiz etmek için verimli bir örnek sunmaktadır. Bu örnek aynı zamanda sadece Türkiye’ye özgü değil, dünya genelinde yükselen otoriterleşme dalgası içinde benzer eğilimlerin nasıl işlediğine dair karşılaştırmalı bir çerçeve sunar. Türkiye’nin demokratik geleceği açısından bu fezleke yalnızca geçmişin değil, aynı zamanda gelecek siyasal tercihlerin de sınandığı bir dönüm noktası olarak tarihe geçecektir.
Çok sıkıcı şeyler yazdığımın farkındayım. Bünyede zona, anksiyete, panik atak, taşikardi yapabilir. İsterseniz okumayın ancak okumanın beyne çok faydası var.
Kaynakça
- How Democracies Die — Steven Levitsky & Daniel Ziblatt
- How to Save a Constitutional Democracy — Tom Ginsburg & Aziz Huq
- Populist Constitutional Backsliding — Garoupa & Spruk (arXiv)
- Carl Schmitt’in dost–düşman ayrımı ve anayasa kuramı — DergiPark
- David Kennedy — The Dark Sides of Virtue: Reassessing International Humanitarianism
- Jan-Werner Müller — What is Populism?
- Propaganda Model — Chomsky & Herman
- Philippe Schmitter — Tolerated Opposition and Authoritarianism
- The People vs. Democracy — Yascha Mounk
- Freedom House: Türkiye 2024 Raporu
- V-Dem Democracy Report 2024 — Türkiye
- AİHM — Demirtaş/Türkiye Kararı
- AİHM — Zana/Türkiye Kararı
- Venedik Komisyonu Raporu — Milletvekili Dokunulmazlığı
- Avrupa Konseyi — Parlamenterler Meclisi Raporu (Dokunulmazlıklar)