Türkiye'deki Özgürlük Aşıkları

Türkiye’de neler olduğunu Türkiye’de yaşayarak bile anlamak zor artık. Her şey birbirine bağlı ve her şey birbirinden kopuk.
Halkın bir kısmı uzun zamandır memnun olmadığı her şey için sesini çıkarmaya başladı. Adalete bağlılığı incinmiş, güven duygusu zedelenmiş, neredeyse herkese karşı güvenini kaybetmiş bir halktan bahsediyoruz. Ülkede geleceğe dair belirsizlik ise en çok gençlerin hayatlarını devasa bir sis bulutu ile kaplıyor. Ne zaman dağılacağını bilinmeyen bir sis bulutu… Sizi sürekli aldatıp daha sonra süslü kelimelerle gönlünüzü almaya çalışan bir sevgiliyle ilişki içinde gibiyiz.

Ekrem İmamoğlu İstanbul gibi Türkiye’nin lokomotifi olan bir şehirde arka arkaya iktidar partisini yenilgilere uğratan bir aday ama bir yandan da halkın belediye seçimleri üzerinden hükümete verdiği mesajın sembolü. Kendi adı dışında bir çok şeyi simgeliyor bir yandan da. Ülkelerin lokomotif şehirleri, metropolleri iktidar partisinin elinden çıktığında alınacak mesaj her zaman aynıdır, Türkiye için de durum farklı değil. En son belediye seçimlerinde ise muhalefet partisi ülkenin birinci partisi olarak seçimlerden büyük bir galibiyet ile çıktı.Hükümet kanadında ne değişti? Hiç bir şey…

Artık halktan kopuk, halka inmeyen mesajlar üreten, sokakta bir karşılık bulayan söylemlerde bulunan, ekonomik programı kendi ifadelerine göre iyi giden ama halkın bunu hiç farketmediği ve halkı görmezden gelen bir hükümetle baş başa kaldık. Son bir kaç yıldır, hastanelerde haksız kazanç için kurulmuş sağlık çetelerinin sebep olduğu bebek ölümleri, sağlık sistemi üzerinden yapılan yolsuzluklar, yargıdaki yolsuzluklara dikkat çeken belgeseller, kişisel verilerimizin çalınmış olması ki bunu hükümet hiç bir zaman kabul etmedi, çalınan kişisel verileri parayla satan çeteler, kesilen ormanlar, taşan dereler, çöken binalar, Erzincan’da çevrecilerin çokça uyardığı altın madenindeki büyük kaza, deprem felaketinden sonra tek bir sorumlunun bile olmayışı, hükümet ya da onların atadıklarının hiçbir şeyden sorumlu olmaması, Kartalkaya’da denetlenmemiş bir otelde 39'u çocuk 78 kişinin ölümü, daha bu olayın raporu yeni çıkmışken Uludağ’da mühürlü otelin yanması ve yine ölümle sonuçlanması, Kadıköy’de gündüz vakti 17 yaşında daha önce suça karışmış iki genç tarafından vahşice öldürülen Matti Ahmet, her gün tecavüze uğrayan çocukların haberleri, kadın cinayetleri, istedikleri haberi verip istemediklerini vermeyen, habercilik ilkelerini artık hiç umursamayan hükümeti destekleyen televizyon kanalları, gazeteler, dergiler, gazeteciler, yazarlar, şarkıcılar… İşte halkın yıllardır sistematik olarak artan, maruz kaldığı olayların bir kısmı bunlar. Bundan daha fazlası var elbette. Saatte bir değişen bir ülke gündemi. Mutsuz bir halk, öfkeli kaygılı, tedirgin. Tüm bunların üstüne yetmezmiş gibi canavar gibi bir enflasyon. Hükümet kendisiyle savaştığı halde sürekli güçleniyor. Gittikçe küçülen bir zümrenin zenginleşmesi ve diğerlerinin gittikçe daha fakirleşmesi, Sokak röportajlarında sabah bir avokado aldığı için şükreden sade vatandaşlar, Yoksullukla mücadele eden halkın yoğun pestisit kullanımı olduğu halde satışına izin verilen sebze ve meyveleri tüketmek zorunda kalışı, Güven dağlarına kar yağdı, öyle bir kar ki her gün başka bir olayla halkın üstüne çığ düşüyor.

Bugüne Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ile gelmedik… Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması son yıllarda başımıza gelenler içinde bardağı taşıran son damla… Adalet Bakanı’nın ülkenin hukuk devleti olduğuna dair sürekli yaptığı vurguya karşın, bir çok televizyon, trol hesaplar ve bazı gazetecilerin sanki yargılanma bitmiş gibi Ekrem İmamoğlu ve beraberindekileri suçlu ilan eden yayınları ise devletin yayınları denetleyen RTÜK tarafından hiçbir denetlenmeye de takılmıyor. Ve bu sırada insanlar sokaklarda adalet istiyoruz diye bağırıyor. Sanki absürd bir komedi gibi. Masumiyet karinesi Türkiye’de gözardı edilen bir hukuk doktrini. Kürt seçmenin yoğun olduğu doğu illerimizde seçtikleri belediye başkanlarının göreven alınıp kayyım atanmasıyla başlayan maceramız, ülkenin değişik yerlerinde iktidar partisinden olmayan belediye başkanlarının terör, yolsuzluk vb. suçlardan tutuklanması ile başlayan bu dalga, bugün yargılamayı beklemeden Türk Ceza Kanunu’nda geçerli olan maddelerin ihlaliyle devam ediyor. Evrensel hukuk kurallarına göre bir kişinin masum olduğunun kanıtlanmasına gerek yoktur, kişinin suçluluğu kanıtlanmalıdır. Bu da yine kanunlarda kabul edilen delillerle mümkündür. ama şu anda entellektüel seviyesi düşük, mesleki kariyeri şaibeli insanlarca yargılama medya üzerinden çoktan yapıldı. Hatta iktidara yakın bir gazeteci kaç yıl hapis yatacağını bile açıkladı. Bunlara devlet tarafından uyarı ya da soruşturma yok ama halkın protestosunu yayınlayan televizyon kanallarına para ve kapatma cezası yağıyor. Halk yine adalet diye bağırıyor, sesi duyan yok. Protestolar devlete bir başkaldırı gibi dillendiriliyor ama devlet ve hükümet arasındaki ayrımı yapamayan halkın bir kısmı için o. Diğerlerinde bu çıkış da işe yaramıyor.
Ceza muhakemesinde dinlenen tanığın kim olduğunun sanık tarafından öğrenilmesi, tanık veya yakınları açısından “ağır ve ciddi bir tehlike” teşkil ediyorsa; tanık, soruşturma ve kovuşturma aşamalarında “gizli tanık” olarak dinlenebilir. (CMK md.58–5726 SK. md.3) Bu hayatımıza 2008'de girdi. Ve gizli tanık kullanımını kolaylaştıran bu fırsattan sonra da bürokrasi içine sızmış FETÖ Terör Örgütü’ne mensup savcılar tarafından ordu, polis, üniversite, medya, sanat alanında bir çok insan Ergenekon Terör Örgütü soruşturması kapsamında tutuklandı. Elbette biz bunları daha sonra öğrendik. Gizli Tanıklar ve sahte delillerle bir çok insan o sıradaki medya eliyle de yargısız infazla terörist olarak lanse edildi. Kumpas ortaya çıktığında hükümet “Kandırıldık” diye açıklama yaptı. Bir çok insan hukuk ilkeleri dışına çıkılarak yargılanmış, hakları elinden alınmış, aileleri perişan olmuş cezaevlerinde yaşamlarını yitiren olmuştu. Bunu neden anlatıyorum… Halkın bu tip olaylarda artık tecrübesi var. Ekrem İmamoğlu ve yanındakiler için de gizli tanıklar var. Halkın şimdiye kadar gördüğü ifadelerde gizli tanıklar genel olarak “düşünüyorum, duydum” gibi ifadelerle tanıklıklarını yapmışlar. Bu da halk arasında hem şaşkınlık hem de öfke yarattı. Birinin suç işlediğini hissediyor olmamız onu suçlu yapıyor muydu? Önümüzdeki günlerde, yargılanma sürecinde bunun detaylarını göreceğiz.
Ergenekon ve Balyoz adındaki operasyonlarla da bir çok insan tutuklanmış, henüz yargılamaları başlamadan yine basın yoluyla suçlu ilan edilmişlerdi. Hatta sözde terör örgütünün kasası olduğu söylenen kişi iddianamesini bile göremeden yaşamını yitirmişti bir sene içinde. Bir savcı bu operasyonlar sayesinde popüler ve hatta kahraman ilan edilmiş, geçen süreden sonra davaların kumpas ve hepsinin FETÖ denilen öncesinde Fetullah Gülen Hizmet grubu diye tanınan topluluk tarafından tezgahlandığı ortaya çıkmıştı. Aslında iktidar partisinin yere göğe koyamadıkları Fetullah Gülen her şeyin sonunda terör örgütü kurucusu olarak suçlu bulundu. Topluluğu “Hizmet “adıyla anılırken “FETÖ” olarak ülke siyasi tarihine geçti. Bu kumpas davalarından hemen önce 2008 yılında kanunen hayatımıza giren gizli tanıklarla bir çok kişi bu kumpasa kurban edildi. Kahraman savcı başka ülkeye kaçtı. Ergenekon Davaları yıllarca sürdü. tutuklamaları, ordunun en önemli noktalarının görevden alınmasını eleştirenler de terörsit ilan ediliyordu, herkesin susturulmaya çalışıldığı uzun bir dönemdi. Sonra bu susma hali demiraşımız oldu, eğer birisi hükümeti eleştirise “Silivri soğuktur!” diye espri yapar hale geldi halk. Bu bir espri değil, ancak acı dolu bir cümle olurdu. Konuşanın başının yanacağına alışmıştı herkes.
Bir soruşturmanın temel dayanaklarını esas olarak gizli tanık beyanları oluşturuyorsa, bu delil ancak somut, gerçek ve ilgili başkaca delillerle desteklendiğinde anlam kazanır. Ayrıca, bu tanık beyanlarının somut bir isnat ve tutarlı içerik barındırması zorunludur. Şimdi gizli tanıkların olduğu bir soruşturmada, birilerinin yine bazı basın kuruluşları ve sosyal medya eliyle suçlu ilan edilmesini izliyoruz. Ve halk buna tanıdık.
Aslında sokaklardaki milyonlarca insanın arzusu artık kumpas tiyatrosu seyretmemek. Ve yargının bağımsızlığından şüphesiz emin olmak. Bunun ihtimalini bile düşünmemek. Ülkede varolan kanunların eksiksiz uygulanması ve herkese eşit olması… Hiç kimse Ekrem İmamoğlu yargılanmasın demiyor ama kanuna uyulsun istiyor. Ve bir insanı arka arkaya kaç konudan yargılayabilirsin. Hiç durmadan bunu yapmak da yargının bağımsızlığı açısından şüphe uyandırmıyor mu? Siz ve biz ayrışmasının her yerde hissediliği bu siyasi dilin varlığından yorgun ve bıkkın bir halk var. Fikrini söylediğinde “hırsızı yakaladığımıza kızanlar var” diyen yetkililer, henüz görülmemiş bir davanın sonucundan nasıl da emin…

Ülke karpuz gibi ikiye bölünmüş, bir kısmı için her şey paşa keyfe göre yapılırken, diğeri ihlal ettiği hiçbir şeyin hesabını vermiyor. Burada zaten yerle bir olmuş güvenin, toz bulutu gibi havaya dağılmasının sebebi de, halkın sorularına cevap alamaması… Halkın sokaklarda dillendirdiği hiçbir şeyin cevabı verilmedi.
İnsanlar sosyal medyada, sokakta uzun zamandır yaşadığı o ürkekliği üzerinden atıyor. Bu uzun zamandır süren bir korkuydu. Artık yaşam standardı da tehlikeye girdiği için ve hatta teml ihtiyaçları için endişe etmesi gereken bir noktada olduğu için kaybedece bir şeyi kalmadığını düşünüyor belki de… Şimdi daha çok konuşan, daha çok yazan çizen, daha çok ses çıkaran var…
Hükümet de çözümler üretiyor. Suç oranının artması ve toplumsal muhalefeti baskılamanın sonucu olarak da tıka basa dolan cezaevlerine yenileri ekleniyor. 11 yeni cezaevimiz olacak. Enflasyonla debelenen, emeklisine maaş zammı için bütçe bulamayan bu ülke 25 milyar TL’yi cezaevlerine yatıracak.
Adalet istiyor halk… Ne şanstır ki iktidar partisi “Adalet ve Kalkınma Partisi” iken, halk adalet arıyor. Elimizde gücünü kaybeden iktidar, hapisteki muhalefet ve sokaktaki halk var. Bir de Pikachu…