Unutulan Kadınlar Gezegeni: Sister Rosetta Tharpe
Kadınların ne kadar ilham verici olduğunu anlamak için açılmamış kitaplara, yıldız olmuş erkeklerin hayatlarına, röportajlarına bakmak lazım...Her ülkenin tarihinden kendisinden bahsedilmeyen fazla sayıda kadın bulursunuz. Onların kabiliyetlerinin üzerinden erkekler yükselmiştir. Çok taraflı bir giriş oldu biliyorum. Ama tarafsız olmayacağım şu an. Unutturulan kadınların gezegeni gibi bu gezegen.
Sister Rosetta Tharpe 1915’te Arkansas eyaletinin Cotton Plant kasabasında Rosetta Nubin adıyla doğdu. Annesi Katie Bell, Church of God in Christ adlı Pentekostal kiliseye bağlı bir vaizdi; aynı zamanda tamburin ve gitar çalar, vaaz aralarında şarkı söylerdi. Küçük Rosetta da daha dört yaşındayken gitar çalıp şarkı söylemeye başlamıştı. Altı yaşına geldiğinde annesiyle birlikte güney eyaletlerinde yapılan dini müzik turnelerine katılıyor, kiliselerde coşkulu kalabalıkların önünde sahne alıyordu. O dönem Holiness/Pentekostal ibadetlerinde müzik çok önemliydi; kadınlar da aktif rol alabiliyordu. Bu ortam, Tharpe’ın sahne özgüvenini, doğaçlama yeteneğini ve ileride rock’n’roll’a dönüşecek ritmik anlayışını şekillendirdi.

1920’lerde Chicago’ya taşındılar. Şehrin göçle büyüyen siyah toplumu içinde Rosetta, hem kilise konserlerinde hem yerel müzik kulüplerinde fark edilmeye başladı. 1938’de New York’a geldiğinde dönemin caz ve swing ortamı zirvedeydi. Cab Calloway’in yönettiği Cotton Club’da sahne aldı, ardından Decca Records’la anlaşarak “Rock Me”, “That’s All”, “My Man and I” ve “The Lonesome Road” gibi ilk kayıtlarını yaptı. Aynı yıl John Hammond’ın düzenlediği “From Spirituals to Swing” konserinde Carnegie Hall sahnesine çıktı. Bu konser, siyah müziğin ilk kez böyle prestijli bir ortamda sunulması bakımından tarihî bir andı.
Tharpe’ın müziği hem kiliseye hem gece kulübüne aitti. Gospel sözleri swing ritimleriyle birleşiyor, gitarındaki keskin ataklar ve güçlü sesi dinleyiciyi büyülüyordu. Dönemin bazı muhafazakâr kilise çevreleri onu “kutsalı dünyevileştirmekle” suçlasa da o sınırları aşmaktan vazgeçmedi. 1940’ların başında Lucky Millinder orkestrasıyla turneye çıktı; büyük salonlarda çaldı, radyolarda yayınlandı.
1944’te piyano eşlikçisi Sammy Price’la kaydettiği “Strange Things Happening Every Day” şarkısı, Billboard’un R&B listesinde üst sıralara yükseldi. Bu, bir gospel şarkısının popüler listelere girdiği ilk örnekti ve müzik tarihçileri tarafından çoğu kez “ilk rock’n’roll kaydı” olarak anıldı. Gitar tonu, bugünün distortion efektine yakın bir doygunluk taşıyordu.
1946’da genç şarkıcı Marie Knight’ı keşfetti. İkili “Up Above My Head” ve “Didn’t It Rain” gibi şarkılarla büyük başarı kazandı. İkilinin sahne enerjisi benzersizdi; Rosetta gitarıyla konuşuyor, Marie karşılık veriyor, seyirciye call-and-response yaptırıyorlardı. Bu dinamik etkileşim, sonraki on yılda rock konserlerinin kalıbını belirleyecekti.

1951’de menajeri Russell Morrison’la evlendi. Düğün, Washington DC’deki Griffith Stadium’da on binlerce kişinin önünde gerçekleşti. Biletli bir “gospel düğünü konseri” fikri o kadar sıra dışıydı ki, etkinlik plak olarak da yayımlandı. Bu olay, Tharpe’ın hem müzik hem sahne performansı açısından döneminin en büyük yıldızlarından biri olduğunu gösteriyordu.
1950’lerin sonunda Avrupa’nın ilgisini üstüne çekmişti. 7 Mayıs 1964’te Manchester’daki terk edilmiş bir tren istasyonunda çekilen “Blues and Gospel Train” adlı televizyon programında “Didn’t It Rain” performansıyla hafızalara kazındı. Yağmur altında beyaz gitarıyla söylediği o an, İngiliz rock kuşağı için ilham kaynağıydı. Eric Clapton, Jeff Beck ve Keith Richards gibi isimler daha sonra onun çalım tarzını model aldıklarını söylediler. Didn't it rain'i aşağıdaki linkten dinlemenizi öneririm. İnsanın içine akıyor enerjisi...
Tharpe, sahnede genellikle beyaz bir Gibson SG/Les Paul Custom gitar kullanırdı. Agresif pençe vuruşları, ritmik kaymalar, çift sesli lick’ler ve doğaçlamalarıyla ilk “gitar kahramanlarından” biri sayılır. Kadın olmasının ötesinde, gitarı ön plana çıkaran ilk büyük Afro-Amerikan müzisyenlerden biriydi.
Kişisel hayatında üç evlilik yaptı; genç yaşta bir vaizle evlenmiş, soyadını oradan almıştı. Marie Knight’la yakınlığı yalnızca müzikal değil, duygusal olarak da yorumlandı. Tharpe, sahne dışında da kendisini sınırlayan toplumsal kalıplara meydan okuyan bir kadındı.
1970’te felç geçirdi; diyabet nedeniyle bir bacağı kesildi. Buna rağmen sahneye dönmeye çalıştı, ancak sağlığı giderek kötüleşti. 9 Ekim 1973’te Philadelphia’da ikinci bir inme sonucu hayatını kaybetti. Yıllarca mezarı işaretsiz kaldı; 2008’de hayranları tarafından bir anıt taşı dikildi.
Ölümünden yıllar sonra Elvis Presley, Johnny Cash, Little Richard ve Chuck Berry gibi isimlerin ondan etkilendikleri ortaya çıktı. Bugün “rock’n’roll’un vaftiz annesi” olarak anılması boşuna değildir. 2018’de Rock & Roll Hall of Fame tarafından “Erken Etki” kategorisinde onurlandırıldı. BBC ve PBS’in yaptığı belgeseller, onun hikâyesini yeni kuşaklara tanıttı. Şimdi diyeceksin ki hangi yeni kuşaklar? Ben de bilmiyorum... Etrafımda Rosetta ismini bilen kimse yok... Demek ki bazı kuşakları diğerlerine anlatmamış.
Sister Rosetta Tharpe’ın müziği, kutsal ile dünyevinin buluştuğu, özgürlüğün sesiyle yankılanan bir geçit gibiydi. Ne kilise onu sahiplenebildi, ne endüstri tamamen sindirebildi. Ama gitarının sesi, tüm sınırları aştı ve bugün bile rock’ın temel taşlarından biri olarak çalmaya devam ediyor.