Yamuksun ama Olsun!

Bu yazı, Nietzsche'yi story'de ağlatanlara değil; kendi yamuk fikrini utanmadan ortaya koyanlara.
Kendine sormayı hiç denedin mi: “Ben bugün ne ürettim?” Hani "Bugün Allah için ne yaptın?" gibi... Bugün kafatasının içinde duran o eşsiz hazine ile ne yaptın?
Bir fikir mi? Bir cümle mi? Bir çizik mi? Bir şeyi fark ettin mi?
Yoksa sadece... bir paylaşım mı? Belki dedikodu, belki yakınma, belki şikayet... Ne üretiyorsun sen? Hiçbir şey üretmeyen ve sürekli başkasının ürettiklerini tüketen azılı bir yok edici mi? Çünkü tüketmek, sonunda bir şey çıkarmıyorsa... aslında yok etmek değil mi bu? Her şeyin içinde tükendiği bir çöp kutusu musun yoksa geri dönüşüm kutusu mu? Yoksa kuyu bile değil misin her şey yanından geçip gidiyor mu?
Her gün yüzlerce içerik akıyor ekranımızdan.
Kim ne demiş, hangi aforizma daha çok beğeni almış, kim hangi sözü hangi fotoğrafın altına iliştirmiş...
Videolar... uzun videolar… yetmedi, kısa videolar…
En kısa videoyu yapanın tahta oturduğu bir dünya.
“Çabuk tüket” diye beynin artık TikTok gibi çalışıyor. Ya da YouTube Shorts gibi...
Dikkatin 3 saniyeye indirildi, çünkü seni 4. saniyede düşünmeye bırakmak istemiyorlar.
Ve evet, bir zamanlar 3 saniyeden ileri gidebilen bir beynin vardı — ama onu algoritmaya bozdurdun, para üstü bile vermediler.
Öğrenmek mi? Derinleşmek mi?
Artık sabrın yok, vaktin yok, zihnin yok.
Peki çok mu işin var? Hayır. Ama yine de zamanın yok.
Çünkü zihnin, 15 saniyelik story’lerle çalışan bir mikrodalga oldu.
Isınıyor, ötüyor, çöküyor.
Timeline’ında bir musluk boşa akıyor.
Ve sen bu suyu içmiyorsun, sadece izliyorsun.Bir şeyleri beğeniyorsun, paylaşıyorsun, gösteriyorsun, bir şey yazıyorsun belki...
Ama kimin bunlar? Senin mi? Yoksa dijital çağın içinde yolunu mu kaybediyorsun ve çağ gerçekten dijital mi?
Fikir üretmiyoruz, fikir repost’luyoruz.
Zihinsel faaliyet değil bu; bu, optik illüzyon.
Kısa süreli hayat mottosu kiralıyoruz. Yaklaşık 1 dakika kadar — üstelik bedava.
Her gün bunu yapıyoruz. Arka arkaya. Durmadan.
Yeni nesil bir "kendine iyi bak" kültürü: Kimin cümlesi olduğunun önemi yok, yeter ki estetik dursun.
Bu, bir çeşit dijital sahtekârlık.
Düşünmüyorsun, sadece poz veriyorsun.
Hayatlara sıfır katkı. Ama Nietzsche story’e konu oluyor.
Oysa o adam, o cümleyi kurana dek bir ömür harcadı, bir sinir krizi geçirdi, sonra da sustu zaten.
Sen ise onu “sessize almadığın” için kullanıyorsun.
Kanka, Nietzsche yukarıdan bakıp “ben bunun için yazmamıştım” diyordur muhtemelen.
Ama biz onu duyamayız çünkü kulaklıkta Reels çalıyor.
Kaç bin kemik sızlattık, bilmiyorum... Ama düşünce tarihini kesin like manyağı yaptık.
Artık üretmek, sadece bir şey yaratmakla sınırlı değil. Düşünmek bile başlı başına üretim... Bir düşünceyi yaratmak heyecan verici olmaz mıydı? Kendi aklımızın kıyısına bile ulaşamadığımız bu zamanda nasıl olacak da başkalarının emrine girmiş zihinlerimize söz geçireceğiz. Aşılarla çip mi takacaklardı bize, sonra kontrol etmek için... Ne gerek var? Zaten kontrol ediyor... Sen artık "önce çıkanların, çok like alanların, bot tarlalarının, keşfete düşenlerin" kontrolündesin zaten. Düşünce, hazır paketlenmiş olarak geliyor: güzel bir fontla, filtrelenmiş bir arka planla, alıntılanmış bir “bilgelik”le.
Üretmek için mükemmel olmak mı gerekiyor?
Hayır. Mükemmel olmak gerekmez.
Herkesten daha iyi olman da şart değil.
Ama bir iz bırakmak… fena olmazdı.
Bir “ben vardım” izi.
Tüm dünyanın görmesine gerek yok.
3-5 arkadaş, belki senden ilham alacak küçük bir çocuk…
Belki çaresiz bir kadın…
Belki düşünmeyi hayatında hiç denememiş bir adam...
Adını altın harflerle bir yerlere kazıman gerekmiyor.
Zaten o altın harflerin çoğu sahte altın artık.
Belki de tanınmamaktır işin sırrı.
Belki de kendi kendine oyun oynamaktır.
Ve o oyundan en çok senin keyif almandır.
Bir çocuk oyun oynarken bile üretir.
Kuralları kendi koyar. Dünyayı yeniden tasarlar.
Ama biz büyüdükçe üretmenin anlamını…
Devasa makinelerle, büyük projelerle, patentli icatlarla sınırlıyoruz.
Ve böylece üretici değil, seyirci oluyoruz.
Eylemden uzak, ekranın karşısında alkışlayan kalabalık.
Sahneye çıkamayan ama sahne ışığına hayran kalabalık.
Çivi bile üretemediği için, önüne gelen her şeyi tüketen kalabalık...
Geriye sadece gürültü kalıyor.
Ve bol bol like, bol alkış, bol sorun...
Ya da şöyle soralım: Ben kimim?
Hangi düşüncemle varım?
Var mıyım ulan ben?
Zira artık düşünmüyorum da... o halde yok olup gittim mi, kendimi var sanırken?
Yoksa sadece birilerinin düşük çözünürlüklü kopyası mıyım?
Eğer öyleysem, zaten çoktan silindim demektir.
İnsan, kendi kelimesini bulsa fena olmazdı...
Mükemmel olmayacak.
Belki çok beğenilmeyecek.
Belki de sırf bir şey söyledin diye kızacaklar, azarlayacaklar, bloklayacaklar...
Ama o cümle, sana ait olacak.
Ve işte her şey orada başlıyor:
Kendine ait bir fikirle.
Bir üretimle.
Üretmedikçe çözemez insan. Üretmedikçe düzeltemez.
"Hey ahali! Siz beğenmeseniz de ben bunu yapıyorum!"
İşte o özgürlük anı.
Bugün, küçük de olsa bir şey üret.
Bir fikir, bir ses, bir çizgi, bir çözüm.
Başkalarının değil, senin zihninden çıkmış bir şey.
Yavaş olabilir. Eksik olabilir. Yamuk, berbat, absürd olabilir.
Ama senin.
İnsanlık, daima bu yamuk düşüncelerle ilerledi.
Tekerlek de yamuktu ilk çıktığında.
Demokrasi fikri de.
Caz da öyle.
Ve evet — çiğ börek de.
Yani herkesin yamuk fikrini duymaya ihtiyacımız var.
Çünkü tüketmek kolay.
Ama üretmek...
Seni sen yapar.