Anomi : Story seyretmeyi bırak!

Anomi : Story seyretmeyi bırak!

Emile Durkheim, 19. yüzyılın sonlarında sosyolojiyi bağımsız bir bilim dalı haline getirmeye çalışan öncülerden biriydi. Onun için toplum, bireylerin rastlantısal toplamı değil, bireylerin üzerinde etkili olan, onları şekillendiren bir bütündü. Bu yaklaşım, özellikle 1897’de yayımladığı Le Suicide (İntihar) adlı eserinde somutlaştı. Durkheim, intiharı bireysel bir tercih değil, toplumsal bir olgu olarak ele aldı. Bu çalışmasında ortaya koyduğu “anomi” kavramı, modern toplumların içsel hastalığını anlamak için bugün bile eşsiz bir çerçeve sunar.

Durkheim’a göre anomi, kelime kökeniyle “normsuzluk” anlamına gelir. Toplumun bireylerin davranışlarını yönlendiren değer ve kurallar sisteminin zayıfladığı, bireylerin neye inanacağını, neye yönelmesi gerektiğini bilemediği bir durumu ifade eder. Bu, ahlaki ve sosyal düzenin gevşediği, bireyin hedefleriyle toplumun sunduğu imkânlar arasında bir uyumsuzluğun oluştuğu andır.

Modern kapitalist düzen, hızlı ekonomik dalgalanmalar, toplumsal mobilitenin artması ve dini bağların çözülmesiyle birlikte, bireyi anlam ve aidiyet eksikliğine sürükler.

Durkheim, sanayi devriminin ardından ortaya çıkan ekonomik krizlerin ve sınıf farklılıklarının, yalnızca ekonomik değil, psikolojik bir kriz yarattığını söyler. Birey artık “nerede duracağını” bilememekte, arzularının sınırı kalmamaktadır. Bu sınırsızlık, mutluluk değil, kaos getirir. Çünkü insan, doğası gereği sınırlara, istikrara ve aidiyete ihtiyaç duyar. Kuralların belirsizleştiği toplumda birey, içsel bir boşluğa düşer. İşte bu boşluk —anomi— bireyin ruhsal istikrarını bozar, yaşam amacını bulanıklaştırır ve intihar eğilimini artırır.

Durkheim’ın en çarpıcı bulgularından biri, ekonomik kriz dönemlerinde intihar oranlarının artmasıyla refah dönemlerinde artması arasındaki paradokstur. Çünkü her iki durumda da birey, toplumsal normların ani değişimiyle karşı karşıyadır. Kriz döneminde yoksulluk, refah döneminde ise ölçüsüz arzular, bireyin ruhsal dengesini bozar. Dolayısıyla anomi yalnızca yoksulluğun değil, aşırı zenginliğin de ürünüdür. Toplumun birey üzerindeki yönlendirici gücü zayıfladığında, birey “sınırsız özgürlüğün hapishanesinde” yaşamaya başlar.

Durkheim intiharı dört tipe ayırır: bencil (egoistik), özgecil (altruistik), anomik ve fatalistik intihar. Anomik intihar, bireyin normatif düzenin çökmesiyle yaşadığı yönsüzlüğün sonucudur. Bu tür intihar, özellikle modern endüstri toplumlarında görülür; çünkü burada birey, başarı, statü ve tüketim baskısı altında sürekli yeni hedefler edinmek zorundadır. Toplumun artık bir anlam kaynağı olmaktan çıkması, bireyi kendi içinde amaçsız bir varlığa dönüştürür.

Durkheim’ın çağında anomi, fabrika bacaları, işsizlik, kentleşme ve aile yapısının çözülmesiyle ilişkiliydi. Bugünse aynı kavram, dijital çağın görünmez ağlarında yeniden beliriyor. Sosyal medyanın sahte başarı kültürü, sürekli kıyaslama, hız, geçicilik ve “görülme” arzusu, modern bireyin yeni anomik zeminidir. Kimliklerin ve değerlerin akışkanlaştığı bir çağda insanlar, tıpkı 19. yüzyılın işçileri gibi, neye inanacaklarını bilemez hale gelmiştir. Kitle iletişimi, birleştirmek yerine atomize eder; birey, milyonlarca kişiyle bağlantıdayken, hiç olmadığı kadar yalnızlaşır.

Durkheim’ın teorisinin bugüne uzanan tarafı da tam budur: anomi, yalnızca normların yıkımı değil, anlamın yitimidir. İnsan kendini bir amaç içinde konumlandıramazsa, kendi varlığıyla bile ilişki kurmakta zorlanır. Bu anlamda Durkheim’ın “intihar”ı, yalnızca fiziksel bir eylem değil, ruhsal bir kopuşun sembolüdür. Modern birey, artık Tanrı’ya değil, algoritmaya, topluma değil, beğeni sayısına bağlıdır. Bu bağ, ahlaki değil sayısaldır; ruhu değil, istatistiği besler.

Bugünün dünyasında anomi, devletin ve toplumsal kurumların zayıfladığı her yerde kendini gösteriyor. Ekonomik belirsizlik, siyasi kutuplaşma, işsizlik, sosyal medya bağımlılığı, bireyin yaşamında Durkheim’ın öngördüğü o “boşluk duygusu”nu yeniden üretiyor. Artık hiçbir kurum bireye “neden yaşaması gerektiğini” anlatmıyor. Aile, din, cemiyet, hatta ideoloji —hepsi kendi meşruiyetini yitirmiş durumda. Geriye sadece bireyin sınır tanımaz arzuları kalıyor.

Durkheim’ın “anomi” kavramı, modern toplumun görünmez hastalığını teşhis etmişti; bugün ise o hastalık küresel bir salgın haline gelmiş durumda. Ekonomik refahın artması, teknolojik ilerleme ve sosyal medya “bağlantısı”, anlam eksikliğini gideremiyor. İnsanlar hâlâ, hatta belki hiç olmadığı kadar, “neden yaşadıklarını” bilmiyor.

Durkheim’ın vardığı sonuç hâlâ geçerliliğini korur: toplum birey için bir pusuladır; o pusula kaybolduğunda yönünü kaybeden birey, yaşamın anlamını da kaybeder. Anomi, işte bu yönsüzlüğün adı olmaya devam ediyor.

Şimdi Instagram çağının insanına bakalım.

Bugünün bireyi, Durkheim’ın tarif ettiği o “amaçsızlık” hâlini artık ceket gibi üzerinde taşıyor. Modern insan, görünüşte her şeye sahip ama içsel olarak tamamen çıplak. Kuralın yerini algoritma, toplumsal onayın yerini “like” sayısı almış durumda. Artık neye inanılacağı, hangi değerlere bağlanılacağı ya da kimin “başarılı” sayılacağı, görünmez bir yapay zekâ tarafından belirleniyor. Durkheim’ın “toplumsal normların çözülmesi” dediği şey, burada akıp giden bir ekrana indirgenmiş durumda... İnsanların anlamı bulacak değil, olanı anlayacak vakti de yok.

Instagram çağında insan, sürekli görünür olma zorunluluğuyla yaşayan bir varlığa dönüştü. Bu, klasik anominin dijital versiyonu: her şey ölçülüyor ama hiçbir şey anlam taşımıyor. Birey kendi benliğini dışarıya kiralıyor; fotoğraflarını, fikirlerini, duygularını paylaşarak bir “ben” inşa ediyor ama o “ben” sürekli güncellenmesi gereken bir uygulamaya dönüşüyor. Durkheim’ın normlardan yoksun bireyi, artık “trendlerden yoksun kalma korkusu”yla yaşıyor. Trendlerle kol kola girmediğinde o görünmez yapay zeka seni beğenmiyor ya da parayı bastırmadığında...

İronik biçimde, sosyal medya “bağlantı”yı vaat ederken, insanı kendi yankı odasında hapsediyor. Toplumun yerini takipçi kitlesi, anlamın yerini estetik onay alıyor. Her gün yüz binlerce insan, başkalarının hayatlarına bakarak kendi yaşamını ölçüyor; ancak bu ölçü hiçbir zaman doyuma ulaşmıyor. Çünkü anomi, tam da sınırın olmadığı yerde büyür. Ve bu sınırsızlık iyi, güzel, doğru bir şey gördüğünde insanı onu parçalamasını sağlayacak kadar kötücül duygular içinde bırakıyor.

Durkheim yaşasaydı muhtemelen şu soruyu sorardı: “İntihar artık fiziksel değil, dijital bir eylem mi oldu?” Bugünün intiharı, varlığın değil kimliğin silinmesidir. İnsan kendini öldürmüyor; profilini siliyor, kendini unutmaya bırakıyor. Bu yeni çağın “anomik intiharı”, yaşamın içindeyken yaşamı bırakmak anlamına geliyor.

Instagram çağının bireyi için gerçeklik katlanılmaz hale gelmiş durumda. Herkes birbirine “özgün ol” diyor ama özgünlüğün bile algoritmik bir biçimi var. Gerçek özgünlerin yaşamasına olanak tanımayan çürümüş bir zihin gibi... Birey, neyin samimi, neyin sahte olduğunu ayırt edemediği bir “sonsuz kaydırma” içinde savruluyor. Artık kimse “neden yaşadığını” değil, “neden görünmediğini” sorguluyor. Kaya kaya önüne "Takipçin mi az?" diye soran bir reklam düşüyor. Belki de iyi ki az, çünkü çoğaldıkça parçalamaya da geliyor olabilirler.

Durkheim’ın anomisi, modern bireyin değer boşluğunu açıklıyordu; Instagram anomisi, bu boşluğun pazarlanabilir hale geldiğini gösteriyor. Toplumsal amaçsızlık artık bireysel bir kimlik stratejisine dönüştü: “Hiçbir şeye inanmıyorum ama iyi görünüyorum.” Ve belki de tarihin en trajikomik tarafı şu: anomiden kaçmak için girilen dijital dünyalar, insanı anominin merkezine geri fırlatıyor.

Durkheim, bir yüzyıl önce toplumun anlam sistemleri çökerse bireyin de çökeceğini söylemişti. Şimdi birey hâlâ ayakta ama içi boş. Çünkü toplumun yerini beğeni sayısı, ahlakın yerini trend, dayanışmanın yerini algoritmik görünürlük aldı. Ve bütün bunların ortasında, insan hâlâ aynı soruyu fısıldıyor: “Neden?”

Cevap: Story seyretmeyi bırak... İlk önce onu bırak.

Durkheim, É. (1897/1951). Suicide: A Study in Sociology. Glencoe, IL: Free Press.
Giddens, A. (1972). Emile Durkheim: Selected Writings. Cambridge University Press.
Merton, R. K. (1938). Social Structure and Anomie. American Sociological Review, 3(5), 672–682.
Bauman, Z. (2000). Liquid Modernity. Polity Press.
Honneth, A. (1995). The Struggle for Recognition: The Moral Grammar of Social Conflicts. MIT Press.
Turkle, S. (2011). Alone Together: Why We Expect More from Technology and Less from Each Other. Basic Books.

Read more

Kadınlığın Rengi: Marilyn Monroe ve Sarışınlık Dininin Doğuşu

Kadınlığın Rengi: Marilyn Monroe ve Sarışınlık Dininin Doğuşu

Norma Jeane Mortenson, 1946’da saçlarını platine boyadığında yalnızca kimliğini değil, kadınlığın endüstriyel standardını da yeniden icat etti. Hollywood o anda yeni bir tanrıça yarattı: Marilyn Monroe. O günden itibaren milyonlarca kadın saçlarını sarıya boyarken aslında boyadığı şey saçları değil; kendini toplumsal onay için boyadı. Monroe yalnızca bir aktris değil,

By Daphne Emiroğlu