Çürüyen Asalet: Old Money’nin Ölümü ve Yeni Paranın Cırtlak Marşı

Çürüyen Asalet: Old Money’nin Ölümü ve Yeni Paranın Cırtlak Marşı
Photo by Birmingham Museums Trust on Unsplash

Old money… Kelimeye bakınca, sanki paranın üzerinde antika tozu birikmiş, kasada saklanırken arada bir “ben bu kadar zamandır buradayım, hâlâ harcamadınız mı?” diye homurdanıyormuş gibi bir imaj geliyor insanın aklına. Ama kavramın gerçeği bundan daha incelikli: Old money, “zenginliğin tarihini” anlatır. Servet yeni kazanılmamış, aileden devralınmıştır. Dededen toruna aktarılan bu para, beraberinde bir yaşam biçimi, bir kültür ve “bizden olmayan” hissini de getirir.

Batı’da bu aileler yüzyıllardır var. İngiltere’de aristokratlar, Fransa’da soylular, ABD’de Rockefeller ve Vanderbilt gibi sanayi hanedanları… Onlar sadece para değil, görgü, bağlantı ve görünmez lüksün kodlarını miras bıraktı. Yeni zengin, Rolex’i bilek üstünden göstere göstere takar; old money, onu gömlek manşetinin altında saklar. Çünkü asıl servet, başkasına kanıtlamaya ihtiyaç duymaz.

Ama gel gelelim Türkiye’ye… Bizim old money hikâyemiz, Avrupa’daki gibi “soyluluk ve zarafet” değil; daha çok “tarihi birikimin sistemli şekilde imha edilmesi” olarak geçti kayıtlara.

Türkiye’de Old Money’nin Trajikomik Yok Oluşu

Osmanlı’da old money dediğimiz sınıf, genelde toprak sahipleri, saraya yakın ticaret erbabı ve gayrimüslim bankerlerdi. Yani bugünkü anlamıyla “köklü zenginlik” çoğu kez Türk olmayan ellerdeydi. Cumhuriyet’in kurulmasıyla bu sermaye birikiminin önemli kısmı, ya el değiştirdi ya da yok oldu. Gayrimüslimlerin varlığı 1942 Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları gibi adımlarla iyice törpülendi. Yerlerini alanlar ise “devlet ihalesiyle zenginleşen” yeni zenginlerdi.

Bizim soylularımız, bankada duran servetlerinin faizini harcamak yerine, bir sabah kapılarına gelen memurun “Beyefendi, fabrikanız artık bizim” cümlesiyle uyandı. Böylece Türkiye’de old money’nin kök salma ihtimali doğmadan kurudu.

Amerika’da old money hâlâ güçlü. East Coast’taki aileler, Harvard ve Yale bağışlarıyla torunlarının “bizim çocuk” statüsünü garantiliyor. Fransa’da bazı hanedanlar 18. yüzyıldan beri şarap üretip aynı kalitede satıyor. Torunlar hâlâ aynı şatolarda yaşıyor, aynı soylu av partilerine gidiyor.

Türkiye’de ise örnek saymak zor. Eczacıbaşı, Koç gibi aileler yarı old money sayılabilecek kadar kökleşti. Ama onların hikâyesi bile “yüzyıllardır buradayız” değil; “Cumhuriyet’le birlikte yükseldik” şeklinde.

Eğitim: Old Money’nin Sessiz Silahı

Old money’nin en büyük gücü para değil, eğitim kodlarıdır. Bu aileler, çocuklarının dünyayı sadece gezerek değil, okuyarak, öğrenerek tanımasını sağlar. İngiltere’de Eton, ABD’de Phillips Exeter, Fransa’da Sorbonne; bizde Robert College, Galatasaray Lisesi, Saint Joseph, Saint Benoît gibi okullar bu işin yuvasıdır. Burada öğretilen sadece ders değil, “nasıl yürünür, nasıl konuşulur, nasıl tartışılır” gibi hayat boyu sürecek sosyal sermaye kurallarıdır.

Yeni zenginler ise eğitimi “statü takısı” olarak görür. Çocuğu özel okula verir, ama okulun misyonunu değil, yıl sonu balosunun mekânını sorar. Yabancı dil öğrenmek yerine “çocuğum İngilizce şarkı söylüyor” videosunu Instagram’a koymayı yeterli bulur. Old money’nin Harvard mezunu torunu mütevazı bir kütüphane açarken, yeni zengininki Harvard sweatshirt’ünü düğünün de giyer.

Yeni Paranın Gösterişli Zaferi

Old money sessizdir; yeni para bağırır. Yeni para, alışveriş poşetlerini arabanın kaputuna yayar, “hediye gibi” poz verir. Yeni para, 3 ay önce tanıştığı golf sporunu hayatının anlamı ilan eder. Altın varaklı banyosunun fotoğrafını çekip “zarafet budur” diye paylaşır. Markaların logosunu göstermeden görünmek istemez.

Ve en önemlisi: Yeni para, devletin gözüne girerek değil, devletin cebine girerek zenginleşir. 2000’lerden sonra bu sınıf yükseldi; eski zenginliğin sahip olduğu zarif vitrayları yıkıp yerine neon tabela astı. Eskiden holding patronlarının villaları Boğaz sırtlarında sessizce ağaçların arasında kaybolurdu; bugün yeni zenginlik site girişine altın aslan heykeli koyup “biz buradayız” diye bağırıyor.

Sanata Bakış: Miras ile PR Arasındaki Uçurum

Old money sanatı bir yatırım, bir sorumluluk ve bir kimlik olarak görür. Londra’daki bir old money ailesi 200 yıldır Rembrandt tablosunu korur, Paris’teki şarap üreticisi bağını UNESCO mirası ilan ettirir, Türkiye’deki yarı old money aileleri bile müze kurar, opera destekler, tiyatroya sponsor olur.

Yeni para ise sanatı vitrin süsü yapar. Evine heykel alır ama ışıklandırmayı öyle yapar ki, mermerin gölgesi duvarda Darth Vader’a benzer. Tablo alır ama “renkleri koltuk takımıyla uyumlu” diye seçer. Sanata sponsor olur ama tek amacı ödül gecesinde kırmızı halıda yürümektir. Hatta en yenisi: “Sanat koleksiyonum” diye NFT ekranını gösterenler… Bir de elbisesini sanat eserini sananlar var. Ne kadar güzel de sonradan görüyorsunuz mirim?

Old Money’nin Yok Edilmesinin Bedeli

Old money sadece para değil; kurumsal hafıza ve uzun vadeli vizyon demektir. “Bu arsayı satmayalım, 50 yıl sonra değerlenecek” diyebilecek sabır… Türkiye’de bu tip sermaye yok edildiğinde, yerine gelenler “ihaleyi aldım, hemen bozdur” mantığıyla hareket etti. Sonuç: Üretim yerine rant ekonomisi, uzun vadeli yatırım yerine günü kurtaran hamleler.

Old money’nin yok olması, kültürel hafızanın da yok olması demekti. Bu yüzden bugün Türkiye’de sanat kurumları, eğitim bursları, kültürel miras projeleri ya devlet propagandasına ya da magazin sayfalarına endeksli.

Biz Old Money’yi Hiç Sevmedik

Türkiye’de old money’ye halk hep mesafeli oldu. “Zengin” kavramı, halkın gözünde “asalak” olarak kodlandı. Oysa Batı’da old money, burslar, restorasyon projeleri, kültürel etkinliklerle meşruiyet kazanır. Bizde ise “servetini koruyan” herkes bir noktada “vatan haini” yaftası yedi.

Sonuç: Old money’den kurtulduk ama yerine daha etik bir sermaye sınıfı koymadık. Onun yerine, “paranın geldiği yerin pek sorgulanmadığı” ama harcanma şeklinin magazin sayfalarında yer aldığı bir zenginlik kültürü ürettik: "Biz Anadolu çocuğuyuz" derken dar paçalı pantolonuyla bacak bacak üstüne atıp altın varaklı vites kolunu değiştiren biri işte... Anadolu bile şaşkın.

Bugün Türkiye’de gerçek anlamda old money aileleri çok az. Kalanlar siyasetten uzak, göz önünde olmayan, uluslararası yatırımlarla varlığını sürdüren yapılar. Adlarını medyada duymayız; çünkü görünürlük bu coğrafyada servet için risk demektir.

Geriye kalan “yarı old money”ler ise halk gözünde yeni zenginlerle aynı kefeye konuyor. Artık kimse soy ağacınızın hangi yüzyıla uzandığını umursamıyor; tek kriter, “kaç takipçin var?” oluyor.

Old money’nin yok olması, sadece ekonomik değil, estetik bir kayıptı. Lüksün sessizliği gürültüye, mirasın sorumluluğu “hemen nakde çevir” refleksine dönüştü. Türkiye, köklü sermaye sınıfını yok ederek, aslında kendi uzun vadeli istikrarını da feda etti. Elimizde yeni paracı sonradan görmeler kaldı.

Ve en ironik olanı: Bugün hâlâ “bizim old money’miz yok” diye yakınanların çoğu, o sınıfı yok eden siyasetçilere oy verdi. Ve ülkede sadece paranın değil, hafızanın da miras bırakılması mümkün olmadı.

Read more

Tanrı Tarihi #30 - Quakerların Doğuşu ve Mirası

Tanrı Tarihi #30 - Quakerların Doğuşu ve Mirası

Onyedinci yüzyıl İngiltere’sinin siyasal, dini ve toplumsal çalkantıları arasında ortaya çıkan Quaker hareketi ya da kendi tercih ettikleri isimle “Dostlar Cemaati”, Avrupa’nın din tarihinde alışılmadık bir sayfa açtı. George Fox’un genç yaşta yaşadığı dinsel arayışlardan doğan bu hareket, Hıristiyanlığın kurumsallaşmış yapılarına, unvanlara, merasimlere, hiyerarşik otoriteye ve kilise

By Daphne Emiroğlu
Tanrı Tarihi #29 - Canavarın Kellesi: Din, Entrika ve Ortaçağ Mizahı

Tanrı Tarihi #29 - Canavarın Kellesi: Din, Entrika ve Ortaçağ Mizahı

Ortaçağ Avrupa’sında kraliçe olmanın bedeli, bugünün magazin dünyasında Instagram fenomeni olmanın bin kat üstüydü; çünkü “unfollow” yoktu, doğrudan kafanı gövdenden ayırıyorlardı. İskoçya Kraliçesi Mary Stuart’ın hikâyesi de bunun en kanlı, en absürt ve en kara mizah malzemesi bol örneklerinden biri. Mary, 1542’de doğar doğmaz babasını kaybetti, yani

By Daphne Emiroğlu