Erkekliğe Sansür, Kadına Mikrofon: El Saadawi

Erkekliğe Sansür, Kadına Mikrofon: El Saadawi

Nawal El Saadawi (1931–2021), yalnızca bir yazar değil, aynı zamanda Arap dünyasında kadın hakları mücadelesinin öncü figürlerinden biri, bir hekim, bir entelektüel ve bir muhalifti. Onun yaşamı, bir insanın bireysel cesaretiyle kurulu iktidar yapıları arasındaki çatışmanın somut örneklerinden biridir. Mısır’ın patriyarkal, otoriter ve dini kuralların gölgesindeki toplumunda yetişen El Saadawi, hem mesleki hem de edebi üretimiyle geleneksel cinsiyet rollerine, İslam yorumlarının kadın üzerindeki baskısına ve devletin kadın bedeni üzerindeki kontrolüne karşı mücadele etti.

“Benim hayatım, kadın olarak doğmanın bir ceza olduğu bir toplumda, hayatta kalmanın hikâyesidir.”

Bu hikâye, sadece hayatta kalmakla ilgili değildi; aynı zamanda hayatta kalanların konuşabilmesiyle ilgiliydi. Erkek egemen sistem, kadınları susturdukça "huzur" bulduğunu sanarken, El Saadawi o huzuru mahvetmekten hiç çekinmedi. Onun kalemi, "Kadın susarsa erkeklik bozulmaz" efsanesini dakikalar içinde çökerten bir siren gibiydi.

Kahire Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olan El Saadawi, kadın hastalıkları ve psikiyatri alanlarında çalıştı. Doktorluğu boyunca tanık olduğu binlerce vaka, onun yazılarına derin bir empati ve gözleme dayalı gerçekçilik kattı. Özellikle kadın sünneti (genital mutilasyon), çocuk yaşta evlilikler, zorla evlilikler ve aile içi şiddet gibi konular onun hem tıbbi hem de edebi gündeminin merkezinde yer aldı.

“Doktor oldum ama kadınların bedenlerini iyileştirmek, ruhlarını özgürleştirmeye yetmiyordu. Yazmak zorundaydım. Çünkü onların acısı sadece tıbbi değil, toplumsaldı.”
“Altı yaşındaydım. Bıçak indi. Ne annem ağladı ne ben. Çünkü bize bunun kutsal olduğu öğretildi.”

Kadın bedenine "namus" tabelası asıp, tabelanın yerini erkeklerin keyfine göre değiştiren bir toplumda, El Saadawi tıbbı da, edebiyatı da bir neşter gibi kullandı. Çocuk yaşta sünnet edilen bir kız çocuğunun büyüyüp o uygulamayı sorgulayan binlerce kadına ilham olması, patriyarkanın tüm ‘koruyucu kasklarını’ tuzla buz etti. El Saadawi hem bedeni tedavi etti, hem de ruhu. Hem sezeryan yaptı, hem devrim.

1969 yılında yayımladığı Kadın ve Seks (Women and Sex) kitabı Mısır’da sansüre uğradı ve onu Sağlık Bakanlığı’ndaki görevinden etti. 1981’de Enver Sedat rejimi tarafından tutuklandı. Hapishane günlerini Kadınlar Koğuşu (Memoirs from the Women’s Prison) adlı eserde belgeledi. Bu kitap, yalnızca bir mahkûmun değil, kadınların bastırılan seslerinin ve devletin eril kontrolünün edebi bir ifadesidir.

“Yazmak, hapsedilemeyen bir eylemdir. Hücre duvarlarına çarpa çarpa bile olsa bir yol bulur kendine.”
“Yazmadığım zaman deliriyorum. Yazmak, benim hayatta kalma biçimim.”

Erkek egemen iktidar, yazan kadını görünce alerji geçiriyor. Kalem kadın elindeyse, sistem kaşıntıdan çatlıyor. El Saadawi’nin hücrede tuvalet kâğıdına yazacak kadar ısrarcı olması, sadece edebiyat değil, canlı canlı yapılan bir sistem teşrihiydi. Erkeklerin yazısı "fikir" sayılırken, kadın yazınca "fitne" diye fişlenmesinin üstünü çizdi. Kelime kelime kazıdı o duvarları. Ve başardı: Duvardaki çatlaklardan kadınların sesi sızmaya başladı.

El Saadawi, dinin erkek egemen yorumu ile devletin baskıcı işleyişi arasında kurulan simbiyotik ilişkiyi sık sık eleştiriyordu. Ona göre “Tanrı erkektir” cümlesi, hem dilsel hem de yapısal olarak kadınların özneliğini dışlayan bir dünya düzeninin özeti gibiydi.

“Tanrı, erkeğin suretinde yaratıldı. Ve kadın, onun günahının bedelini ödüyor.”
“Ben dine değil, dinin erkekler tarafından nasıl yorumlandığına karşıyım. Eğer Tanrı adaletliyse, kadınların bu kadar acı çekmesine nasıl göz yumar?”

Patriyarka, dinin maskesini takıp "şeri delikanlı" pozuna girmişti. El Saadawi geldi, maskeyi dümdüz indirdi. Dedi ki: Tanrı’yı kendinize benzeterek kadınları susturamazsınız. Kadınların acısı kader değil, sizin planlı cehaletiniz. Erkeklerin dualarıyla beslenen bir din yorumu varsa, El Saadawi o duayı iade etti — üzerine not düşerek: "Yanlış adres."

Hayatı boyunca Mısır’da birçok kez sansüre uğrayan, tehdit edilen ve işsiz bırakılan El Saadawi, belli dönemlerde sürgünde yaşadı. Ancak sürgün onun sesini kısmak yerine büyüttü. Batı’daki feminist çevrelerle kurduğu ilişkiler sayesinde, Arap feminizmini uluslararası gündeme taşıdı.

“Ben sürgünde değilim. Nerede yazabiliyorsam orası benim ülkemdir.”
“Batılı kadınlar bizi kurtarmak istiyor ama önce kendi zincirlerini çözmeliler. Erkeklerin değil, sistemin kadınıyım.”

Coğrafyayı değiştirdi, mücadeleyi değil. Erkeklerin kendilerine özgürlük diyerek kurdukları imparatorluklar içinde kadınlar ya figüran ya mahkûm. Ama El Saadawi, o filmde başrolü gasp etti. Ve senaryoyu yeniden yazdı. Batı'nın “biz sizi kurtaralım” edası da ona sökmedi. Çünkü o zaten kendi zincirini tırnaklarıyla parçalamıştı. Özgürlük, onun olduğu yeri yurt yapan şeydi.

El Saadawi’nin çalışmaları, Arap dünyasında kadın hareketinin gelişmesinde etkili olduğu kadar, genç kuşak feminist yazarlar ve aktivistlerin de önünü açtı. Onun eserleri, hem okullarda hem de hapishanelerde, hem akademik çevrelerde hem de sokakta okunmaya devam etti.

“Ben öldükten sonra kitaplarımı yasaklayabilirler, ama fikirlerimi asla.”
“Ben kadın olduğum için cezalandırıldım. Ama yazdığım her cümlede, bu cezanın neden var olduğunu sorgulattım.”

Patriyarka, kadının cesaretini gölgeye benzetir: yok sayınca kaybolacağını sanır. Ama El Saadawi öyle bir gölgeydi ki, geceyi gündüze çevirdi. Onun kitaplarını yasaklayanlar, fikirlerini ağızlarına almaya hâlâ cesaret edemezken; o, bir kadının konuşarak dünyayı nasıl değiştirebileceğini kanıtladı. Erkekler “kadınlar ne ister” diye kitap yazadururken, kadınlar neye ihtiyacı olduğunu El Saadawi’nin satırlarında buldu.

Read more

Tanrı Tarihi #30 - Quakerların Doğuşu ve Mirası

Tanrı Tarihi #30 - Quakerların Doğuşu ve Mirası

Onyedinci yüzyıl İngiltere’sinin siyasal, dini ve toplumsal çalkantıları arasında ortaya çıkan Quaker hareketi ya da kendi tercih ettikleri isimle “Dostlar Cemaati”, Avrupa’nın din tarihinde alışılmadık bir sayfa açtı. George Fox’un genç yaşta yaşadığı dinsel arayışlardan doğan bu hareket, Hıristiyanlığın kurumsallaşmış yapılarına, unvanlara, merasimlere, hiyerarşik otoriteye ve kilise

By Daphne Emiroğlu
Tanrı Tarihi #29 - Canavarın Kellesi: Din, Entrika ve Ortaçağ Mizahı

Tanrı Tarihi #29 - Canavarın Kellesi: Din, Entrika ve Ortaçağ Mizahı

Ortaçağ Avrupa’sında kraliçe olmanın bedeli, bugünün magazin dünyasında Instagram fenomeni olmanın bin kat üstüydü; çünkü “unfollow” yoktu, doğrudan kafanı gövdenden ayırıyorlardı. İskoçya Kraliçesi Mary Stuart’ın hikâyesi de bunun en kanlı, en absürt ve en kara mizah malzemesi bol örneklerinden biri. Mary, 1542’de doğar doğmaz babasını kaybetti, yani

By Daphne Emiroğlu