Felaket Kaydırması ve Sessizlik Sarmalı
Apolitik görünen ya da savaş, yıkım ve kitlesel hak ihlalleri karşısında “sessiz kalan” insanların davranışını sadece bireysel duyarsızlıkla açıklamak kolay ama yetersizdir. Sessizlik hem psikolojik yüklenmelerin, hem medya-ekosisteminin, hem de toplumsal ve siyasal maliyetlerin kesiştiği yerde ortaya çıkar. Bu yüzden aynı sessizlik, birinde tükenmişliğin, diğerinde korkunun, bir başkasında ise bilinçli bir stratejinin sonucu olabilir. O sessizliğin katmanlarını açmaya niyetlendim, umarım hepsini açıp kafamızı karıştırmam. Derdim bu sessizliği anlamlandırmak... Hani Vega'nın şarkısı gibi "Bu sabahların bir anlamı olmalı"
Bu sabah bir umut var içimde...
Gazze örneği dâhil olmak üzere, güncel araştırmaların işaret ettiği mekanizmaları bir araya getirdim. Beğenmeyen ayırsın, tekrar birleştirsin.
İlk katman, haberden kaçınmanın (news avoidance) yükselişi. Bunu ben de yapıyorum. Gündemin içine düştüğümde, kendimi yorgun, umutsuz, perişan ve kızgın hissediyorum. Herkese kızgın oluyorum. Sonra da diyete giriyorum. Başlıklara bakıp kafamı başka tarafa çeviriyorum. Bazen günlerce hiç haber okumuyorum. Geri döndüğümde pek de bir şey değişmemiş oluyor. Reuters Institute’un 2024–2025 bulguları, dünyada “haberleri bazen ya da sık sık kaçınma” oranlarının son yıllarda belirgin biçimde arttığını; insanların başlıca gerekçeleri arasında moral bozucu içerik, aşırı hacim, çaresizlik hissi ve güvensizliği saydıklarını gösteriyor. Bu eğilim özellikle gençler arasında daha güçlü ve “haber bana gelsin” beklentisiyle birleşiyor. Bu tablo, politik pasifliği tek başına açıklamaz ama “bilinçli uzak durma”yı normalleştirerek sessizliğin altyapısını kurar. İşte en korktuğum şey, bıkarak, usanarak, işe yaramaz hissederek sessiz olmak...
İkinci katman, psikolojik yük ve ikincil travma. Grafik savaş görüntülerine ve yıkım videolarına sürekli maruz kalmanın, doğrudan olay yerinde olmasanız bile kaygı, stres belirtileri ve işlevsellikte bozulmayla ilişkili olduğu tekrarlayan çalışmalarla gösterildi. Son iki senedir, her şeye çabuk gözyaşı döker oldum ben. Oysa soğukkanlı biriyimdir. Kolay kolay ağladığım görülmemiştir ama artık gözyaşlarım isyanda... Geçen gün mutlu bir anın videosuna denk geldim, hıçkırarak ağladım. İnsan özlüyor başka insanların mutluluklarını... Gelelim konuya, bu çalışmalarda bahsedilen ilişki döngüsel: Yüksek kaygı daha fazla “doomscrolling”i,(felaket kaydırması- şu ekranı kaydıra kaydıra kendimizi tüketmemiz yani) o da daha yüksek kaygıyı tetikleyebiliyor. Bu nedenle kimi insanlar zihinsel sağlığını korumak için geri çekiliyor; bu geri çekilişin ahlaki bir hükme dönüştürülmeden, bir “baş etme” stratejisi olarak da anlaşılması gerekir. Gazze ve diğer çatışmalar bağlamında, uzmanlar özellikle grafik içeriklerin tehlikesine ve sınır koymanın önemine dikkat çekti. Bu baş etmeyi toksik ilişkinizi bitirmenize benzetebilirsiniz. Toksik ilişkilerin içinde insanların nasıl tükendiğini hatırlayın.
Üçüncü katman, toplumsal ortam ve yaptırım riski. İnsanlar görüşlerinin azınlıkta olduğunu hissettiklerinde susma eğilimine girer; Elisabeth Noelle-Neumann’ın “suskunluk sarmalı” kuramı, kamuoyunun bir “izolasyon korkusu”yla şekillenen normatif baskı olarak nasıl işlediğini anlatır. Bu mekanizma, sosyal çevrede dışlanma, iş/itibar kaybı veya dijital lincin maliyeti arttıkça güçlenir. Dijital medyada algılanan “iklim” de bu sarmalı besler. Evet... Özellikle sosyal medya bu konuda çok etkili... Herkes bir şeyler söylüyor ama gerçekten söylüyor mu yoksa sürüye mi uyuyor? Sosyal medya gibi eylemsizliğin arttığı bir yerde bir şey söylemek gerçekten önemli mi diye de düşünüyor insan... Sonra diyorsun ki "Aaaa benim gibi düşünen de varmış!" İşte bu ikilem arasında geçen bir hayat...
Dördüncü katman, tercih sahteciliği ve çoğulcu cehalet. Timur Kuran’ın gösterdiği gibi insanlar, toplumsal yaptırımlar nedeniyle gerçek kanaatlerini gizleyip kamusal alanda uyumlu bir poz verdiğinde, “herkesin böyle düşündüğü” illüzyonu oluşabilir; özelde paylaşılan kuşkular kamusalda görünmez olduğundan sessizlik kalıcılaşır. Benzer biçimde “çoğulcu cehalet”te, bireyler bir normu özelde reddedip diğerlerinin benimsediğini sanarak uyum gösterir. Bu iki süreç, özellikle kutuplaşmış ve maliyetli konularda sessizliği kurumsallaştırır.
Beşinci katman, “seyirci etkisi” ve kolektif sorumluluk bölünmesi. Darley ve Latané’nin klasik bulguları, çok kişi varsa bireyin müdahale etme olasılığının düştüğünü gösterir. Dijital kalabalıklarda “zaten milyonlar konuşuyor” hissi, bireysel eylem niyetini eritebilir; herkesin payı küçülür, kimsenin sorumluluğu üstlenmediği bir geniş sessizlik doğar.
Altıncı katman, örgütsel ve kurumsal sessizlik. Morrison & Milliken’in tarif ettiği örgütsel sessizlik, güç asimetrileri ve misilleme korkusuyla, bireylerin “yukarıya doğru” konuşmaktan kaçındığı kalıcı bir iklim üretir. İşte bu kendine yorucu zaten... Suya anlat derdini... Sıkıntın mı var, boşluğa konuş! Medyada, akademide, işyerlerinde ya da sivil toplumda bu iklim hâkim olduğunda, Gazze gibi konularda “kurumsal çizgiye” aykırı seslerin kendini geri çekmesi beklenebilir.
Yedinci katman, devlet baskısı, dijital gözetim ve eylem maliyetleri. Siyasal şiddet ve cezalandırma riskini artıran bağlamlarda insanlar daha az konuşur ve daha az sokağa çıkar; baskı ile protesto arasındaki ilişki, katılımın maliyetini yükselten her düzenle birlikte değişir. Literatür, baskının birçok durumda muhalefeti caydırdığını; dijital çağda bu caydırmanın gözetim, hesap kapatma, hedef gösterme gibi yöntemlerle de işlediğini gösteriyor.
Sekizinci katman, medya çerçevelemesi ve anlatı savaşı. Çatışmaların nasıl “çerçevelendiği” kamu algısını ve tepkileri belirgin biçimde etkiler. Gazze özelinde, Batı medyasında tarihsel bağlamın silikleştiği, kaynak asimetrisinin yüksek olduğu ve anlatıların taraflı kurulabildiğini gösteren çalışmalar, kamu duyarlılığının ve tepkinin bu çerçevelerden beslendiğini ortaya koyuyor. Çerçeveler görünür olana ışık tutarken, görünmez olana perde çekebilir; böylece sessizlik, bilgi dengesizliklerinin de ürünü hâline gelir.
Dokuzuncu katman, ahlaki çözülme: Kişiler ve kurumlar, şiddeti/düzensizliği “meşru dava” adına yeniden adlandırdıklarında ya da failin/mağdurun dil oyunlarıyla yerini değiştirdiklerinde vicdani öz denetim devre dışı kalabilir; bu da başkasının acısına mesafe koymayı kolaylaştırır. Bandura’nın “ahlaki çözülme” mekanizmaları (euphemism, sorumluluğun dağılması, karşılaştırmalı meşrulaştırma vb.) bu tür sessizliğin bilişsel altyapısını açıklar.
Onuncu katman, “çıkış/ses/sadakat” gerilimleri. Hirschman’ın çerçevesi bize, insanlar memnuniyetsizlik karşısında ya “ses” çıkarır, ya “çıkış” yapar (çekilir), ya da “sadakat” nedeniyle katlanır; “çıkış”ın kolay olduğu dijital evrende, sessiz çıkış (unfollow, muting, uzak durma) çoğu zaman sesin yerini alır. Bu da kamusal alanda ses verenlerin görece azlığını ve yankı odalarının sertliğini büyütür.
Bu katmanlar birlikte okunduğunda, Gazze’deki yıkım karşısındaki sessizliği üç kaba tipe ayırabiliriz. (1) Koruyucu sessizlik: Aşırı olumsuzluk ve grafik içeriklerden zihinsel sağlığını korumak için geri çekilme; haberle ilişkiyi ritüelleştirme, aralıklı tüketim, sınır koyma. (2) Maliyetli sessizlik: İş, okul, aile ve siyasal bağlamda yaptırım riskinden doğan stratejik susma; “yanlış anlaşılma/fişlenme” korkusu. (3) Kaynaklı sessizlik: Bilgiye erişimde asimetri, çerçeveleme ve güven krizi nedeniyle pozisyon almakta zorlanma. Bu üçü bazen iç içedir; bir birey hem korumacı, hem maliyetli, hem de kaynaklı nedenlerle sessiz kalabilir.
Peki bu tablo normatif olarak ne söyler? Sessizliği homojen bir “ahlaki kusur” olarak damgalamak yerine, bağlamına göre değerlendirmek gerekir. Koruyucu sessizlik kimi durumlarda akılcıdır; ancak kalıcılaşırsa “öğrenilmiş çaresizlik”e dönüşebilir. Maliyetli sessizlik otosansür ve demokrasi kalitesi açısından alarmdır; ifade özgürlüğü ve akademik/kurumsal özerklik zayıfladıkça genişler. Kaynaklı sessizlik ise medya pazarlarının, platform algoritmalarının ve propaganda tekniklerinin yeniden düşünülmesini zorunlu kılar. Bu yüzden çözüm tek bir yerde değil, üç düzeyde aranmalıdır: bireysel baş etme, kurumların sorumlu iletişimi, siyasal ortamın güvenceye alınması. Bunları yazarken kendim bile inanmıyorum ama olsun, yine de yazıyorum.
Birey düzeyinde yapılabilecekler: Grafik içeriklere maruziyeti sınırlamak, “kontrollü haber rutini” (örneğin günde/haftada belirli bir zaman aralığı) oluşturmak, güvenilir ve şeffaf kaynaklara yönelmek, pasif tüketimi küçük eylemlere bağlamak (bağış, yerel dayanışma, temsilcilere yazma vb.). Araştırmalar, güvenilir kaynak algısının travmatik stresle ilişkiyi yumuşatabildiğine işaret ediyor. Böylece haberle ilişki cezalandırıcı bir deneyim olmaktan çıkıp “eyleme dönük bilgi”ye dönüşebilir.
Kurumlar ve medya için dersler: Haber kaçınmasını azaltan yaklaşımlar arasında aşırı olumsuzluğu dengeleyen yapıcı habercilik, çözüme/etkililik ipuçlarına yer verme, kişiselleştirme ile yankı odasını dengeleme ve bildirim yükünü azaltma gibi yöntemler sayılıyor. Özellikle savaş ve soykırım suçları gibi ağır dosyalarda, bağlamsal bilgi, kaynak çeşitliliği ve sözcük seçiminin (etik etiketleme, insansızlaştırmayı reddetme) belirleyici etkisi var. Gündem balon gibi şiştiğinde medyanın gerçekten yapıcı bir habercilik anlayışına geçmesi şart... Şok şok! İlk kez duyacaksınız ve korkunç haberin ardından gazetecinin retoriğe bulaşmış yorumları... Bunlar artık öyle faydasız ve toplumu kirleten bir yere geldi ki gözlerimiz de kör oldu gibi geliyor.
Siyasal düzlemde ise ifade güvenliği, şeffaflık ve misilleme riskini azaltan hukuki güvenceler olmadan, “ses” kanalının genişlemesi zor. Rejimlerin baskı araçlarını (açık/örtük) artırdığı ortamlarda, maliyetli sessizlik kaçınılmaz biçimde büyür; bu alanı daraltmak, sadece “yurttaş erdemi” çağrılarıyla değil, anayasal ve kurumsal garantilerle mümkündür.
Son kertede, Gazze karşısındaki sessizlik—her sessizlik gibi—tek bir ahlaki etikete sığmaz. Kimi zaman vicdanı koruma, kimi zaman korku, kimi zaman da bilginin çarpık dolaşımıdır. Sosyolojik olarak anlamak, yargılamayı değil, farklı sessizlik türlerini görünür kılmayı; psikolojik olarak iyileşme yolları önermeyi; siyasal olarak ise “ses”in maliyetini düşürecek garantileri savunmayı gerektirir. Ancak o zaman, suskunluğun “onay”a dönüşmesini engelleyebilir ve insanların haberle kurduğu ilişkiyi tükenmişlikten etkin yurttaşlığa çevirebiliriz. İnanıyorum aslında çevirebiliriz, topaç gibi çevrilmekten ilk kurtulduğumuz anda...
kaynakça
Bandura, A. (1999). Moral disengagement in the perpetration of inhumanities. Personality and Social Psychology Review.
Burawoy, M. (2024). Sociology Faces the Question of Palestine. Socialist Register/SAGE.
Cherkaoui, T. (2025). Framing the Gaza Conflict: Media Bias, Violence, and the Battle of Narratives. The Political Economy of Communication.
Darley, J. M., & Latané, B. (1968). Bystander intervention in emergencies: Diffusion of responsibility. JPSP.
Hirschman, A. O. (1970). Exit, Voice, and Loyalty. Harvard Univ. Press.
Morrison, E. W., & Milliken, F. J. (2000). Organizational silence. Academy of Management Review.
Noelle-Neumann, E. (1974). The spiral of silence. Journal of Communication.
Reuters Institute. (2024–2025). Digital News Report.