Kapalıyız Kardeşim Kapalıyız!
ABD’de hükümetin “shutdown” olarak bilinen kapanma hali, artık siyasal sistemin kronik hastalıklarından biri haline gelmiş durumda. Temel neden, federal bütçenin her yıl Kongre’den onay almak zorunda olması ve başkanın tek başına bu süreci yürütememesi. Yani güçler ayrılığı sebebiyle başkan tek başına ben yaptım oldu deyip bütçeyi elini kolunu sallaya sallaya geçiremiyor. Eğer Kongre’de Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında bir anlaşmaya varılamazsa, devletin fon akışı kesiliyor ve federal hükümet fiilen kapanıyor. Bu kapanma, yüzbinlerce çalışanın maaşsız kalmasına, kamu hizmetlerinin durmasına, hatta ülkenin uluslararası itibarının zedelenmesine yol açıyor. Yani Amerika’nın “dünyanın lideri” imajı, kendi çalışanına maaş ödeyemeyen bir bakkal işletmesine dönüyor.
İlk kapanmalar 1976 sonrası modern bütçe sürecinde yaşandı. O tarihten bugüne yirmiden fazla kez hükümet kapanması görüldü. Kimi sadece birkaç gün sürdü, kimi haftalarca devam etti. En bilinen örneklerden biri 1995–1996 yıllarında yaşandı. Başkan Bill Clinton ile Cumhuriyetçi Kongre bütçe konusunda restleşti ve tam 21 gün boyunca hükümet kapanma halinde kaldı. Bu kriz, Amerika’nın “hükümetini bile çalıştıramayan” bir demokrasi görüntüsü vermesine yol açtı. Siyasal bilimci Ornstein ve Mann (2012), bu tür krizlerin Amerikan sisteminde özellikle artan partizan kutuplaşma nedeniyle yapısal hale geldiğini vurgular. Tabii biz sıradan insanlar için bu, “devlet memurları işsiz kaldı, ama politikacılar maaşlarını aldı” demek. Yani kapı duvar, ama lüks restoranlar rezervasyonlarla dolu.
2013 yılında Barack Obama döneminde yaşanan kapanmada Cumhuriyetçiler, “Obamacare” olarak bilinen sağlık reformuna fon ayrılmasına karşı çıktılar. Sonuçta 16 gün boyunca devletin önemli kurumları kapandı, yaklaşık 800 bin federal çalışan işsiz kaldı ve ABD ekonomisi 24 milyar dolar kayıp yaşadı (Standard & Poor’s, 2013). Bu dönemde federal çalışanların maaşsız kalması sosyal bilimlerde “precarious employment” tartışmaları ile birlikte ele alındı (Kalleberg, 2018). Bizim sokak tabiriyle bu şu demek: devlet “iş güvencesi” satıyor ama sonra “maaş yok, idare et” diyor. Sanki Netflix’e para ödüyorsun ama diziyi açınca ekranda sadece “Error 404: Budget Not Found” (Hata 404: Bütçe Bulunamadı) yazıyor.
ABD tarihinin en uzun kapanması ise Donald Trump döneminde, 2018’in sonunda başlayıp 2019’un başına kadar devam eden 35 günlük kapanmaydı. Şimdi MAGAcılar eğer "great" kısmını gerçekleştirmeye çalışıyorlarsa daha great bir kapanma ile karşı karşıya kalınabilir. Gönül ister olmasın ama gönlün istediği hep olmuyor işte! Trump, Meksika sınırına örmek istediği duvar için bütçeden milyarlarca dolar talep etti. Demokratlar bunu reddetti. Çatışmanın sonucu olarak yüzbinlerce çalışan maaşsız kaldı, federal kurumlar felç oldu, havaalanlarında güvenlik krizi yaşandı ve ekonomiye 11 milyar dolardan fazla zarar verildi; bu zararın 3 milyar dolarlık kısmı telafi edilemedi (Congressional Budget Office, 2019). Bu kapanma, sadece ekonomik kayıp açısından değil, toplumsal etkileri bakımından da tarihî bir dönemeçti. Ev kiralarını ödeyemeyen, borç içine giren ve geçim sıkıntısı yaşayan devlet çalışanları sokaklara çıkıp seslerini duyurmaya çalıştı. Halkın sokaktan başka sesini duyurabildiği bir yer yok dünyada. Bu süreç, devletin “işveren” olarak güvenilirliğini tartışmaya açtı (Mettler, 2020). Bir yanda duvar için milyarlarca dolar isteyen başkan, diğer yanda kirayı ödeyemeyen memurlar… Tam bir kara mizah. Resmen “Make America Homeless Again” sloganı atılabilirdi.
Kapanmaların ortak sonucu hep benzer oldu: ekonomiye milyarlarca dolarlık yük, çalışanlara ağır bir belirsizlik, vatandaşlara yavaşlayan ya da duran hizmetler ve ulusal güvenlikten bilime kadar birçok alanda aksayan işler. Vize işlemleri uzadı, tarımsal destek programları ertelendi, sağlık denetimleri yavaşladı, ulusal parklar kapandı. Bir yandan Amerikan halkı doğrudan etkilenirken, öte yandan dünyadaki imaj da ciddi şekilde zarar gördü. ABD’nin “dünyanın lider demokrasisi” unvanı, kendi hükümetini açık tutamayan bir sistemin krizleriyle gölgelenmeye başladı. Dışarıdan bakınca da şu ironik tablo ortaya çıkıyor: Çin 5 yıllık planlarını kusursuz işletiyor, Amerika ise “park kapalı, çünkü aramızda anlaşamadık” diyor.
Bütün bu tablo aslında Amerikan sisteminin yapısal çelişkisini yansıtır. Parlamenter sistemlerde hükümet bütçeyi geçiremezse düşer ve yerine yenisi kurulur. ABD’de ise başkan görevde kalır ama devletin çarkları durur. Bu durum, partiler arası kutuplaşmanın derinleşmesiyle birlikte daha sık ve daha yıkıcı hale geliyor. Levitsky ve Ziblatt (2018), Amerikan demokrasisinin son yıllarda “kurumsal gerileme” yaşadığını öne sürmekte haklı olabilirler, sadece bana sorulsa haklı derim. Günlük hayatta ise bu, “çocuklar oyuncak paylaşamıyor diye bütün mahalle elektriksiz kaldı” manasına geliyor.
2025’te yaşanan son kapanma da geçmiştekilerden farklı değil. Kongre’de taraflar uzlaşamadı ve yüzbinlerce çalışan yeniden maaşsız kaldı. Federal kurumların faaliyetleri aksıyor, ulusal parklar sınırlı hizmet verebiliyor, sağlık kurumlarında çalışanların neredeyse yarısı izne çıkarılıyor. Ekonomik koşulların zaten kırılgan olduğu, enflasyonun yüksek ve borç tavanı tartışmalarının hararetli olduğu bir dönemde bu kapanmanın etkisi daha da ağır olabilir. Amerikan siyasetinde kutuplaşma ve kriz üretme kapasitesi artmışken, bu tür kapanmaların gelecekte de devam etmesi şaşırtıcı olmayacak. Yani Amerika bir yandan Mars’a gitmeyi planlıyor, ama öte yandan “çöp kamyonuna benzin koymaz” noktasında.
Sonuçta bir hükümetin kapanması, her zaman doğrudan başkanda ya da tek bir partide aranacak bir hata değil, sistemin kendi içinde ürettiği bir çıkmaz. Ama halkın gözünde anlamı çok basit: maaşsız kalmak, hizmetlerden yararlanamamak, belirsizlik içinde yaşamak. Kapanma her seferinde Amerikan halkına maliyet olarak dönüyor. Ve belki de en trajik tarafı şu: dünyanın geri kalanı bu tabloya bakıp demokrasinin beşiği sayılan ülkenin kendi halkını “rehine” alacak kadar tıkanmış olduğunu görüyor. Hükümet kapanıyor ama şov devam ediyor; sahnedeki politikacılar karnını tok, seyirciler aç. İşte “American Dream”in bugünkü versiyonu: rüya değil, kabus.