Parti Değiştirme İkilemi: Seçilmişin Özgürlüğü mü, Seçmen İradesine İhanet mi?

Demokrasilerin en tartışmalı alanlarından biri, seçilmiş kişilerin görev süresi içinde parti değiştirmesi meselesidir. Bir vekil veya belediye başkanı seçimlere belli bir parti etiketiyle girer, seçmenin oyunu bu kimlikle alır. Ancak siyasal koşullar değiştiğinde ya da kişisel hesaplar ağır bastığında, temsilcinin bir başka partiye geçmesi veya bağımsızlığını ilan etmesi sık sık gündeme gelir. Bu noktada şu ikilem ortaya çıkar: Bir yandan seçilmiş kişilerin bireysel iradesi, vicdanı ve temsil anlayışı vardır; diğer yandan seçmenlerin partiye bakarak kullandığı oyun ağırlığı. Dolayısıyla parti değiştirme, hem demokratik özgürlüklerin bir parçası hem de demokrasinin ruhuna ihanet olarak görülebilir. Bu ikili bakış açısı, farklı ülkelerde farklı hukuki çözümler üretmiştir. Kimileri seçilmişlerin istediği gibi parti değiştirmesini serbest bırakırken, kimileri bunu açıkça yasaklamıştır.
Bu tartışmanın sembol olaylarından biri, Hindistan’da 1967’de yaşanan “Aya Ram, Gaya Ram” vakasıdır. Haryana eyaletinde milletvekili seçilen Gaya Lal, sadece 14 gün içinde üç kez parti değiştirmiştir. Sabah bir partiden istifa etmiş, öğlen başka bir partiye katılmış, akşam yine dönmüştür. Halk, bu tuhaf manzarayı “Ram geldi, Ram gitti” sözleriyle özetlemiş, deyim ülke siyasetinin diline yerleşmiştir. Bu olayın yarattığı şok, Hindistan’da milletvekillerinin parti değiştirmesini yasaklayan Anti-Defection Law’ın (1985) kabulüne giden yolu açmıştır (Jain, 2001). Yasa hâlâ yürürlüktedir: Bugün Hindistan’da bir vekil parti değiştirdiği anda görevini kaybeder.
Ancak dünyada durum farklıdır. Örneğin ABD’de parti değiştirmek tamamen serbesttir. Hatta son yüzyılda çok az da olsa örnekler vardır: Vermont Senatörü Jim Jeffords 2001’de Cumhuriyetçi Parti’den ayrılıp bağımsız olmuş, bu hamle Senato’daki çoğunluğu değiştirmiştir. ABD’de bu durum, temsilcinin bireysel özgürlüğünün doğal bir sonucu olarak kabul edilir. Birleşik Krallık’ta da milletvekilleri dilediğinde parti değiştirebilir; yalnızca kamuoyu baskısı nedeniyle bazıları ara seçime gitmeyi tercih eder. Kanada ve İtalya gibi parlamenter sistemlerde ise durum çok daha sık görülür: Özellikle İtalya’da 1996–2006 arasında milletvekillerinin üçte biri en az bir kez parti değiştirmiştir (Heller & Mershon, 2009).
Bu çeşitlilik, aslında iki farklı demokrasi anlayışını gösterir. Birinci yaklaşım, temsilcinin bağımsız iradesine vurgu yapar (trustee model). Buna göre vekil, yalnızca partisine değil, ülkenin çıkarına uygun bulduğu politikaları desteklemekle yükümlüdür. Dolayısıyla parti değiştirmesi, halkı daha iyi temsil etme iradesinin bir sonucu olabilir. Örneğin Latin Amerika’da yapılan bir çalışmada, Brezilya milletvekillerinin parti değiştirmesinin çoğunlukla ideolojik değil, kaynaklara erişim ve bölgesel çıkarlarla ilgili olduğu tespit edilmiştir (Desposato, 2006). Yine de bu tür hareketler, siyasi sistemin esnekliği sayesinde yeni partilerin ortaya çıkmasına da imkân tanıyabilir.
İkinci yaklaşım ise temsilcinin seçmenle yaptığı sözleşmeye dayanır (delegate model). Seçmen oyunu partiye bakarak verir; adayın kişisel görüşleri ikinci plandadır. Bu nedenle seçildikten sonra parti değiştirmek, seçmenin iradesini yok saymak anlamına gelir. Bu argüman, Türkiye gibi güçlü parti aidiyetinin bulunduğu ülkelerde daha baskındır. Bir belediye başkanının seçimden sonra iktidar partisine geçmesi, seçmende “oyum çalındı” hissi yaratır. İşte bu yüzden Hindistan, Pakistan ve Bangladeş gibi ülkelerde parti değiştirme anayasal olarak yasaklanmıştır. Bu yasakların gerekçesi, seçmen güvenini ve parlamenter istikrarı korumaktır.
Türkiye’de 1990’lar bu tartışmanın yoğunlaştığı yıllardır. Koalisyon hükümetleri, parti kapatmaları ve yeni oluşumlarla birlikte milletvekilleri adeta siyasi göçebe haline gelmiştir. 1995–2002 arası Meclis’teki vekillerin yaklaşık %20’si en az bir kez parti değiştirmiştir. Bu dönem, “siyasetin pazarlık masası” olarak hatırlanır. 2002’den sonra AKP’nin tek parti iktidarıyla oran düşmüş, 2018 sonrası ise yeniden artmıştır. Özellikle CHP’den 15 vekilin İYİ Parti’ye “ödünç verilmesi” olayı, demokraside parti değiştirme stratejilerinin nasıl sistemsel etkiler yaratabileceğini göstermiştir. Türkiye’de hukuken parti değiştirme serbesttir, ama toplumsal algıda ciddi bir güven erozyonu yaratır.
Burada asıl mesele, demokrasinin hangi boyutunun öncelikli görüldüğüdür. Eğer temsilcinin vicdanı ve özgürlüğü esas alınırsa, parti değiştirme bir hak olarak görülür. Ama seçmen iradesi merkeze alınırsa, bu durum ihanete dönüşür. Aslında iki yaklaşım da kendi içinde haklıdır. Bir yanda vekilin özgürlüğü vardır; diğer yanda seçmenin emaneti. Bu ikiliğin çözümü, ülkenin siyasal kültürüne ve kurumlarına göre şekillenir. Anglo-Sakson demokrasilerde bireysel özgürlük öne çıkarken, Güney Asya demokrasilerinde istikrar ve seçmen güveni daha önemlidir.
Günümüzde ise bir üçüncü bakış açısı gelişmektedir: Parti değiştirme, tek başına ne tamamen özgürlük ne de tamamen ihanet olarak görülmemelidir. Önemli olan, neden ve nasıl yapıldığıdır. Eğer bir vekil, gerçekten ideolojik veya bölgesel çıkar farklılıkları nedeniyle istifa ediyorsa bu meşru kabul edilebilir. Ama makam, çıkar ya da iktidar nimetlerinden faydalanma amacıyla yapılıyorsa demokrasiye zarar verir. Dolayısıyla mesele, yasak koymaktan çok şeffaflık ve hesap verebilirlik mekanizmalarıyla çözülebilir.
Seçilmişin parti değiştirmesi, aslında modern demokrasilerin kırılganlıklarını gözler önüne seren bir turnusol kâğıdıdır.
Siyasi sistemler, bu konudaki düzenlemeleriyle neye öncelik verdiklerini gösterirler: Temsilcinin bireysel özgürlüğüne mi, seçmenin kolektif iradesine mi? Birinde özgürlük riskli bir istikrarsızlığa dönüşür, diğerinde seçmen iradesi vekilin elini kolunu bağlayarak demokratik yaratıcılığı öldürür. Tam da bu nedenle siyaset bilimi, bu ikilemi çözülmesi gereken bir paradoks olarak değil, yönetilmesi gereken bir gerilim olarak görür.
Yozlaşmanın yaygın olduğu siyasal sistemlerde, parti değiştirme mekanizması temsilcinin özgürlüğünden çok iktidarın güç tahkimine hizmet eden bir araç haline gelir. Bu durumda “şeffaflık ve hesap verebilirlik” eksikliği, parti transferlerini birer politik rüşvet ya da siyasi pazarlık alanına dönüştürür. Parti değiştirmeye hukuken izin verildiğinde, iktidar partisi devlet kaynaklarını kullanarak seçilmişleri kendine çekebilir. Belediye başkanlarına yatırım sözü, vekillere makam veya yeniden adaylık garantisi verildiğinde, bu geçişler bireysel bir vicdan kararı olmaktan çıkar, sistematik bir kooptasyon (muhalif veya bağımsız bir aktörün iktidar ya da güçlü yapı tarafından sisteme dahil edilerek etkisizleştirilmesi süreci) aracına dönüşür. Böylece çoğunluk sandıktan değil, transfer masalarından üretilir. Yozlaşmış sistemlerde seçmen, oy verdiği partiyi Meclis’te görememeye başlar. Bir kısım vekil transferle iktidara geçtiğinde, halkın oy tercihi fiilen boşa düşer. Bu da “oy gaspı” algısını güçlendirir. Şeffaflık eksikliği, parti değiştirmeyi kişisel çıkarla eş anlamlı hale getirir. Bir vekil ya da belediye başkanı hangi ihaleyi alacağına, hangi fonların ilçesine akacağına bakarak karar verdiğinde, temsil değil müştericilik öne çıkar. Bu da yozlaşmayı kurumsallaştırır. İktidar, transferleri stratejik biçimde kullanarak muhalefeti eritir. Bazı ülkelerde muhalefetin kritik vekilleri hedef alınır, böylece Meclis çoğunluğu suni biçimde değiştirilir. Bu durum yasama dengesini bozar, demokrasiyi çoğunluk diktasına indirger. Dolayısıyla, yozlaşmış yapılarda parti değiştirme “özgürlük” değil, tam tersine iktidarın hegemonya aracıdır. Burada tek çözüm, yasak değil, şeffaflık, etik kodlar ve hesap verebilirlik mekanizmalarıdır: Transferlerin gerekçelerinin kamuya açıkça beyan edilmesi, maddi/idarî vaatlerin denetlenmesi, halkın parti değiştiren temsilciyi geri çağırabilme (recall) hakkı, medyanın ve sivil toplumun bu süreçleri sürekli gözlem altında tutması.
Ama işte...
Kaynakça
- Desposato, S. W. (2006). Parties for Rent? Ambition, Ideology, and Party Switching in Brazil's Chamber of Deputies. American Journal of Political Science, 50(1), 62–80.
- Heller, W. B., & Mershon, C. (2009). Political Parties and Legislative Party Switching. Palgrave Macmillan.
- Jain, R. B. (2001). Anti-defection Law in India: A Review. Indian Journal of Political Science, 62(1/4), 45–60.
- Mershon, C., & Shvetsova, O. (2013). Party System Change in Legislatures Worldwide: Moving Outside the Electoral Arena. Cambridge University Press.