Suçun Zinciri: Stalin ve İktidarın Suça Bulaştırma Mekanizması

Suça bulaştırma, iktidar sahiplerinin çevrelerini kendilerine bağımlı kılmak için kullandıkları en etkili stratejilerden biridir. Bu mekanizma yalnızca bireyleri değil, bütün bir toplumsal yapıyı iktidara bağlayan gizli bir sözleşme işlevi görür. İktidar, çevresine sunduğu haksız ayrıcalıklarla, küçük çıkarlarla ve zorunlu imzalarla insanları suça ortak eder, ardından bu ortaklığı bir koz olarak kullanarak kopuşu imkânsız hâle getirir. Tarihsel bağlamda bu durumun en çarpıcı örneğini Joseph Stalin’in Sovyetler Birliği’ndeki iktidarında görmek mümkündür. Stalin’in iktidarı, yalnızca zorlama ve terörle değil, aynı zamanda suç ortaklığı üzerinden pekişmiştir. Bu mekanizma, modern iktidarların daha incelikli yöntemlerle sürdürdüğü bir stratejinin tarihsel prototipidir.
Lenin’in 1924’teki ölümünden sonra Bolşevik Parti içinde liderlik mücadelesi büyük bir rekabet yarattı. Troçki, Zinovyev, Kamenev ve Buharin gibi figürler Stalin’den daha popüler ve teorik açıdan güçlüydüler. Ancak Stalin, parti genel sekreterliği aracılığıyla kadroları kendi çevresine çekmeyi başardı. Bunu yaparken yalnızca kadrolaşmaya değil, aynı zamanda kişileri kendi suç zincirine dâhil etmeye dayalı bir strateji izledi. Her atama, bir tasfiye ile bağlantılıydı; atamayı onaylayanlar ya da imza atanlar, farkında olmadan başka birinin dışlanmasına ortak oluyordu. Böylece bürokrasi kademeli biçimde Stalin’in yanında yer alırken, her bir üye ileride suç ortaklığı nedeniyle şantaja açık hâle getiriliyordu.
Bu strateji en açık biçimde 1936–1938 yılları arasında yaşanan Büyük Temizlik sürecinde ortaya çıktı. Yüz binlerce insan sahte suçlamalarla sürgün edildi, hapsedildi ya da idam edildi. Ancak kritik nokta, bu tasfiyelerin yalnızca Stalin’in kişisel emirleriyle değil, parti içi onay mekanizmalarıyla gerçekleştirilmesiydi. Politbüro üyeleri, yerel parti şefleri ve ordu komutanları kendilerine sunulan listelere imza atmak zorundaydı. Bu imzalar, ileride onların da suç ortağı olduğunun kanıtı hâline geldi. Tarihçi J. Arch Getty’nin vurguladığı gibi, Stalin’in başarısı yalnızca düşmanlarını yok etmesinde değil, bütün kadroları suçun parçası hâline getirmesinde yatıyordu.
Stalin’in suça bulaştırma mekanizması üç aşamalı işledi. Önce ayrıcalıklar ve görevler dağıtıldı. Bu imtiyazlar genellikle bir başkasının tasfiyesiyle elde edildiği için kişi dolaylı biçimde haksızlıktan faydalanmış oldu. Ardından, idam listeleri ve sahte itirafnameler imzalatılarak kişilere resmî ortaklık dayatıldı. Son aşamada ise bu belgeler şantaj aracı hâline getirildi. Kopmak isteyen herkes, kendi imzalarının ifşası tehdidiyle yüz yüze bırakıldı. Bu nedenle Stalin’in iktidarı yalnızca korkuya değil, suç ortaklığına dayalı bir sadakat zincirine oturdu.
Psikolojik açıdan bu süreç, bireylerde derin bir bilişsel uyumsuzluk yarattı. Sosyal psikolog Leon Festinger’in teorisine göre insanlar davranışları ile değerleri arasındaki çelişkiyi azaltmak için kendi davranışlarını rasyonalize eder. Stalin’in bürokratları da imzaladıkları idam kararlarını “partinin çıkarı” ya da “karşı-devrimcilere karşı zorunlu mücadele” şeklinde meşrulaştırdılar. Böylece suçun bireysel yükü hafifletildi, ancak sadakat pekiştirildi. Suçun ideolojik olarak meşrulaştırılması, bireyin hem suçluluk duygusunu bastırmasını hem de iktidara bağımlı kalmasını sağladı. Suç artık kişisel bir eylem değil, “tarihsel bir görev” olarak algılandı.
Sosyolojik açıdan bakıldığında Stalin’in en büyük başarısı, suç ortaklığını kolektif bir norm hâline getirmesiydi. NKVD operasyonları, parti toplantıları, sendikalar ve yerel yönetimler tasfiye süreçlerine dâhil edilerek şiddet kurumsallaştırıldı. Suça bulaştırılanların sayısı arttıkça toplumda sessizlik hâkim oldu. Elisabeth Noelle-Neumann’ın tanımladığı sessizlik sarmalı bu bağlamda açıklayıcıdır: herkesin eli kirliyse kimse konuşmaz. Ayrıca Stalin suçun sorumluluğunu dağıtarak bireylerin vicdani yükünü azalttı. Zygmunt Bauman’ın Holokost üzerine yaptığı çözümlemede belirttiği gibi, modern bürokrasi suçun sorumluluğunu parçalayarak failin kim olduğunu belirsizleştirir. Sovyet sistemi de böyle işledi; herkes suçun parçasıydı ama kimse tek başına suçlu değildi.
Bu kolektif suç atmosferi, toplumsal düzeyde çürüme ve ihbar kültürü yarattı. Stalin döneminde çocuklar bile kendi anne babalarını ihbar etmeye teşvik edildiler. Pavlik Morozov’un hikâyesi bunun simgesel örneğidir: kolektif hafızada “kahraman” ilan edilen bu genç, babasını devlete ihbar ettiği için yüceltilmişti. Bu tür örnekler, bireyler için suça ortak olmayı bir erdem gibi sunuyor, toplumsal bağları parçalıyordu. Aile içi güven bile yok olduğunda, iktidarın kolektif suç mekanizması en küçük hücrelere kadar nüfuz etmiş oluyordu. İnsanlar sadece kendi hayatlarını değil, yakınlarının yaşamlarını da kurtarmak için sisteme uyum sağlamak zorunda kalıyor, sessizlik ya da aktif işbirliği dışında seçenek bırakılmıyordu.
Suç ortaklığının kişisel boyutunu en trajik şekilde yaşayanlardan biri Dışişleri Bakanı Vyaçeslav Molotov oldu. Molotov’un eşi Polina Zhemçuzina, Stalin’in direktifleriyle sürgüne gönderildi. Molotov, Stalin’e sadakat göstermek için buna ses çıkaramadı; çünkü kendi imzalarıyla suçlara ortak olmuştu ve karşı çıkması kendi sonunu hazırlayabilirdi. Bu örnek, Stalin’in yakın çevresindeki insanların yalnızca politik değil, kişisel düzeyde de nasıl suç ortaklığına hapsolduklarını gösterir. Onların sadakati bir tercihten çok, kendi suçlarının üstünü örtme çabasıydı.
Stalin’in ölümünden sonra bile bu suç ortaklığının gölgesi partinin üzerinde kaldı. Kruşçev’in 1956’daki Gizli Konuşması Stalin’in suçlarını ifşa ettiğinde, aslında bütün parti kadrolarını da zan altında bırakıyordu. Bu nedenle birçok üye sessiz kaldı; çünkü Stalin’in suçlarıyla yüzleşmek aynı zamanda kendi imzalarının, kendi ihbarlarının, kendi çıkarlarının ifşa edilmesi anlamına geliyordu. Bu sessizlik, Sovyetler Birliği’nin toplumsal yapısında derin bir travma bıraktı. Stalin sonrası dönemde bile insanlar devlete güvenmedi, komşularına güvenmedi, kolektif suçun gölgesi toplumsal dokuyu zehirlemeye devam etti.
Stalin örneğini anlamak, modern iktidarların yöntemlerini çözümlemek için de önemlidir. Günümüzde devletler doğrudan tasfiyeler ve idamlarla değil, daha incelikli yollarla çevrelerini kendilerine bağımlı kılmaktadır. Yolsuzluk, rant ve kayırmacılık, suça bulaştırmanın güncel biçimleridir. Bu dizide de günümüze dair siyasetçilerin şantajla nasıl kontrol edildiğine dair örnekler bulunuyor.

Bir iş insanına verilen imtiyazlı bir ihale, bir siyasetçiye sağlanan yasa dışı finansman ya da bir bürokrata sunulan çıkar, iktidarın kozuna dönüşür. Sistem çökerse yalnızca iktidar değil, bu çıkarları elde edenler de suçlu konumuna düşer. Bu nedenle iktidara bağlı kalmak, yalnızca sadakat değil, aynı zamanda kendini koruma refleksi hâline gelir. Dijital çağda bu mekanizma yeni araçlarla da desteklenmektedir. Kişisel verilerin izlenmesi, medya üzerinden itibarsızlaştırma ya da özel hayatın ifşası tehdidi, bireyleri iktidara daha sıkı bağlamaktadır. Stalin’in imza şantajı, günümüzde dijital dosyalar, medya kampanyaları ve yargı süreçleri üzerinden yeniden üretilmektedir. Böylece suça bulaştırma, biçimsel olarak değişse de işlevini sürdürmektedir.
Gramsci’nin kavramları bu süreci teorik olarak açıklamak için önemlidir. Ona göre hegemonya, yalnızca zor yoluyla değil, rıza ve küçük çıkarlarla kurulur. Gramsci, yozlaştırmayı iktidarın en güçlü araçlarından biri olarak tanımlar. İnsanlar küçük avantajlarla sisteme eklemlendiklerinde bağımsızlıklarını kaybeder, kendi suç ortaklıklarının esiri hâline gelirler. Stalin’in sert yöntemleri ile günümüzün kayırmacı politikaları arasında biçimsel farklar olsa da, ikisi de aynı işlevi görür: çevreyi suça bulaştırarak kopuşu engellemek.
Sonuç olarak Stalin’in iktidarı, suça bulaştırmanın tarihsel prototipini oluşturur. Stalin döneminde suç ortaklığı, bireylerin rasyonalizasyonu, toplumsal normların dönüşümü, ihbar kültürü ve kişisel trajediler yoluyla kalıcı bir bağ yarattı. Günümüzde aynı strateji yolsuzluk, rant, kayırmacılık ve medya manipülasyonu üzerinden devam etmektedir. Suç, iktidarın enstrümanı hâline geldiğinde, kopuş yalnızca bireysel cesaret değil, aynı zamanda kolektif bir yüzleşme gerektirir. Bu yüzleşme gerçekleşmediği sürece iktidar, suç ortaklığı zinciriyle kendini yeniden üretmeye ve büyütmeye devam edecektir.
Kaynakça
- Arendt, H. (1973). The Origins of Totalitarianism. Harcourt Brace Jovanovich.
- Bauman, Z. (1989). Modernity and the Holocaust. Cornell University Press.
- Conquest, R. (1990). The Great Terror: A Reassessment. Oxford University Press.
- Durkheim, E. (1982). The Rules of Sociological Method (S. Lukes, Ed.; W. D. Halls, Trans.). Free Press. (Original work published 1895)
- Festinger, L. (1957). A Theory of Cognitive Dissonance. Stanford University Press.
- Getty, J. A. (1985). Origins of the Great Purges: The Soviet Communist Party Reconsidered, 1933–1938. Cambridge University Press.
- Gramsci, A. (1971). Selections from the Prison Notebooks (Q. Hoare & G. N. Smith, Eds. & Trans.). International Publishers.
- Hosking, G. (1990). A History of the Soviet Union: 1917–1991. Fontana Press.
- Montefiore, S. S. (2004). Stalin: The Court of the Red Tsar. Knopf.
- Noelle-Neumann, E. (1974). The spiral of silence: A theory of public opinion. Journal of Communication, 24(2), 43–51.
- Service, R. (2004). Stalin: A Biography. Harvard University Press.
- Taubman, W. (2003). Khrushchev: The Man and His Era. W. W. Norton & Company.
- Weber, M. (1994). Economy and Society. University of California Press.