Tanrı Tarihi #33 - Armageddon’u Kaçıranlar İçin Tekrarı Var mı?

Tanrı Tarihi #33 - Armageddon’u Kaçıranlar İçin Tekrarı Var mı?

19 yüzyıl Amerika’sı, sanayi devriminin getirdiği toplumsal dönüşümler, bireyselcilik ve sekülerleşme arasında sarsılıyordu. Görüyorsunuz ki insanlığın sarsılmadığı dönem yok. Sarsıla sarsıla gelmişiz bu noktaya. Devam edelim, bu atmosfer, yeni peygamberlerin, tarikatların ve “yeniden doğuş” hareketlerinin ortaya çıkması için verimli bir zemin oluşturdu. Joseph Smith’in İsa Mesih’in Son Zaman Azizleri Kilisesi (Mormonizm), William Miller’in Adventist hareketi ve daha sonra bu akımlardan doğan Yehova Şahitleri, hem modernliğe tepki hem de modernliğin ürünü olarak şekillendiler. Ürünlerin zamanın ruhuna göre şekillendiği gözlerden kaçmamıştır. Bu hareketlerin temelinde, İncil’in “İkinci Geliş” vaadine duyulan derin inanç vardı: Tanrı’nın adaletinin bu dünyada yeniden tecelli edeceği, Mesih’in insanlığı yargılayacağı bir an. Bu inanç, ekonomik krizler, savaşlar ve ahlaki çöküntüler karşısında topluma metafizik bir güvenlik alanı sundu. Bizden daha yüce olan bir gücün varlığına ihtiyaç duyduğumuz o anların toplamıdır yaşananlar... İnsan tüm karmaşa içinde daha güçlüye sığınmak ister. Haksız da değil...

Baptist vaiz William Miller (1782–1849), Eski Ahit’teki Daniel Kitabı’nda yer alan “2300 sabah ve akşam” ifadesini kronolojik bir şifre olarak yorumladı. 1844 yılında İsa’nın dünyaya döneceğini ilan etti. Ancak 22 Ekim 1844 günü geldiğinde hiçbir mucize gerçekleşmedi. Binlerce takipçi kıyameti beklerken, güneşin doğması “Büyük Hayal Kırıklığı” olarak tarihe geçti (Numbers, 1998). Bu olay, Amerikan dini tarihinde dönüm noktası oldu çünkü inançsızlık yaratmak yerine yeniden yapılanma doğurdu. Miller’in takipçileri arasında kalan bir grup, kehanetin tarihsel olarak yanlış ama ruhen doğru olduğuna inandı. Onlara göre İsa gerçekten “göğe dönmüştü” ama görünmez biçimde... Böylece Yedinci Gün Adventistleri doğdu. Ellen G. White (1827–1915) bu hareketin peygamberi olarak kabul edildi ve onun vizyonu, Protestan kıyamet inancını sistemleştirdi.

White, Tanrı’nın tapınağında yargı sürecinin başladığını ve bunun tamamlanmasıyla seçilmiş 144.000 kişinin kurtulacağını, geri kalanların ise yok olacağını savundu. Ancak White’ın en dikkat çekici teolojik yeniliği, cehennem inancını radikal biçimde yeniden yorumlamasıydı. Aziz Thomas Aquinas’ın “ebedi cezalandırma” öğretisine karşı çıkarak, günahkârların sonsuza kadar yanmak yerine tamamen yok olacağını ileri sürdü. Bu “annihilationism” anlayışı, Tanrı’nın adaletini merhametle birleştiren bir ara yoldu. Aynı zamanda White, bedensel arınmayı da ruhsal kurtuluşla ilişkilendirdi. Vejetaryenlik, içkisizlik, tütün yasağı gibi ahlaki kurallar, Protestan etiğinin “beden disiplini” geleneğiyle birleşti. Böylece Adventizm hem bir ahlaki reform hareketi hem de bir sağlık dini haline geldi (Numbers, 1992).

Ellen White’ın düşüncelerinden etkilenen Charles Taze Russell (1852–1916), bu öğretileri daha sistematik hale getirerek yeni bir cemaat oluşturdu. 1879’da The Watchtower (Gözcü Kulesi) dergisini yayımladı ve Yehova Şahitleri’nin temelini attı. Russell, 1914 yılını Armageddon’un başlangıcı olarak yorumladı. Bu yıl gerçekten de I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle, takipçileri için kehanetin doğrulandığı bir dönüm noktası haline geldi. Russell’dan sonra liderliği devralan Joseph Rutherford, 1931’de topluluğa “Jehovah’s Witnesses” adını verdi. Artık yalnızca bir kıyamet bekleyen cemaat değil, aynı zamanda modern toplumun değerlerinden kopuk, disiplinli kimliğe sahip sosyal bir grup olmuşlardı. Kan naklini reddetmeleri, devlet bayrağını selamlamamaları, askerlik yapmamaları ve toplumsal normlara meydan okumaları bu kimliği güçlendirdi. Max Weber’in ifadesiyle, sekülerleşmeye direnen dinsel azınlıklar, baskı altında kaldıkça iç bağlarını kuvvetlendirir; dışlanma, bir tür kutsallık hâline gelir. Yehova Şahitleri bu direnişin somut örneğidir.

20 yüzyılın sonlarında kıyamet inancı yeniden popülerleşti. Evangelikal papaz Tim LaHaye’in “Left Behind” (Geride Kalanlar) serisi, modern Amerikan eskatolojisinin kültürel zirvesi sayılır. LaHaye, bu romanlarda Armageddon’u nükleer savaş metaforlarıyla anlatır, Deccal’i ise Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri kılığına girmiş bir politikacı olarak betimler (LaHaye & Jenkins, 1995). Bu kurgu, yalnızca dinî değil politik bir ideolojinin de parçasıdır. Amerika’nın “Tanrısal kader” anlayışı bu romanlarla yeniden üretilir. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler, günümüzde ise Orta Doğu’daki düşmanlar “şeytani güçler” olarak resmedilir; böylece dinî kıyamet söylemi, jeopolitik bir silaha dönüşür (Boyer, 1992).

Bu hareketlerin tamamında ortak bir eksen vardır: kurtuluşun bireysel değil kolektif olması, dünyanın yozlaştığına dair apokaliptik bir anlatı, İkinci Geliş’in yakın olduğuna dair takıntılı bir inanç ve lider figürünün Tanrı’nın sesi olarak idealize edilmesi... Tanrı'nın sesi ne çok yankılanmış bu gezegende... Sosyolog Emile Durkheim, bu tür mesiyanik cemaatleri modern toplumun “anomi” (kuralsızlık) durumuna tepkisi olarak açıklar. İnsanlar, hızlı değişim ve belirsizlik karşısında anlam arayışına girer; dinsel bir kolektif, “kurtuluş” vaadiyle bu boşluğu doldurur. Bu yüzden kıyamet hareketleri sadece teolojik değil, aynı zamanda sosyolojik bir ihtiyaçtır.

“Büyük Hayal Kırıklığı” sadece 1844’e ait bir tarihsel olay değil, modern dinin süregelen bir metaforudur. Her kuşak, kendi felaketini ve kendi Mesih’ini üretir. Dijital çağda bile bu mekanizma sürmektedir: kripto-mesihçiler, yeni çağ guruları, yapay zekâ ile kurtuluş vadeden transhümanistler… Hepsi aynı hikâyenin farklı yüzleridir. Kıyamet ertelenir ama inanç devam eder. İnsanlık, umudun son tarihini bir kez daha ileri atarak, kendini yok oluşa değil, yeniden doğuşa ikna eder.

Bunu 2025 yılının Ekim ayında yazıyorum. İnsanlık kendini bir çok yoldan yeniden doğuşa ikna etmeye çalışıyor. Kafası daha da karışık, hala Tanrı'yı bulamadı. Mesih, mehdi ya da melekler gelmedi. Yakıyor, yıkıyor, kavga ediyor...

Boyer, P. (1992). When Time Shall Be No More: Prophecy Belief in Modern American Culture. Harvard University Press.
LaHaye, T., & Jenkins, J. B. (1995). Left Behind Series. Tyndale House.
Numbers, R. L. (1992). Prophetess of Health: A Study of Ellen G. White. University of Tennessee Press.
Numbers, R. L. (1998). The Creationists: The Evolution of Scientific Creationism. University of California Press.
Weber, M. (1930). The Protestant Ethic and the Spirit of Capitalism. London: Routledge.
Weddle, D. (2000). Miracle, Meaning, and Religion in American Culture. Macmillan.

Read more

Kadınlığın Rengi: Marilyn Monroe ve Sarışınlık Dininin Doğuşu

Kadınlığın Rengi: Marilyn Monroe ve Sarışınlık Dininin Doğuşu

Norma Jeane Mortenson, 1946’da saçlarını platine boyadığında yalnızca kimliğini değil, kadınlığın endüstriyel standardını da yeniden icat etti. Hollywood o anda yeni bir tanrıça yarattı: Marilyn Monroe. O günden itibaren milyonlarca kadın saçlarını sarıya boyarken aslında boyadığı şey saçları değil; kendini toplumsal onay için boyadı. Monroe yalnızca bir aktris değil,

By Daphne Emiroğlu