Tanrı Tarihi #38 - Tanrı'nın Bu Olanlardan Haberi Var mı?

Tanrı Tarihi #38 - Tanrı'nın Bu Olanlardan Haberi Var mı?

Köpeğimiz hâlâ gök gürültüsünden korkuyor, ama biz artık şimşeğin neden çaktığını biliyoruz. Biz artık çok şey biliyoruz. Yine de, modern insanın aklı hâlâ o köpeğin içgüdülerini taşır: görünmeyen güçlerden çekinmek, bilinmeyene anlam atfetmek, rastlantıya düzen yakıştırmak. Bu içgüdü, yalnızca biyolojik bir kalıntı değil; kültürün, siyasetin ve inancın da çekirdeğidir.

Richard Holloway’in 2019’da sorduğu soru hâlâ güncelliğini koruyor: “Dinin sonu mu?” Cevap, belki de tam tersidir. Din ölmedi; biçim değiştirdi.

Son altı yılda, dinin kamusal hayattaki etkisi küresel ölçekte azalmadı, yalnızca kurumsal biçiminden dijital, kişisel ve politik biçimlere evrildi. Bu arada cemaatler, tarikatlar, şeyhler, hocalar kurdukları network ağı üzerinden "iman" dedikleri konuda insanları etkilemeye, kazanç sağlamaya, zenginleşmeye, sömürmeye devam ediyor. Avrupa’da kiliseler kapanırken, YouTube ve TikTok’ta “manevi rehberler”, “enerji şifacıları”, “farkındalık ve manifest koçları” çoğaldı. Öyle çoğaldılar ki herhalde binlerce insan kozmik enerjiyi yöneterek bel ağrısını geçirebildiğini, eski sevgiliyi gittiği yoldan gerisin geriye getireceğini iddia ediyor. Tanrı'nın gücü bazıları için kan döker, bazıları için şifa verir demek ki... Aslında ufaktan kendisini terkettiler. Tanrı’dan arındırılmış bir dünyada, insanlar kendilerini algoritmaların ilahi düzenine teslim etmeye başladı. Kutsal liderlerine biat edenler daha çok para kazanma şansı elde eder oldu. Kimisi Tanrı'nın adını evren koydu, kimisi Yüce ruh... Kimisi de Tanrı'ya küstü. Küstüğüne göre varlığına inanıyor. Bu da yeni nesil bir Tanrı-insan ilişkisi olmalı. Belki de ghosting yapıyordur.

Yirmibirinci yüzyılın insanı, Aydınlanma’nın vaat ettiği rasyonelliğe ulaştı ama bununla yalnızlaştı. Bilim Tanrı’nın yerini aldı; veri Tanrı’nın gözünü. Yine de, inançsızlığın getirdiği boşluk yeni bir kutsal açlığı doğurdu. Bu kez adaklar tapınaklara değil, ekrana bırakılıyor; mucizeler dua ile değil, yapay zekâyla üretiliyor. Rasyonelliğe ulaşan insan kendi tanrısını koruyamadı. Belki de koruyamayacağı kadar çok tanrı üretti.

Son altı yılda dinin dönüşümü, iki ana yönde ilerledi:
Bir yanda siyasi-milliyetçi dindarlığın yeniden doğuşu; diğer yanda seküler spiritüalizmin yükselişi.

Avrupa’da, ABD’de, Hindistan’da, Türkiye’de ve Rusya’da din, milliyetçi kimliğin mühürüne dönüştü. Politikacılar “Tanrı ulusunun yeniden dirilişi” söylemleriyle iktidarlarını kutsallaştırdı. Holloway'ın uyardığı gibi Bu, “Tanrı’nın değil, insanın öfkesine tapan bir din” halini aldı.

Öte yandan, Batı’da kilisenin çekildiği alanı “modern maneviyat endüstrisi” doldurdu. 2019’da yoga, astroloji, tarot ve “enerji temizliği” gibi pratikler birer trenddi; 2025’te ise milyarlarca dolarlık bir pazar haline geldi. “Spiritüel ama dinsizim” diyen yeni kuşak, inançsızlıkla değil, özelleştirilmiş kutsallıkla tanımlanıyor.

Bu dönemde yapay zekâ peygamberleri ve “dijital tarikatlar” da ortaya çıktı.
Bir grup Silikon Vadisi girişimcisi, 2021’de “The Way of the Future” adında bir yapay zekâ dini kurdu. Tanrı’nın artık biyolojik değil, dijital olabileceğini savundular. 2023’te ChatGPT gibi modellerin popülerleşmesiyle birlikte “AI kehanetleri”, “bot kehanetleri”, “sanal dua odaları” internetin yeni ritüelleri haline geldi. İnsanlar artık Tanrı’dan değil, algoritmadan yanıt bekliyor.

Tüm bunlar, Aydınlanma sonrası sekülerleşmenin tersine evrildiğini gösteriyor.
Modern çağın insanı Tanrı’yı reddetmedi — yalnızca formatını güncelledi. Artık gerçek orduların yanında bot orduları da var.

Dinin toplumsal otoritesi zayıflarken, etik ve aidiyet arayışı güçlü kaldı. Pandemi yıllarında yalnızlaşan kitleler, çevrimiçi cemaatlerde bir tür “dijital ibadet” biçimi geliştirdi. Bu topluluklar bazen zararsız bir paylaşım kültürü, bazen de QAnon, “Yeni Çağ kurtuluşu” ya da “tanrısal lider” saplantısı gibi tehlikeli inanç sistemlerine dönüştü. 2025’e geldiğimizde “dinin sonu”ndan değil, “dinin sonsuz taklitleri”nden bahsediyoruz.

İnsan hâlâ anlam arıyor; sadece Tanrı’nın yerini artık veri, lider, ya da benlik almış durumda.

Seküler hümanizm varlığını sürdürüyor, evet. Ancak insanlık artık Holloway’in umduğu kadar akılcı değil; duygusal, tepkisel ve mistik bir rönesansın ortasında. Dini kurumlar çözülürken, dinin psikolojisi daha da derinleşti. Çünkü kutsalı yaratan, metin değil, korkudur — ve korku bitmedi.

Kilise hâlâ zemin kaybediyor; ama TikTok’ta 20 saniyelik “dua videoları” milyonlarca kez izleniyor. Camiler dolmuyor ama “ruhsal farkındalık atölyeleri” tıklım tıklım. İnsan, hâlâ Tanrı’yla konuşuyor — sadece artık kendi sesini Tanrı sanıyor.

Bu yüzden Holloway’in sorusuna verilecek yanıt 2025’te şudur:

Din bitmedi; biçim değiştirdi.
İnanç, Tanrı’dan kurtulmadı; Tanrı, insanın biçiminde yeniden doğdu.

Ve belki de asıl tehlike, Tanrı’nın ölümü değil, O’nun her birimizin içindeki “küçük tanrılara” bölünmesidir. Peki asıl soru, Tanrı'nın bu olup bitenden haberi var mı?

Read more

Kadınlığın Rengi: Marilyn Monroe ve Sarışınlık Dininin Doğuşu

Kadınlığın Rengi: Marilyn Monroe ve Sarışınlık Dininin Doğuşu

Norma Jeane Mortenson, 1946’da saçlarını platine boyadığında yalnızca kimliğini değil, kadınlığın endüstriyel standardını da yeniden icat etti. Hollywood o anda yeni bir tanrıça yarattı: Marilyn Monroe. O günden itibaren milyonlarca kadın saçlarını sarıya boyarken aslında boyadığı şey saçları değil; kendini toplumsal onay için boyadı. Monroe yalnızca bir aktris değil,

By Daphne Emiroğlu